Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Avrupa Birliği, göç ve insani yaklaşımlar

Avrupa Birliği Üye Ülkelerinin Dış Sınırlarının Yönetimi için Operasyonel İşbirliği Ajansı (Frontex), 2022'de birliğe dahil ülkelerin sınırlarından geçiş yapmak isteyen sığınmacı sayısının hızla arttığını bildirdi. 

Ukrayna'daki savaşın başlamasıyla birlikte Avrupa Birliği'nin (AB) doğu sınırlarında yer alan Polonya, Romanya gibi ülkeler mülteci akınına uğradı. Günde 100 binin üzerinde mültecinin sınırlardan geçtiğinin rapor edildiği zamanlar oldu. Bunun yanı sıra Ukrayna'dan başlayan mülteci akını "göç" meselesinin farklı boyutlarını tartışma imkânı yarattı. 

Ukrayna'dan göç fenomeninde belirleyici olduğunu düşündüğüm 3 mesele var. Birincisi, ülkeler arası göç olaylarında, göç eden açısından en kritik nokta, göç ettiği ülkede kendisine yönelik gelişen refleksler. Konuya Avrupa açısından baktığımızda, 2015'te yaşanan Orta Doğu tandanslı göçün, asırlardır İslamofobik kodlarla şekillenmiş bir kültüre yönelik "güçlü saldırı" olarak algılandığını görüyoruz. Göç eden Müslümanların büyük bir kısmının da "biz cennete diğer herkes cehenneme" diskuruyla şekillenmiş katı beyin yapıları dikkate alındığında, bu karşılaşmanın yaşlı kıtadaki ilişki formasyonlarını alt üst ettiğini, yabancıya yönelik kaygıları ve korkuları daha da köpürttüğünü gördük. Bu bağlamda, göçün başlarında insani yaklaşımlar sergileyen birçok Avrupa devleti süreç içerisinde giderek sertleşmeye başladı. Bunda, geldikleri ülkelerde biraz rahatladıktan sonra inançları doğrultusunda geliştirdikleri kültürü dayatmaya başlayan göçmenlerin de payının olduğunu söylemek gerekiyor. Bu konuda türlü türlü olay Avrupa basınını meşgul etti uzun zaman boyunca. Okullarda mescit isteyenler, karısının bir erkekle aynı ofiste çalışmasını reddedenler, 6 yaşındaki kızının erkek çocuklarıyla aynı havuzda yüzme dersi almasını istemeyenler, okulda domuz etli sandviç yenmesine itiraz edenler vs... Bu liste uzar gider. 

Yukarıdaki türden entegrasyona direnci tahkim edici ögelere karşı yanıtların da dozu giderek sertleşmeye başladı. Örneğin, nerdeyse tüm ülkelerde aşırı sağ patladı. Önceleri "birlikte eşit yaşam" nutukları atan Avrupalı politikacıların bir süre sonra "entegrasyon" kelimesini sıkça telaffuz etmeye başladıkları görüldü. Entegrasyon kelimesi "uyumda mecburiyet" içermesi yönüyle "birlikte eşit yaşam" ifadesinin önüne geçti. Sonra Ukrayna Savaşı patlak verdi ve kıtaya bu kez Hristiyan, sarışın ve renkli gözlü mülteciler gelmeye başladı. AB Dış Politika Sorumlusu Josep Borrell bile her iki göçmen grubuna yönelik uygulamalarda ortaya çıkan belirgin farklılıklara isyan etti. Borell, "Avrupa göç politikasında çifte standart olduğunu, koruma arayan sarışın, mavi gözlü ve Hristiyan olanlara Müslümanlar veya Afrikalılara göre farklı muamele edildiğini" eleştiren tek politikacı olmadı. Öyle şeyler yaşandı ki Polonya üzerinden AB'ye geçmek isteyenlerin bulunduğu otobüslerde, Asya ya da Afrika kökenlilerin indirilerek yerlerine sarışın Ukraynalıların alındığını belgeleyen videolar paylaşıldı sosyal medya mecralarında vs... Bana göre, her ne koşulda olursa olsun, Avrupa'nın yeni bir yaşam kurmak için sığınacak yer arayan göçmenleri etnisiteye göre tasnif etmesi "insani" açıdan bir başarısızlıktır. 


PLAN ÇOK, UYGULAMA YOK 

İkinci konuya gelince... AB'de göç olayında içerisine düşülen anlaşmazlıklar meselenin daha da kaotik bir hale bürünmesine neden oldu. Durumu, "çok sayıda eylem planı ve sıfır anlaşma" cümlesiyle özetleyebiliriz. Durum, aynen bu şekilde devam ediyor. Birkaç devlet mültecilere yönelik barınma ve çalışma imkânları sağlamaya devam ederken çok sayıda devlet "artık yer kalmadığını ve mülteci istemediğini" açık bir şekilde beyan ediyor. Bu kontekste, AB'ye girmeye çalışan insanların sayısı hızla artıyor. Bu hareketlilik kıtada yeni bir göç krizi korkusunu tetikliyor. Frontex Sözcüsü Piotr Switalski, "Bu yılın on bir ayında, Avrupa Birliği'nin dış sınırlarında 308 binden fazla düzensiz giriş tespit edildi. Bu, 2021 ile kıyaslandığında yaklaşık yüzde 70'lik bir artışa tekabül ediyor" dedi. 

Bunların yanı sıra, AB'ye üye devletler arasında vizesiz seyahat imkanı sağlayan Schengen Bölgesi uygulaması tartışmaya açıldı. Bu da üçüncü konu. Çoğu göçmen, AB'ye doğru yolculuğunda hâlâ Doğu ve Orta Akdeniz ile Batı Balkan rotasını izliyor. Bulgaristan ve Romanya üzerinden de çok sayıda göçmenin Avrupa'ya girmesi bu iki ülkenin Schengen içerisine alınıp alınmayacakları konusunu gündeme taşıdı. AB'ye 2007'de üye olan ve uzun zamandır Schengen'e girmeye çalışan bu iki ülkenin son başvurusu aralık ayında tam da bu nedenle Avusturya ve Hollanda tarafından veto edildi. Avusturya ve Hollanda'nın bu tavrı göç politikasının AB'yi nasıl test etmeye devam ettiğinin sadece bir örneği. 

Özetle, şubat ayı içinde düzenlenecek özel bir zirvede, devlet ve hükümet başkanları yasa dışı göçü sınırlamak için nasıl ilerleneceği konusuna tartışacaklar. Bu toplantıdan ne sonuç çıkarsa çıksın "göç ve iltica" konusunun, yeni yılda da AB'nin yüzleşmek zorunda kalacağı en yakıcı zorluklardan biri olacağı görülüyor.