Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

ÇARPAN ETKİSİ YAPAR MI?

Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında “Güney sınırlarımızın terör tehdidinden arındırılması için icra edilen ve edilecek olan harekâtların milli güvenlik ihtiyaçlarımızın gereği olduğu belirtilmiştir” açıklaması yapıldı.

Açıklamada, “PKK/KCK-PYD/YPG, FETÖ ve DEAŞ terör örgütleri başta olmak üzere, milli birlik ve beraberliğimiz ile bekamıza yönelik her türlü tehdit ve tehlikeye karşı yurt içinde ve yurt dışında azim, kararlılık ve başarıyla icra edilen operasyonlar hakkında kurula bilgi sunulmuş ve ilave tedbirler görüşülmüştür” denildi.

İlk bakışta bu, gerek içeriği, gerek şekli, gerekse tonlaması açısından klasik bir Milli Güvenlik Kurulu açıklaması olarak görülebilir. Amma ve lakin yapılan açıklamayı Külliye'nin yeni bir siyasi/stratejik manevrası olarak anlamak, anlamlandırmak da mümkün!

Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek adına hemen altını çizelim!

Türkiye'nin her koşul altında terörle mücadelesi haklıdır, meşrudur.

Terörün bir insanlık suçu olduğu kabulünden hareketle; demokrasiyi, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü önceleyen herkesin bu mücadeleye destek vermesi gerekir.

Son 20 yılda, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Türkiye'deki sağ kitleyi tahkim etme adına, İslamcı ve milliyetçi söylemi, toplumdaki kutuplaşmayı en uç noktalara taşıyacak kadar fütursuzca kullanabildiğine tanık olduk.

Meseleye yakın gözlüğünü takarak baktığımızda iktidarın -mutlaka siyaset üstü olması gereken- terörle mücadele konusunu kendi tabanını tahkim etme adına, hiç çekinmeden araçsallaştırdığını görüyoruz!

Terörle mücadele gibi toplumun büyük bölümünün eleştirisinden azade olan kritik bir konunun ön planda tutulmasının ve bunun İslamcı, milliyetçi söylemle köpürtülmesinin, önemli siyasi getirisi olduğu, su götürmez bir gerçek.

Burada, kısa bir ayraçla merhum Başbakan Bülent Ecevit'in, 1999 yılında yüzde 22,19 oy oranıyla iktidara gelmesinde Abdullah Öcalan'ın yakalanarak, Türkiye'ye getirilmesinin çok önemli bir payı olduğunu anımsatalım ve devam edelim.

Türkiye gibi adeta ateş çemberiyle kuşatılmış, kırılgan stratejik fay hatları üzerinde duran bir ülkenin, terörle mücadelede kalıcı bir sonuç alabilmesi için bu operasyonların hiç kesintiye uğramadan devamlılık arz etmesi, inişli çıkışlı olmaması gerekiyor. 

Aynı zamanda konunun siyasi tartışmaların tamamen dışında ele alınması büyük önem taşıyor! Güçlü bir toplumsal rıza üretilmesinin yolu da buradan geçiyor.

Ancak, son dönemde gerek Irak'a, gerekse Suriye'ye yönelik terörle mücadele operasyonlarının iktidarın, içeride kendi tabanını tahkim etme ihtiyacının doğduğu, siyaseten muhalefetin sesini kesmek istediği, içeride sıkıştığı ya da gündemin aleyhine döndüğü dönemlere denk düştüğüne tanık oluyoruz!

Bu zaviyeden baktığımızda, Suriye'ye planlanan operasyonun zamanlaması dikkat çekici.

Türkiye, bir yandan PKK, PYD ve YPG'ye destek verdiği için NATO üyeliğinde önünü kestiği İsveç ve Finlandiya ile müzakere ediyor ve Külliye buradan Erdoğan için -seçimlerde kullanılabilecek- bir başarı hikayesi çıkarmaya çalışıyor; diğer yandan bu örgütlere karşı Suriye'ye yönelik bir operasyon için hazırlık yapıyor.

Hatta bu hazırlığını deyim yerindeyse davulla, zurnayla ilan ediyor!

Diğer yandan, Külliye destekli medyanın uzmanlarının (!) verdiği bilgilere göre Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'nin operasyonuyla terör gruplarından arındırılacak bölgeye, sığınmacılar yerleştirilecek.

Yani, eş zamanlı olarak kamuoyunda sığınmacılara ilişkin giderek artan hassasiyetin dikkate alındığı ve sığınmacıların gönderilmesi için böyle bir operasyona gerek duyulduğu mesajı verilmiş oluyor.

İktidar açısından burada sorulması gereken kritik soru şu olabilir:

NATO üyeliğinde İsveç ve Finlandiya'ya veto kararı ve Suriye'ye yönelik askeri operasyon, iktidarın içeride kendi tabanını tahkim etmesinde; milliyetçi, muhafazakar kitlenin çözülmesinin önüne geçmesinde güçlü bir "çarpan etkisi" yapar mı?

Seçimi kazanmasını sağlayacak desteği ortaya çıkarıp kitlesini seçime kadar tahkim edebilir mi?

Tabi bir de buna, Erdoğan'ın, bir Türk vatandaşını uzaya gönderme projesini de ekleyelim!

Bu soruya net bir yanıt vermek bugün için kolay değil.

Ancak, yağmur gibi gelen zamlar, hızla artan döviz kurları, giderek artan bir yoksullaşma içinde iktidarın bu hassas konular üzerinden yaptığı siyasi manevraların toplumda eskisi kadar karşılığı olmadığı, insanların artık yoksulluk ve yoksunluk kıskacından kurtulmayı öncelemeye ve güçlü bir şekilde iktidarın değişmesi yönünde irade geliştirmeye başladığı saptamasını yaparak yazımıza noktayı koyalım.