Erdem Bayazıt'ın ölüm yıl dönümü
Erdem Bayazıt'ın ölüm yıl dönümü
Hatay'da 9 ayda tamamlanan duvar resimleri
Hatay'da 9 ayda tamamlanan duvar resimleri
Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’
Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’
Bozkurt neyi temsil ediyor
Bozkurt neyi temsil ediyor
123456789
Erdem Bayazıt'ın ölüm yıl dönümü
Erdem Bayazıt'ın ölüm yıl dönümü
Hatay'da 9 ayda tamamlanan duvar resimleri
Hatay'da 9 ayda tamamlanan duvar resimleri
Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’
Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’
Bozkurt neyi temsil ediyor
Bozkurt neyi temsil ediyor
123456789

İmamoğlu davasının Avrupa yansımaları

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na ilişkin dava, Avrupa medyasında epeyce geniş bir şekilde yer aldı. Avrupa medyasının meseleye bakışı iki ana tema etrafında şekillendi. Birincisi İmamoğlu için hemen hemen tüm haberlerde "Erdoğan'ın rakibi" ifadesi kullanıldı. İkincisi ise yine hemen hemen tüm haberlerde üstü kapalı ya da açık bir şekilde davanın, "Erdoğan'ın önemli bir rakibini ortadan kaldırma girişimi" olduğu öne sürüldü.

Tablo böyle. Gelelim meselenin Avrupa perspektifinde Türkiye'yi ilgilendiren kısmına. Bu arada, Avrupalı birçok politikacının da yaptıkları açıklamalarda medya dilini benimsedikleri ve özetle "İmamoğlu'nun yargı-iktidar ortaklığı tarafından oyun dışı bırakılmaya çalışıldığı" şeklinde fikir beyan ettikleri görüldü. Bu davanın kararının açıklamasının ardından Avrupa semalarında beliren Türkiye fotoğrafına gelince... Avrupalıların zihinlerinde uzunca bir süredir "Orta Doğu ülkesi" olarak konumladırdıkları Türkiye'nin, bu dava ile yerini iyice pekiştirmiş olduğu görülüyor. Davanın sonucuna bakıldığında, Avrupalılar açısından mesele, "AKP istedi, oldu" şeklinde özetlenebilir. "Yargının tam olarak hükümetin kontrolünde olduğu, hükümetin talepleri dışında bir karar çıkmasının zaten mümkün olmadığı" ifade ediliyor. Buradan da yol doğal olarak "otokrasi"ye çıkıyor. 

Bu bağlamda, Göteborg Üniversitesi Demokrasinin Çeşitleri Enstitüsü'nce hazırlanan "2022 Demokrasi Raporu"na değinmekte fayda var. Türkiye, 179 ülkenin değerlendirildiği Liberal Demokrasi Endeksi'nde 147'nci sırada yer aldı. Rapora göre, en fazla otoriterleşen 10 ülkeden birisi Türkiye. Raporda ayrıca, Türkiye için "seçimli otoriterlik" ifadesi kullanılırken, otoriterleşmenin 2006 yılında başladığı kaydedildi. "Seçimli otoriterlik" ifadesi burada özgür seçimlerin olduğu ancak bireysel hak ve özgürlüklerin ihlâl edildiği rejimleri için kullanılıyor ancak "otoriteryen" olduğu öne sürülen bir ülkede seçimler için "özgür" ifadesinin kullanılmasının çelişkili bir mantığı olduğunu hemen belirtmek gerekiyor. Devlet imkânlarını yargı da dahil olmak üzere kendi lehine kullanan ve muhalefet için eşit rekabete yarayacak her koşulu ortadan kaldıran bir "parti devleti"ne doğru yaşanan transformasyon tamamlanmak üzereyse "seçimli" ifadesinin etrafında dolaşmanın zaman kaybı olduğunu ve esas itibarıyla bu türden rejimleri "totaliter" olarak tanımlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. 

İmamoğlu kararı benzeri hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulanabilirliği konusunda şüphe uyandıran olaylar elbette Avrupa kamuoyunda sıkıntıya neden oluyor ama reel politik gerçekleri baskın çıkıyor. Örneğin, Türkiye'ye bakınca AB sınırlarına yığılmış milyonlarca mülteciyi gören Avrupalılar, "Aman kızdırmayalım, aman idare edelim" politikasına daha sıkı sarılıyorlar. Bu politik bakış açısı AB'ye bir önceki Almanya Şansölyesi Angela Merkel'den miras kaldı. Ama burada şöyle bir sıkıntı var, Macaristan'a "hukukun üstünlüğü ilkesini ihlâl ettiği" için milyarlarca euroluk fon kesintisi cezası veren AB'nin sınırlarının dışında kalan bu türden olaylara politik çıkarları nedeniyle sessiz kalması bizzat birlik içinde samimiyet sorgulaması yapılmasına neden oluyor. Örneğin, Almanya'nın Katar'daki insan hakkı ihlâllerini eleştirip, sonrasında LNG alımı için anlaşma imzalaması vs... 

Özetle, Türkiye'de yaşanan her insan hakkı ihlâlinde kafalarını Avrupa'ya çevirenler bunu yapmasınlar. Çünkü reel politik gerçeklerin başat olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz. Ülkeler, enerji ve mülteci krizi gibi gerçek sorunlarla mücadele ediyorlar. Kesin olan bir şey var ki birçok Avrupalı politikacı şöyle düşünüyor: "Ben gemisini kurtaran kaptanım. Bizden sonrası tufan..."