Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Aşırı sağ ve radikal İslam

Danimarka medyasına bir video düştü birkaç gün önce. Görüntülerde, kendisinin Pakistanlı olduğunu söyleyen genç adam, karşısındaki Danimarkalıya, "Daha çok çocuk yapacağız. Danimarka artık yok, ülkenize el koyacağız. Burası artık Pakistanlıların diyarı" diye bağırıyordu. Video, kısa sürede diğer Avrupa ülkelerinde de izlenme rekorları kırdı. Avrupalı ırkçılar için "Bundan daha iyisi olamaz" türünden bir argüman oldu bu video.

Özgür Çoban

ALMANYA- Danimarka medyasına bir video düştü birkaç gün önce. Görüntülerde, kendisinin Pakistanlı olduğunu söyleyen genç adam, karşısındaki Danimarkalıya, "Daha çok çocuk yapacağız. Danimarka artık yok, ülkenize el koyacağız. Burası artık Pakistanlıların diyarı" diye bağırıyordu. Diğer Pakistanlılar da adama "Evet, daha çok çocuk yapacağız" diyerek gözdağı vermeye devam ediyorlardı. Bu tartışmanın sosyal medyaya düşmesiyle birlikte ortalık ayağa kalktı. Video, kısa sürede diğer Avrupa ülkelerinde de izlenme rekorları kırdı. Avrupalı ırkçılar için "Bundan daha iyisi olamaz" türünden bir argüman oldu bu video.

Söz konusu tartışmanın nasıl başladığını bilmiyoruz ama yine de Pakistanlının tartıştığı Danimarkalı ya da bu videoyu izleyen Danimarkalıların ve Avrupalıların önemli bir bölümünün gelecek seçimde koşa koşa gidip oyunu faşist partilere vereceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Avrupa'da 2015'teki Ortadoğu kaynaklı büyük göçün ardından faşist hareketler, kendilerinin bile ummadıkları bir şekilde büyüdü. Avrupalılar; dinlerini, yaşam tarzlarını her şeyin üzerine konumlandıran, farklı olana saygı duymayan, "çok çocuk yaparak" bulundukları ülkeleri sözde ele geçirmeyi planlayan, bu nedenle “istilacı, şovenist ve fundamentalist” olarak kodlanan İslamcı bir kitleyle karşı karşıya anlaşılan. Kültürlerarası çatışmanın üstesinden, "kültürlerin birlikte yaşaması" mottosuyla gelmeye çalışan Avrupalılar, bu formülün tutmadığını görerek, mecburiyet içeren "entegrasyon" uygulamasına geçtiler ancak bunun da çalışmadığı görülüyor. 

Helal-haram...

Avrupa'daki yaşamlarını "helal-haram" döngüsüne sıkıştıran Müslüman mültecilerin, yerli kültürü "haram" mantığıyla lanetleyerek, temastan kaçınmaları; tepkiyi, ötekine karşı korku ve kaygıyı tetikliyor. Kötü olan şu ki mültecilerle dayanışma içerisinde olan, onlara yardımcı olmaya çalışan Avrupalıları da boşa düşürüyorlar. 

Benim düşüncem, Avrupa'yı fethe çıkan İslamcılar, çok çocuk yapma işiyle meşgulken, onların çocuklarını politik malzeme yapan Avrupalı faşistler de yerli halkta yaşanan korku ve paniği yağmalayarak cepheyi büyütüyor. Ezcümle İslamcıların, "çok çocuk yaparak" bu savaşı kazanma şansları olduğunu düşünmüyorum. 

Burada asıl yapılması gereken, aşırı sağ ile radikal İslam’ın kontaklarını daha da netleştirerek, iki cephede de yeni nesil faşistlerin yaşadıkları platonik ilişkinin teşhir edilmesi olmalı. Büyük filozof Umberto Eco, "Faşizm hâlâ etrafımızda dolaşıyor. Üstelik bazen sivil kıyafetle dolaşıyor faşizm… Faşizm masum kılıklarla, giysilerle her an yeniden arzı endam edebilir. Bizim görevimiz faşizmi her gün soymak ve dünyanın her yerinde onu teşhir etmektir, sergilemektir" diyor. Tam da böyle bir süreç içerisindeyiz.

Bununla birlikte Avrupalı faşistler ile fundamentalist İslamcıların meselenin konusu itibarıyla birbirlerinden beslendiklerini zaten biliyoruz. Karşılıklı sarf ettikleri nefret dolu sözler ve intikam yeminleri arasında asılı duran vaziyetin esasında hiç de öyle olmadığını anlatmaya çalışacağız yazının kalan kısmında dilimiz döndüğünce. 

Öteki ve düşman...

Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor ki kimliğin, kirlenmiş zihin dünyasında yaratılan bir diğer "öteki”ye göre kurgulanması, varlığın sürdürülebilmesi için sürekli olarak bir düşmana ihtiyaç duyulması, tam bir akıl hastalığı durumu. Bu akıl hastalığının en ileri evresi de radikalizm ve fundamentalizm.

