Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

EROĞAN'IN AÇMAZI!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, içeride sıkıştığı her vakit, dış siyasetin meselelerini güçlü bir hamasetle kullandığı bilinmiyor değil.

Uluslararası ilişkiler ve diplomasi kıraat etmemiş olmasına karşın, dış ilişkilerin gerçek anlamda uzmanlık ve deneyim gerektiren nesi varsa, bunların üzerinde tek başına söz sahibi...

Dış politikadaki hemen her konu başlığını kolayca pazarlık meselesi haline getirebiliyor.

Buna, son 20 yılda onlarca örnek sıralamak mümkün.

Özellikle, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunda takındığı tutum ve tavır, Türkiye'de önemli ölçüde eleştiriden azade gibi görünse de buna ilişkin Başkent kulislerinde dikkat çekici değerlendirmeler yapılıyor.

Burada kısa bir parantez açıp, bu değerlendirmelerin ilk elden gelen bilgilere dayandığını aktaralım.

Öncelikle, bir süreden bu yana dış siyasetin, tamamen Külliye'deki danışmanlar, çeşitli “kurul üyeleri” ve “rıza inşası” ile görevli bir takım düşünce kuruluşları çalışanları tarafından, planlanıp yürütülmekte olduğunun altını çizelim.

Dış ilişkilerde atılan ya da atılmayan her adımın öncelikle iç siyasette iktidara yarayıp yaramayacağına bakılıyor. Ağır ekonomik krizin yaşandığı seçim sath-ı mailinde bu durum, fazlasıyla önem kazanmış durumda.

Yani, ne olursa olsun ama mutlaka iç siyasette bir karşılığı olsun!

Sonrasında duruma göre dev propaganda çarkı dönmeye başlıyor.

Bu sistem, Hariciye geleneğinin geniş perspektifinden, Türk diplomasisinin iki yüz yıllık deneyimden ve ak sakallı tarih babanın imbiğinden geçmiş rafine yaklaşımlarından yararlanmadığı için her zaman, özellikle de stratejik meselelerde istenen, amaçlanan sonuçları vermeyebiliyor!

Bunun son örneği İsveç ve Finlandiya'nın ittifaka üyeliği meselesi... Külliye'nin evde yaptığı hesabın çarşıya pek uymamış olduğu görülüyor.

Cuma namazı çıkışı, “İsveç ve Finlandiya'nın üyeliğine olumlu bakmıyoruz” derken, bu cümleden iki muradının olduğunu çıkarmak için kahin olmaya gerek yok.

Amerika ve Avrupa ile bir pazarlık kapısı açmak.

İkincisi de, buradan alacağı sonucu “diplomasi zaferi” olarak iç siyasette pazarlamak.

Burada yine bir parantez açarak altını çizmek gerekir ki, güçlü devlet geleneği olan ülkeler; kendi siyasi, diplomatik pozisyonlarını açıklarken, öncelikle bu kararlarının arkasında kurumsal akıl olduğuna vurgu yaparlar.

Örneğin Batılı ülkeler bu tür açıklamalarını ya resmi sözcüleri aracılığıyla ya da bu tür kararların alındığı Bakanlar Kurulu veya benzer toplantılar sonrasında yaparlar.

Türkiye'nin konuya ilişkin resmi pozisyonunun “cuma namazı” sonrası açıklanmış olmasının dini bir anlamı olup olmadığı tartışmalarına şimdilik girmeyelim ama bunun “tek adam” sisteminin önemli bir yansıması olduğu saptamasını yapalım.

Parantezi kapatalım ve devam edelim.

Bu çıkış, Külliye'nin planladığı gibi Avrupa'ya ile bir pazarlık kapısı şimdilik açmadı. NATO zirvesine kadar -eğer çok sürpriz bir gelişme olmazsa- açacak gibi de görünmüyor. İsveç ve Finlandiya ile sadece teknik müzakereler yürütülüyor.

Üstelik, ittifaka üye olmasalar bile NATO, İsveç ve Finlandiya'nın savunmasını fiilen üstlendi. İngiltere'nin zaten bu konuda doğrudan devrede olduğunu, bu iki İskandinav ülkesini, Rusya tehdidine karşı kendi nükleer güvenlik şemsiyesi altına aldığını hatırlatalım.

Kaldı ki, Türkiye'nin bu tutumuna karşın, iki ülke de bu ay sonundaki zirveye katılacak.

Aynı şekilde bu süreç, Amerika ile de bir pazarlık kapısı açmadı. Bunun Külliye'de sinirlerin hayli gerilmesine neden olduğu konuşuluyor. 

Cuma namazı sonrası yapılan açıklamanın ardından Hariciyenin devreye girmesi ve en azından Amerikan Başkanı Biden'ın Ankara'ya bir telefon açması için ikna edilmesi bekleniyordu. Ancak, anlaşılan o ki bugüne kadar Hariciyenin çabaları sonuç vermediği gibi, Amerikan yönetimi Yunan Başbakanı'nı en üst düzeyde bir protokolle ağırlayıp Ankara'ya pek naif olmayan bir mesaj gönderdi.

Üstelik, Yunan Başbakan'ının Türkiye karşıtı mesajlar vermesine imkan tanıdı. Konuşması sık sık alkışlarla kesildi. 

“Mitsotakis benim için bitmiştir” ifadeleriyle öne çıkan ve Türkiye'nin dış ilişkileri açısından çok anlamlı olmayan bu alıngan tepkinin arka planında, Washington'da kendisinin yerine Yunan Başbakanı'nın ağırlanmış olmasının yattığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Anlaşılan o ki, Atlantik'in iki kıyısından esmekte olan rüzgarlar, Külliye'dekilerin keyfini iyiden iyiye kaçırmış durumda.

NATO'daki veto hakkımızı kullanma meselesinden şimdiye kadar iç siyasette pazarlanacak bir “diplomasi zaferi” hikayesi çıkamaması şöyle dursun, Batı'dan gelmesi beklenen, istenen sıcak para meselesi sanki başka bahara kalmış gibi görünüyor.

Bu vaziyet, Külliye'nin önünde ciddi bir açmaz olarak duruyor.

Sürecin sonunda bir "muzaffer komutan" imajı yaratılamazsa seçime doğru tabanın tahkimatında zafiyet baş gösterebilir. İslamcı, milliyetçi taban çözülebilir...

Ama buradan bir geri adım atılmazsa, içeride bir miktar oy kaygısıyla Batı ile siyasi cepheleşmeden medet umulmaya devam edilirse, Bakan Nebati'nin sıcak para bulma gayretleri suya düşebilir!

Son anda şapkadan tavşan çıkacak mı, şimdilik bilmiyoruz!

Diplomasinin, gri alanlar üzerinde ve akıllıca oynanan bir oyun olduğu gerçeğini yok sayıp, içeride sadece seçim kazanma hedefiyle iş yapılmasının çok büyük çöküşlerini beraberinde getirme riski taşıdığına işaret ederek yazımıza noktayı koyalım.