Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

TÜRKİYE'NİN İLK ALEVİ PARTİSİ VE ŞEMSİ BELLİ

Alevilerin oluşturduğu ilk siyasal parti, 1966 yılında kurulan ve adı daha sonra Türkiye Birlik Partisi olarak değiştirilecek olan Birlik Partisi'dir.

Partinin ilk Genel Başkanı Hasan Tahsin Berkman, partinin adının neden “Birlik” olduğunu şu sözlerle açıklamıştır: "Kapılarımız ilerici, memleket ve milletsever bütün vatandaşlarımıza daima açıktır. Partiye birlik adını verdik birliğe hizmet edeceğiz."

Berkman'ın sözünü ettiği "ilerici, memleket ve milletsever " insanlardan biri de Şemsi Belli'ydi.




Şemsi Belli, Alevi olmadığı halde Birlik Partisi'nin Genel Sekreteri olduğu için Alevi sanılan usta şair. Alevi toplumuna özel ve büyük bir saygısı, sevgisi var.

Ben, bu kültürden aldıklarını şiirlerinde görebiliyorum.

Kürt bir baba ve Türk bir annenin evladı.

Çevresine "şairlik genimi annemden aldım" diyor sıklıkla.

PKK'yı "mikrop" ve "hakla, hukukla işleri olmayanlar" olarak tanımlamış.

"İnsan devletine silah çekmez" diyor.

Devleti "devletim" diyerek yürekten sahipleniyor.





Şemsi Belli'nin bendeki yeri ayrıdır. İlk gençlik yıllarıma yoldaşlık eden şairlerden biridir. Kıymetlilerimdendir.

Özellikle bu günlerde ihtiyacımız olan bakış açısını Şemsi Belli'nin kaleminden okumak isterseniz buyurun:

"Lo gardaşım ne soriysin

Beni boşuna yoriysin.

Kürt de Türk de bir silahın yarısı.

Biri namlu biri gundah.

İnanmazsan aç tarihi

Horasan’dan bu yana

Geçmişe bah!

Aynı kökten su yürümüş gövdeye

Gövdenin üst yanı çatal

Her çatalda

Bir güçlü dal

Dalın üstünde yemişler

Dallar farklı, gövde aynı, kök aynı

Birine Türk, birine Kürt demişler.

Kürt Ziya’ydı

Ziya Gökalp Türkçülüğün esasını yaratan.

Fırat, Dicle birbirine karışmış

Belli değil alan satan

Aynı mezarlıkta yan yana uyur

Anan, baban, deden, atan.

Kürt de, Türk de

Bir bütünün yarısı.

Birinin anası anam

Öbürünün anası emmim garısı.

Felek bizi aynı yünden eğirmiş

Gara, yeşil, gırmızı, mor.

Boyamıza sarı girmiş, al girmiş

Ayırmak zor

Tek kilimde bir çift nakış yan yana

Can vermişiz, kan vermişsiz

 Aynı cana…

Lo gardaşım ne soriysin?

Beni boşuna yoriysin…"

    



GÜVEN KÜLTÜRÜ




Sosyoloji profesörleri Rosalind Gill ve Shani Orgad iki yakın arkadaş. 

2015 yılından başlayarak, kadınlara sürekli olarak empoze edilen, "kendinize güvenin" sloganını içeren gazete ve dergi sayfalarını, kitapları, sosyal medya içeriklerini, müzikleri, adına "güven sepeti" dedikleri bir şeyde toplamaya başlamışlar.

Bu bilgiler ve analizleri ile 2022 yılı başında "güven kültürü" isimli bir kitap yayınlamışlar.

Enteresan tespitler var.

Ters köşe yapan türden.

Kitap, "Kadınların gerçekten doğuştan gelen bir güven eksikliği var mıydı, yoksa sahip olduğumuza inanmaya mı yönlendirildik?" sorusunun cevabını veriyor.

Rosalind Gill ve Shani Orgad'a göre cevap kadınların inanmaya yönlendirilmesi.

Rosalind Gill'e göre, “Güven eksikliği kişisel bir kusur olarak konumlandırılıyor. İş liderlerinin, politikacıların, koçların veya markaların eşitsizlikten bahsettiğini duyduğumuzda, kadınların özgüveni her zaman tartışılır. Ancak kadınların sorumlu olduğunu söylediğimiz sürece kurumların ve daha geniş yapıların değişiklik yapmalarına izin veriyoruz. Markalar nadiren tüm varlık nedenlerini yeniden düşünürler. Hâlâ kadınların güvensizliklerini istismar ediyor ve onları hedef alan ürünler satıyorlar.”

Gill, kadınların farklılıklarını düzleştirerek, “bu farklılıkların anlam ve önemini boşalttığını” söylüyor. "Güven özneler arasıdır" diyor, yani diğer insanlar nasıl hissettiğimizi yansıttığında canlanıyor.

Türkiye'de "kadınların güvensizliklerini istismar" diye bir ifade kullanamazsınız.

Anlamadan dinlemeden tefe koyarlar.

Oysa sosyoloji profesörleri Rosalind Gill ve Shani Orgad, derinlemesine araştırmalar ve çalışmalarla, güven kavramının istismarı ile dayatılan güvensizliğin kabulü ve reddi üzerine bizi düşünmeye davet ediyorlar.

Kendime soruyorum; bu kitap Türkiye'de de yayımlanmalı mı, yoksa bu tür bir çalışma Türkiye için ayrıca yapılmalı mı?

Cevabım ikincisi.

Her ikisi de olmalı diyenlere de sözüm yok.




DİJİTAL TEPKİ YETERLİ Mİ?

İnternet, dijitalleşme, toplumun kamusal alanı kaybetmesine mi yol açıyor?

Pandemi süreci, şirketleri dijital toplantılar yapmaya zorlarken bir süre sonra bu toplantı biçimleri benimsendi ve adeta vazgeçilmez oldu.

Ofis yerine evden çalışabilmenin çalışma maliyetlerini düşürürken aynı zamanda verimliliği olumlu yönde etkilemesi de bu alternatif çalışma modelinin benimsenmesi, kabullenilebilmesi sonucunu doğurdu.

Hatta eylemler, toplumsal muhalefet bile dijital platformlar üzerinden gerçekleşti.

Peki ama bu değişim, toplumun kamusal alanı terk etmesi, siyasi kaşı duruşların, meydanlarda birey olmaktan çıkıp toplumun bir parçası olarak bütünsel bir güç oluşturmanın, yerini dijital aktivizme bırakarak her birimizi kendi bireysel alanlarımıza hapsederek etkimizi azaltılabilir, engellenebilir, yönetilebilir bir noktaya çekmiyor mu?

Basit bir soru sorayım; kadın cinayetlerine karşı 100 bin kişi tweet atsa mı daha etkili olur, yoksa 100 bin kişi bir meydanda seslerinin kas gücünü birleştirse mi?

Emperyalist akıl bize yeni bir seçenek sundu. Fiziki olanı, sanal olanla takas ederek büyük ölçüde elimizden aldı.

Oysa 15 Temmuz'da gördük ki halkın, halk tepkisinin sanalı olmaz. Fizikisi olur.