Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

DÜNYA İÇİN "KIYAMET" SENARYOSU (MU?)

Türkiye öyle ya da böyle seçim sürecine girmiş olduğu için NATO'nun Madrid Zirvesi'nin tarihsel bir dönüm olduğunu çok fark edemedik.

Meseleyi genelde, Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'ya karşı veto kartını kullanması bağlamında ele aldık.

İktidarın içeriye bir başarı hikâyesi satma çabasıyla dış siyaseti nasıl araçsallaştırdığını bir kez daha gördük.

Zirvenin uluslararası sistemi ilgilendiren kararlarını büyük ölçüde gözden kaçırdık. Oysa bu kararlar, önümüzdeki dönemin hemen her açıdan belirleyicisi olacak. Bu tespiti açık yüreklilikle yapmak gerekiyor.

Kısa bir özet geçelim.

İttifakın strateji belgesinde Rusya tehdit olarak tanımlandı. Putin'in Ukrayna'yı işgal kararı sonrasında NATO'nun Rusya'ya ilişkin böyle tanımlama yapılması kaçınılmaz olmuştu.

Ama diğer zirvelerden farklı olarak Çin, ilk kez NATO strateji belgesinde yer aldı. Belgeye göre Rusya, Transatlantik sistemi içindeki ülkeler için bir tehdit ise Çin de bir "rakip" olarak değerlendirildi.

Uluslararası ilişkilerle, küresel stratejiyle uzaktan yakından ilgili olanlar için bu sürpriz olmadı.

İttifakın patronu olan Amerika, son yıllarda Çin ile siyasi ve ekonomik rekabetin yanı sıra askeri ve stratejik cepheleşme içine de girmişti. Doğal olarak Amerika'nın Çin'e yönelik bu yaklaşımı, NATO belgesinde kağıda dökülmüş oldu.

Diğer yandan Amerika'nın NATO üzerinden Çin'e karşı ön aldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Putin'in Ukrayna'yı işgal kararı öncesinde Rusya'ya karşı güçlü bir strateji oluşturmakta geç kalan Amerika'nın, şimdi -belki de Tayvan'a müdahale etmeden önce- daha erken davranarak Çin'e mesaj vermek istediği söylenebilir! 

NATO belgesinden anladığımız kadarıyla, diplomasi yolu şimdilik açık tutuluyor. Bu önemli!

Tabii ki meseleye, Amerika ve Avrupa'nın temsil ettiği Batı kapitalizmiyle, Batı'nın içinden gelmeyen ve Batı'ya meydan okuyan "devlet kapitalizmi" arasındaki mücadele zaviyesinden bakmak da mümkün!

Yani, bu ikinci sistemi temsil eden Rusya ve Çin'in, Batı'ya ve Batı sistemine meydan okuması, NATO'nun Madrid Zirvesi'nde karşılık bulmuş oldu.

Batı sistemi kendini güçlü bir şekilde tahkim etti. Yeni dönemin parametrelerini belirledi. Belli ki bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Yakın dönemde dünyanın kendisini militarizmin kucağında bulması uzak bir ihtimal olarak görülmemeli. 

Gelin bu kez meseleye yakın değil uzak gözlüğümüzü takarak bakalım.

Geleceğe ilişkin projeksiyon yapalım, Batı ile Doğu arasındaki bu cepheleşmeyi ve çekişmeyi küresel nüfus verileriyle açıklamaya çalışalım.

İnsan ve nüfus unsurunu görmezden gelen her yaklaşımın, buna bağlı olarak alınan her kararın, belirlenen her stratejinin ciddi anlamda eksik kalacağının altını çizelim.

Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Departmanı açıkladığı “Dünya Nüfus Beklentileri 2022” raporuna göre, dünya nüfusunun 15 Kasım 2022'de 8 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor. Dünyanın nüfusu 11 yıl önce 7 milyarken karşı karşıya olduğu zorluklar, sıkıntılar ve endişeler maalesef bugün için de geçerli.

İklim değişikliği, şiddet, ayrımcılık, göç hareketleri, silahlı çatışmalar, doğal kaynakların orantısız kullanımı halihazırda var olan eşitsizlikleri ve kırılganlıkları artırıyor. Dünyada yaklaşık her 80 kişiden biri zorla yerinden edilmiş durumda.

Peki bu durum yakın gelecekte dünya için bir "kıyamet" senaryosuna mı işaret ediyor?

Rapor bu konuda iyimser.

Bütün bu olumsuz tabloya rağmen, dünya, korkunç bir nüfus artışı veya yıkıcı bir nüfus çöküşü felaketinin eşiğinde değil. Dünya tarihinde ilk kez ülkelerin yaş ortalamalarında ve doğurganlık oranlarında aşırı bir çeşitlilik söz konusu.

Bu ne anlama geliyor?

Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60'ı 2,1 doğurganlık hızının altındaki ülkelerde yaşıyor. Yüzde 40’lık bölümde büyük bir genç nüfus var ve hızla büyümeye devam ediyor. Dünya nüfusunun 15 Kasım 2022’de 8 milyar insan ulaşacağı hesaplanıyor. Dünyanın 2030’ta 8,5 milyar, 2050’de 9,7 milyar, 2080’lerde ise 10,4 milyar nüfusa ulaşacağı ve 2100'e kadar bu seviyede kalacağı tahmin ediliyor.

1950'de dünya nüfusu yaklaşık 2,6 milyar kişiydi. 2011 yılında 7 milyar kişiye ulaştı. 7 milyardan 8 milyara ulaşmak yaklaşık 12 yıl aldı. Bir sonraki milyara ulaşmanın yaklaşık 14,5 yıl sürmesi bekleniyor.

Dünya nüfusuna eklenen 1 milyarın yarısı, Asya nüfusunun büyümesinin bir sonucu.

Bu veri, büyük önem taşıyor!

Afrika ise 400 milyon kişi ile ikinci en büyük nüfus katkısını yapan kıta.

Dünyadaki 10 ülke, nüfus artışının yarısından fazlasına katkıda bulundu. Hindistan açık ara en büyük katkıyı yapan ülke oldu. Onu Çin ve Nijerya izledi.

Afrika ve Asya, 2037'de kadar nüfus artışını yönlendirerek 9’uncu milyara da en çok katkıyı sunan 2 kıta olacak.

Bugün, dünyanın mevcut nüfusun korunabilmesi için gerekli doğurganlık hızı olan 2,1 oranını bir sabit olarak ele aldığımızda, dünya nüfusunun üçte ikisi, yaşam boyu doğurganlık hızının altında olduğu ülkelerde yaşıyor.

Yani, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60'ı daha yaşlı bir nüfusa sahip ülkelerde bulunuyor.

Yüzde 40’lık bölümde çok büyük bir genç nüfus var ve hızla büyümeye devam ediyor.

Afrika Sahra Altı ülkelerinde yaş ortalaması 19, Avrupa ve Kuzey Amerika'da ise 42.

Dünyada 1,8 milyar kişi 10 ila 24 yaş arasında. 2050’ye kadar Afrika, dünyadaki her 3 gençten 1’ine ev sahipliği yapıyor olacak.

Gelişmekte olan birçok ülkede, çalışma çağındaki yani 25-64 yaş arasındaki nüfusun payı artıyor.

Ancak iş olanakları bu oranda artmadığı için bu ülkeler birçok siyasal, sosyal ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya bulunuyor. Bu da yasa dışı göç hareketlerini besleyen en önemli nedenlerden biri.

Küresel yaşam süresi beklentisi ise 1990'dan bu yana neredeyse 9 yıllık bir iyileşmeyle 2019'da 72,8 yıla ulaştı. Ancak 2021'de, en az gelişmiş ülkelerin yaşam beklentisi küresel ortalamanın 7 yıl gerisinde kaldı. Bu, bir anlamda Batılı ülkelerin hayat standardına da işaret ediyor.

Peki bu rakamlar bize neyi anlatıyor?

Batılı ülkelerin nüfusu giderek yaşlanıyor ve yıllar içinde bu ülkelerin daha fazla sayıda genç iş gücüne ihtiyacı olacak.

Genç nüfus ise Asya'da ve Afrika'da.

Yani, Hindistan'da, Çin'de ve Afrika ülkelerinde.

Ancak, Afrika ülkeleri Çin ve Hindistan gibi gelişmiş olmadığı için küresel rekabette söz sahibi olamıyor.

Bu yüzden, özellikle Çin, Batılı ülkelerin radarı kapmasında. Çünkü, bu ülkelerdeki genç çalışabilir nüfus aynı zamanda, devlet kapitalizmi sistemini besleyecek, büyütecek ve gerektiğinde cephede savaşacak gücü oluşturuyor!

Eğitimli genç nüfus aynı zamanda yenilikçiliğin ve gelişmenin de anahtarı!

Çin de bu konuda Batı'ya göre açık ara önde görünüyor.

Batı'da giderek yaşlanan nüfus, tabiri caiz ise ülkelerinin güçten düşmesine neden olduğu gibi iş gücü ihtiyacı nedeniyle yasal veya yasadışı göçe kapı aralıyor. Bu durum, ülkelerin demografik yapısının değişmesini beraberinde getirirken, popülizmin çarpan etkisi sonucu, aşırı sağ, mikro milliyetçilik ve ırkçılık artma eğilimine giriyor.

Yani nüfus meselesi görünenin de ötesinde büyük önem arz ediyor!

Bu noktada Türkiye'nin durduğu ve durması gerektiği yeri başka bir yazının konusu yapacağımızı söyleyelim, NATO zirvesinde alınan kararlara da bir de bu zaviyeden bakmanın önemine işaret edelim ve yazımıza noktayı koyalım.