Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

DOKTOR CİNAYETLERİ DE SİYASİDİR!

Bu ülkede tıpkı, kadına yönelik şiddetin siyasi olduğu gibi.

Nasıl mı?

Bir doktor arkadaşım anlattığında inanamamıştım.

Ankara'nın periferinde çalıştığı aile sağlık merkezine, bir kadın torununu getirmiş. Burada kısa bir parantez açarak, doktor hanımın çalıştığı aile sağlık merkezinin, iktidarın kalesi olan ilçelerden birinde bulunduğunun altını çizelim.

Doktor hanım, büyükanne ile torununu odaya almış, küçük erkek çocuğunu muayene masasına oturtmuşlar.

Bu sırada büyükanne torununa nağme yapıyormuş, “Benim güzel torunum, akıllı torunum, büyüyünce neler yapacak, neler edecek...” mealinde, kendince mani tadında bir şeyler söylüyormuş.

Olayı yaşayan doktor hanım, büyük bir şaşkınlıkla anlatmıştı:

“Torununu muayene ediyorum ya, büyükanneden ne beklersiniz hani, 'Benim oğlum büyüyecek, okuyacak, doktor olacak, mühendis olacak, asker olacak, o da insanlara yardım edecek' filan demesini, değil mi? Ama öyle olmadı.”

İlk başta bir büyükanne ile torunu arasındaki sevgi bağına işaret ediyor gibi görünse de birkaç dakika içinde kadının cümlelerinin tonu değişmeye başlamış!

Derken ağzından, “Benim torunum büyüyünce doktorları nasıl dövecek, görün hele bir... Doktorları öyle dövecek, böyle dövecek” cümleleri dökülüvermiş.

Doğal olarak ortalık bir anda buz kesmiş.

Doktor hanım hiç sesini çıkarmadan muayenesini bitirmiş, küçük çocuğun tedavisini düzenleyip göndermiş.

Bunları duyduğu için öyle üzülmüştü ki anlatırken sesi titriyordu.

Konya'da, özel güvenlik görevlisinin, çalıştığı poliklinikte Dr. Ekrem Karakaya'yı katletmesinin sonrasında sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin kökenini arayanlara naçizane tavsiyem olsun.

Bunun için, sosyal psikoloji kitaplarının sayfalarında değil, küçücük torununa doktor dövmeyi marifetmiş gibi anlatan ve bunu öğreten büyükannenin zihniyetine bakabilirsiniz!

Bu zihniyet son 20 yılda öyle bir kutsandı, öyle bir dokunulmaz kılındı ki sırf seçim kazanma, iktidarda kalma uğruna, doktorlar, fütursuzca cehaletin, küstahlığın, kendini bilmezliğin, hadsizliğin önüne atıldı.

Doktorlar ve diğer sağlık çalışanları, uygulanan bilinçli politikalarla itibarsızlaştırıldılar.

Böylece, kadın cinayetlerinde olduğu gibi doktorlara ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin kapısı sonuna kadar açılmış oldu.

Her geçen yıl daha fazla fazla sayıda doktor şiddete maruz kalıyor.

Cehaletin yüceltilmesi ve cesaretlendirilmesiyle ülkenin en eğitimli, en birikimli insan kitlesi kırıma uğruyor.

Gelin rakamlarla konuşalım.

Sağlıkta şiddeti gösteren Beyaz Kod bildirim sayısı 2020’de 11 bin 942'ydi. 

Bu sayı geçen yıl 29 bin 826’ya yükseldi. Yani, her gün Türkiye çapında 100'den fazla şiddet bildirimi yapılmış!

Resmi veriler, son 10 yılda bu sayının 110 bini aştığını gösteriyor.

Bir de SABİM var!

Yani, Sağlık Bakanlığı'nın hastaların doktorları şikâyet etmesinden başkaca bir işlevi bulunmayan telefon hattı. İktidar, bunu kendi kitlesine hoş görünüp oylarını arttırmak kullanıyor.