Gözümüzün önünde cereyan eden bir olay var ki bugün radikalizm dünyada 1930’larda olduğundan daha tehlikeli bir şekilde yükseliyor. Hıristiyan fundamentalizmi destekli post-faşist hareket, yanına İslam fundamentalizmi zeminli cihadist-faşist hareketleri alarak büyümeye devam ediyor. Bu konuda harika bir röportaj var. Alman Gazeteci Jürgen Todenhöfer, radikal Müslüman örgütlerin yöneticileriyle konuşmuş. Todenhöfer, terör örgütü IŞİD’ın hâkimiyetinde olan bir bölgeye yaptığı ziyarette, örgüt üyeleriyle geçen bir sohbetten kesitlerin de yer aldığı bu röportajda, “Avrupalı aşırı sağcıların eylemleri çok iyi oluyor. Bu yolla saflarımıza daha fazla eleman katılıyor ve bizim eylemlerimiz de İslam aleminin gözünde meşruiyet kazanıyor” denildiğini aktarıyor. Konu bu kadar net. 

Bunların yanı sıra aşırı sağcılar ile radikal İslamcıların birleştikleri diğer bir nokta etnik, dini, sosyal, cinsel ve kültürel çeşitliliğe karşı olmaları. Çünkü her iki grup da kendi etnik ve dini anlayışı ekseninde şekillenen homojen toplumsal yapılar oluşturmak istiyor. 

Hiçbir ideolojik derinliği olmayan bu iki hareket de mitleri, dini hikâyeleri ve kültürel farklılıkları öne çıkararak cephelerini büyütmeye çalışıyorlar. Bu bağlamda, Avrupa ülkelerinde göçmenlerin ibadethanelerine yapılan saldırılar bazı kesimler tarafından "hayatta kalma içgüdüsü" olarak nitelendirilirken, köktenci imamlar "din düşmanı öldürmenin cennetin anahtarı olduğunu" vaaz ediyor bulundukları yerlerde. Ezcümle şiddet, kan ve gözyaşı ırmağını besleyen yan kollar bunlar aslında ve birlikte çalışıyorlar.

Avrupa ülkelerinde yaşananlara şöyle bir bakıldığında, radikal İslamcıların entegrasyona gösterdikleri direnç, göze batmadan sürdürmeye çalıştıkları misyonerlik faaliyetlerinin sıkıntıyı büyüttüğü görülüyor. Radikal İslamcıların bu durumu, tabii olarak aşırı sağcı ivmelenmeyi de tetikliyor. Bu iki oksimoron birbirini büyütüyor. Bu arkaik ideolojilerin yarattığı güçlü akıntıya kapılan Avrupa siyaseti ise faşizmin karanlık tarafıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. AB'nin en önemli ülkelerinden olan İtalya'da gelecek ay yapılacak seçimlerin favorisinin gençlik yıllarını Mussolinici hareketler içerisinde geçiren bir neonazi olan Giorgia Meloni'nin olması tesadüf mü? 

Danimarka'daki olaya dönersek, o tartışma aslında başından sonuna kadar yukarıda anlatmaya çalıştığım ilişkiye hizmet ediyor. Bu iki kişi arasında yaşanan alelade bir ağız dalaşı değil. Faşizm bu tip olaylardan besleniyor. Avrupalı aşırı sağcıların düşünce yapılarını dayandırdıkları tez de bu zaten. Fransız yazar Renaud Camus, 2011 yılında yazdığı "Büyük Yer Değiştirme" (Grand Remplacement) isimli eserinde, bu teoriyi ırkçılar arasında somutlaştırdı. Bu teoriye göre, Avrupalı olmayan göçmenler (Afrikalılar, Araplar, Türkler, Güneydoğu Asyalılar...) göç dalgası ve yüksek doğum oranlarıyla hızla çoğalırken, beyaz Avrupalı nüfus ise düşük doğum oranlarının da etkisiyle her geçen gün azalıyor. Yani, Avrupalı olmayan göçmenler beyaz Avrupalıların yerini alıyor.

Söz konusu videodaki Pakistanlı adam, o Danimarkalının nezdinde tüm bir ulusa hakaret ederken bunun nasıl bir sonuç doğurabileceğine dair herhangi bir fikri olduğunu düşünmüyorum. Dönüyor dolaşıyor hep aynı noktaya geliyoruz. Faşizmin yegâne sığınağı olan cehalet ile mücadele etmeden demokrasileri yaşatmak ve geliştirmek mümkün olmuyor. Bu bağlamda, demokrasiye iman eden, AB ideallerini ve fikrini yaşatmayı amaçlayan insanları, neonazizm ile radikal İslam arasındaki dar alanda çetin bir mücadele bekliyor.