Deniz Akkaya'ya 4 ay 27 gün hapis cezası
Deniz Akkaya'ya 4 ay 27 gün hapis cezası
Pink Floyd’un telif hakları
Pink Floyd’un telif hakları
Van Gölü'nde en Büyük Mikrobiyalit Tespit Edildi
Van Gölü'nde en Büyük Mikrobiyalit Tespit Edildi
Kafkas İslam Ordusu ve Enver Paşa
Kafkas İslam Ordusu ve Enver Paşa
123456789
Deniz Akkaya'ya 4 ay 27 gün hapis cezası
Deniz Akkaya'ya 4 ay 27 gün hapis cezası
Pink Floyd’un telif hakları
Pink Floyd’un telif hakları
Van Gölü'nde en Büyük Mikrobiyalit Tespit Edildi
Van Gölü'nde en Büyük Mikrobiyalit Tespit Edildi
Kafkas İslam Ordusu ve Enver Paşa
Kafkas İslam Ordusu ve Enver Paşa
123456789

ECYAD KALESİ VE “PERŞEMBENİN GELİŞİ ÇARŞAMBADAN BELLİYDİ” MEVZUSU

Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğunda öldürülmesi sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın söyledikleri, yenilir yutulur cinsten değildi.

Sadece konuşmakla kalmamış, Washington Post'a makale bile yazmıştı.

“Kaşıkçı'nın öldürülmesi emrinin Suudi hükumetinin en üst makamlarından geldiğini de biliyoruz” demiş,

“Kaşıkçı'nın bedeni nerede? Suudi gazetecinin ölüm fermanını kim imzaladı? Aralarında bir adli tıp görevlisinin de bulunduğu 15 katili iki uçakla İstanbul'a kim yolladı?” diye sormuş,

“İnsanları ahmak zannediyorlar. Kamuoyunu kandıracaklarını zannettiler” açıklamasını yapmış,

Kaşıkçı'yı “şehit” ilan etmiş, sonrasında “Bu millet enayi değil, hesabı sormasını bilir” sözleriyle Suudi Arabistan'a parmak sallamayı da ihmal etmemişti.

Sadece bu zehir zemberek ifadelere bakıldığında Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin -en azından Erdoğan, Külliye'de oturuyorken- normalleşmesinin artık pek mümkün olmadığı düşünülüyordu!

Tabii öyle olmadı!

Ülkenin içinde bulunduğu ağır ekonomik kriz, kendisi için alarm zillerini çalmaya başlayınca, Erdoğan'ın Makyavel'e bile rahmet okutacak pragmatizmi devreye girdi, 180 derecelik bir manevrayla Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman'ı Türkiye'ye davet etti.

Henüz prens olmasına rağmen, devlet başkanı protokolü uygulandı.

Krallara layık şekilde ağırlandı.

Suudi Arabistan'dan gelecek sıcak para, Türkiye'de halkın biraz nefes almasını sağlarsa, Erdoğan için bu, hızla seçime gidip iktidarını koruması için bir şans olabilirdi.

Bizdeki hesabın, kitabın bu olduğunu cümle alem biliyor!

Suudilerin, Boğaz'daki Sevda Tepesi gibi değerine paha biçilmeyecek arazileri deyim yerindeyse üç kuruşa kapatma dışında Türkiye'ye sıcak para getirmeye meraklı olmadıkları konuyla uzaktan yakından ilgili herkesin malumu.

Peki, Suudilerin bundan çıkarı ne olacaktı?

Kısa bir süre sonra anladık ki, bu ziyaret Erdoğan'ın yadsınmayacak çabalarıyla dünya kamuoyunun gözünde “katil” damgasını yemiş olan Prens bin Salman için bir “imaj düzeltme” operasyonuydu.

Özellikle Arap basınına sızdırılan fotoğraflar, bu operasyonun iyice düşünülmüş ve profesyonel şekilde planlanmış olduğunu gösteriyordu.

Bin Salman'ın kendisine açıkça “katil” demiş olan Erdoğan'la tokalaşırken yüzüne yerleştirmiş olduğu müstehzi gülümseme ve muzaffer bir komutan edasıyla poz vermesi, eminim yakın dönemde akademide yapılacak siyasal iletişim ve propaganda çalışmalarında örnek olarak incelenecektir!

Bin Salman açıkça bütün dünyaya, kendisini en ağır dille suçlamış olan Erdoğan'ı, elindeki petro-dolarlarla yola getirdiği mesajını vermek istemişti.