SABİM, aynı zamanda doktorlar üzerinde “Demokles'in kılıcı” gibi sallanıyor; iktidar “Bana oy veren kitlenin gönlünü hoş tut, yoksa karışmam ha” diyerek parmak sallıyor!

Sonra da yüceltilmiş ve üstelik yüceltilmesi demokrasinin gereğiymiş gibi sunulan cehalet, doğal olarak harekete geçiyor.

Sadece geçen yıl SABİM'e tehdit ve küfür içeren 27 bin 560 “başvuru” yapılmış. Bu bile meselenin ciddiyetini gösteriyor.

Açıkça söylemek, altını kalın kalemle çizmek gerekir ki Türkiye'deki doktorlar gerçekten canlarını ceplerine koyarak çalışıyorlar.

İşte birkaç çarpıcı örnek:

30 Kasım 2012'de acil tıp asistanı Dr. Melike Erdem, SABİM hattına yapılan bir şikâyet sonucu savunmasını verdikten sonra, elinde tuttuğu savunma evrakıyla çalıştığı hastanenin altıncı katından atlayarak yaşamına son verdi.

31 Mayıs 2012'de İzmir'de, SABİM'i arayan bir kişi, telefona çıkan görevliye “Doktorları vuracağım” dedi. Bu kişi daha sonra polis tarafından gözaltına alındı.

1 Ekim 2020'de Bursa'nın Yıldırım ilçesinde Zümrütevler Aile Sağlığı Merkezi'ne gelen bir kişi, kendisine doktorunun saha çalışmasında olduğunu bildiren hekimi, SABİM'e “Doktorları boşuna öldürmüyorlar” sözleriyle şikâyet etti.

5 Nisan 2022 tarihinde randevu alamayan hasta SABİM'den tehditler savurdu. Randevu alamaması halinde pompalı tüfekle hastaneyi basacağını söyleyen hasta, “Bana şu tarihe randevu verdik demezseniz, diş doktoru mu, teknisyeni mi ölür artık sorumlusu siz olursunuz. Yarın bir doktorun ölüsünü kaldırırsınız” dedi.

Sosyal medyayı kısaca bir tararsanız çok daha fazla örnekle karşılaşmanız mümkün!

"Şu anda hastanede gidip görevliyi bile dövebiliyoruz. En büyük zenginliğimiz bu" diyerek sokakta röportaj veren vatandaş bile bulabilirsiniz.

Ez cümle, yaşanmakta olan bu "doktor kırımı" bir süre sonra ülke açısından beka meselesine dönüşecek. Bu kadar açık ve net! Bugün sağlık çalışanlarına şiddeti meşrulaştıranlar ve üç beş oy için bunu görmezden gelenler, yarın muayene olacak doktor bulamayacaklar.

Diğer yandan, solup giden gencecik hayatların ötesinde, doktorlar yetiştikleri, ekmeğini yedikleri ve hizmet ettikleri ülkeyle gönül bağlarını koparmaya başladılar.

Asıl önemli olan bu.

Yurt dışına giden veya gitmek için başvuru yapan doktorların sayısına baktığınızda durumun vahameti anlaşılıyor. 2020'de 947, 2021'de ise bin 405 hekim, Türk Tabipleri Birliği'nden "İyi Hal" belgesi alıp yurt dışına yerleşti.

Bir yıl içindeki yüzde 45'lik artış dikkate alındığında 2022'de bu sayının 2 bin 500 civarında olması bekleniyor!

İktidara yakın bir isim, Türkiye'den göçen sağlık çalışanlarına ilişkin, "Bu ülkeyi sevmedikleri belli" demişti bir süre önce. Ancak burada asıl sorgulanması gerekenin, doktorların bu ülkeyi sevip sevmediği değil, bu ülkenin kendi doktorlarını ne kadar sevip sevmediği, ne kadar değer verip vermediğidir, diyerek yazımıza noktayı koyalım.