Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

YAPTIRIM PAZARLIĞI NEREYE GİDER?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Kavala kararı sonrasında Türkiye'yi bekleyen süreç üç aşağı beş yukarı belli.

Bir süre önce Bakanlar Komitesi ile Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin vardığı anlaşma uyarınca, üye ülkelerden biri sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ciddi biçimde ihlal ederse; Bakanlar Komitesi, Parlamenterler Meclisi ve Genel Sekreter'in içinde olduğu üçlü bir mekanizmanın harekete geçmesi söz konusu.

Ama üçlü mekanizmanın çalışması için tabiri caiz ise kontağın çevrilmesi gerekiyor.

Yoksa mekanizma kendiliğinden harekete geçmediği gibi mesele sadece Bakanlar Komitesi'nin üzerine kalıyor.

Bunun amacı sözleşmeyi ihlalde ısrarcı olan ülkeyi bir şekilde ikna etmek.

Daha açık yazmak gerekirse üçlü süreçle Avrupa Konseyi söz konusu ülkeyle bir çeşit pazarlık masasına oturmayı amaçlıyor.

Birinci aşamada, üye ülke ziyaret ediliyor, makul ve mantıklı bir pazarlık çerçevesi oluşturuluyor, Sonra bu ziyarete ilişkin hazırlanan rapora dayanarak Genel Sekreter, bir yol haritası çıkarıyor. Bu yol haritası yeniden bir pazarlık konusu oluyor ve belli zaman dilimi içinde üye ülkenin yapması gerekenler bildiriliyor.

Peki üye ülke, ihlal konusundaki inadını sürdürürse...

İşte o zaman üçüncü aşamaya geçiliyor ve Bakanlar Komitesi, 8’inci maddenin uygulanmasına karar veriyor.

Yani, söz konusu üye ülkenin temsil hakkının askıya alınmasından üyelikten çıkarılmasına kadar yaptırımlar uygulanabiliyor.

Tabii bunun için üçte iki çoğunluğun sağlanması gerekiyor.

Meselenin teknik yanı böyle.

Geçen çarşamba günü Avrupa Konseyi'nin Türkiye için anlamını ve önemini, altını kalın kalemle çizerek anlatmaya çalışmıştık.

https://www.gazetedurum.com.tr/yazar/Bahadir-Selim-Dilek/bu-pasaportu-hatirlayan-var-mi-6883

Ama yazının sonunda demiştik ki Avrupa Konseyi ve şemsiyesi altındaki AİHM siyasetten de azade değil! Gerek Avrupa Birliği içindeki gelişmeler gerekse Avrupa Birliği'nin önde gelen ülkelerinin üçüncü ülkelere yönelik takındığı tutum ve tavır, Avrupa Konseyi'nin ve AİHM'in yaklaşımlarında kendisini gösterebiliyor.

İşte Türkiye açısından zurnanın zırt dediği yer burası.

Nasıl mı? Gelin anlatalım.

Öncelikle Avrupa, gelecek bir yıl içinde yapılması öngörülen seçimlerle birlikte Türkiye'de bir iktidar değişikliği bekliyor.

Her ne kadar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la çalışmaktan memnun olsalar da Almanya, Fransa gibi Avrupa Birliği'nin önde gelen ülkeleri seçim sonrasında telefonun öbür ucunda Erdoğan'ın olacağından çok fazla emin değiller. Avrupa'daki yaygın kanı, Erdoğan'ın artık gidici olduğu yönünde.

Bu yüzden, şimdiden pozisyon almaya çalışıyorlar.

Bu zaviyeden bakıldığında Avrupa Konseyi, Türkiye'ye yaptırım uygulanmasına ilişkin süreci bir yıla yayarsa, çok fazla sorun kalmayacak gibi görünüyor. Çünkü, muhtemel yeni hükümetin Kavala konusundaki tutumunu üç aşağı beş yukarı biliyorlar.

Böyle bir durumda, mesele yaptırım gündeme gelmeden kapatılacağı için Türkiye  herhangi bir sıkıntı ile karşı karşıya kalmayacak.

Hatta, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi önemli konu başlıklarında atılacak adımların Avrupa Konseyi ile ilişkilere olumlu yansıması bekleniyor.

Türkiye'nin son 20 yılda demokrasiden, insan haklarından ne kadar geriye düştüğü dikkate alınırsa, yeni hükümetin bu konudaki en küçük bir adımının bile ilişkilerde büyük etki göstereceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Peki ya Erdoğan, seçimlerden iktidarını koruyacak şekilde çıkarsa.

Bu da bir ihtimal!

Türkiye'den bakıldığında azımsanmayacak bir ihtimal.

O zaman top yine Erdoğan'da olacak.

Ya, Kavala konusunda geri adım atacak ve bunu Avrupa ile ilişkilerini düzeltmek için kullanacak.

Ya da hiç geri adım atmadan, Avrupa'ya karşı elinde tuttuğu kozları bir bir masaya sürecek.

Bunlardan en önemlisinin sığınmacı meselesi olduğunu zaten bilmeyen yok.

Almanya'nın bir önceki Şansölyesi Angela Merkel'in, "Yeter ki, sığınmacıları bize göndermesin" diyerek Avrupa Birliği içinde Erdoğan'ı nasıl cansiperane savunduğu hâlâ hafızalardaki tazeliğini koruyor.

Öyle ki Erdoğan oy kaybetmesin diye Avrupa Birliği'nin Türkiye İlerleme Raporu'nun açıklanmasını seçim sonrasına ertelenmesini sağlamıştı.

Sığınmacı meselesi yeniden gündeme gelebilir.

Avrupa'nın bu konudaki hassasiyeti dikkate alındığında, Avrupa Konseyi'nin Erdoğan karşısında tavizsiz bir tutum sergilemesini beklemek çok gerçekçi olmayabilir.

Böyle bir durumda, Erdoğan'ın gönlünü hoş edecek bir ara formülle, Türkiye'ye yönelik güçlü yaptırımlar uygulanmaz.

Erdoğan'ın bir diğer kozu, doğal olarak İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği meselesi.

Her ne kadar Madrid zirvesinde varılan mutabakatla, Türkiye görünürde vetosunu kaldırmış olsa da parlamento onay süreci hâlâ Erdoğan'ın elinde güçlü bir koz olarak duruyor.

Tabii o da bir yıl içinde yapılması öngörülen seçime kadar. Sonrasında TBMM'deki sandalye dağılımının kendi lehine olacağının bir garantisi yok.

Tabii burada haklı olarak "Avrupa Konseyi ile NATO arasında nasıl ilişki var da Erdoğan bunu bir koz olarak kullanacak" sorusu gündeme gelebilir.

Bu sorunun Erdoğan tahtında çok fazla bir anlam taşımayacağına, daha önce birçok kez tanık olduk. Yeter ki, karşısında aynı meseleler ve aynı ülkeler olsun. Kurumlar ve kurumların işlevinin farklı olması çok da önemli değil.

Ez cümle, Erdoğan kendi tabanını tahkim etme adına bu tutumunu sürdürecek mi yoksa aklı selim mi galebe çalacak.

Bunun yanıtını vermek bugün için çok kolay değil.

Amma velakin bundan sonrası, Türkiye'nin dünyanın neresinde duracağına karar vereceği kritik bir süreç olacak, diyerek yazımıza noktayı koyalım.