Mealen demek istiyordu ki, ben kral olunca ayağınızı denk alın...

Yani bu mesajı, “Parası neyse verelim” şeklinde okumak da mümkün.

Bunu başarılı bir şekilde vermiş olduğu tespitini açık yüreklilikle yapmak gerekiyor.

Ez cümle, bin Salman, Amerikan Başkanı Joe Biden'ın gelecek ay yapacağı ziyaret öncesinde dünya kamuoyunun gözündeki suçlamalardan arınmak için Türkiye'de kendisini yıkamış, yuğmuş oldu.

Peki, bütün bunlara şaşırdık mı?

Tabii ki hayır!

Bu aşamadan sonra aslında şaşıranlara şaşırmak gerekiyor.

“Nasıl yani” diye soracak olanlara peşinen söyleyelim, Kaşıkçı cinayeti gibi - iktidarın bakışıyla- ilişkilerdeki talihsiz yol kazasını bir kenara bırakırsak, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, Suudi ailesine görünenin çok ötesinde bir anlam yüklediği biliniyor.

Bunun onlarca örneğini yazmak mümkün ama bugün sadece bir tanesi ile yetinelim.

2001 yılında Suudi Kraliyet ailesi, Osmanlı'nın “Kabe'yi korumak” için 1781 yılında yaptırdığı Ecyad Kalesi'nin yıkılması kararını vermişti.

Türkiye, bunu haber aldığında zaman yitirmeden harekete geçmiş, Suudilere Ankara’da ve Cidde’de diplomatik notalar vermiş, daha sonra UNESCO devreye girmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı 112 bin hacıya imzalattığı dilekçeyi yetkililere iletmişti.

Suudiler önce bu konunun kendi içişleri olduğunu ileri sürmüş, Türkiye'den gelen tepkilerin artması üzerine “Tarihten en son söz edecek olan ülke Türkiye’dir, önce Ermeni sorununu çözsün” açıklaması bile yapmışlardı.

Ancak, Türkiye'nin girişimleri üzerine Türkiye'ye “Kararımızdan vazgeçiyoruz” mealinde bir mesaj göndermiş olmasına karşın 2002 yılı başında Ecyad Kalesi'ni yıkmıştı.

O tarihte umre için Mekke'de bulunanlar, iş makinalarıyla Osmanlı mirasının nasıl yerle yeksan edildiğine tanık olmuşlardı.

Türkiye'nin girişimleri sonuç vermemişti.

Bunun üzerine Suudi Arabistan'ın Ankara Elçiliği Müsteşarı Süleyman El Serih, Dışişleri Bakanlığı'na çağrılmış, ‘‘Geçen yaz Ecyad Kalesi'ni yıkmayacağız diye söz vermiştiniz. Neden sözünüzde durmadınız?’’ sorusu yöneltilmiş, Türkiye'nin Riyad Büyükelçisi Osman Durak da, Ankara'dan gelen talimat üzerine Dışişleri Bakanlığı'na giderek Türkiye'nin rahatsızlığını dile getirmişti.

Sonra ne oldu?

Ecyad kalesinin yerine otel yapıldı.

Türkiye, kalenin yıkılmasını bir kültür soykırımı olarak değerlendiriyor ve meselenin peşini bırakmıyordu.

Ta ki, 2002 yılı sonuna kadar.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonra Ecyad Kalesi unutuldu, gitti. Kimse adını bile anmadı.

Osmanlı mirasının yok edilmesi sadece Ecyad Kalesi ile sınırlı kalmadı. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde Suudi Arabistan'da Osmanlı'dan kalan birçok eser göz göre göre yok edildi.

Ankara'da sesini çıkaran olmadı.

Ecyad Kalesi’nin yıkılmasına yeşil ışık yakmış olan Kral Abdullah ise 2006 yılında Türkiye’ye gelmeden önce Turgut Özal döneminde satın aldığı Boğaz'a nazır Sevda Tepesi’ne imar izni verilmesi için kulis bile yaptı.

Sevda Tepesi'ni ayrı bir yazının konusu yapacağımızın notunu buraya düşelim.

Ez cümle, Erdoğan'ı iktidarda tutmak için Suudi petro-dolarları Türkiye'ye akar mı, bilinmez ama Türkiye'nin dış siyasette yaşadığı bu savrulmalar ve sergilediği ilkesizliklerin faturası gelecek kuşaklara ağır bir miras olarak kalacak gibi görünüyor!