Türkiye’nin gizli hazinesi
Türkiye’nin gizli hazinesi
Uçakta kabin memuruna saldırdı
Uçakta kabin memuruna saldırdı
Barış Boyun'a 349 yıl hapis talebi
Barış Boyun'a 349 yıl hapis talebi
İzmir'de markette cinayet
İzmir'de markette cinayet
123456789
Türkiye’nin gizli hazinesi
Türkiye’nin gizli hazinesi
Uçakta kabin memuruna saldırdı
Uçakta kabin memuruna saldırdı
Barış Boyun'a 349 yıl hapis talebi
Barış Boyun'a 349 yıl hapis talebi
İzmir'de markette cinayet
İzmir'de markette cinayet
123456789

YAHUDİ SERMAYESİNİ BEKLERKEN...

Rahmetli Gündüz Aktan, kuşkusuz Türkiye'nin yetiştirdiği en birikimli, en deneyimli diplomatlarından birisiydi. Turgut Özal döneminde Atina Büyükelçiliği yapmış olması hasebiyle, Türk-Yunan ilişkileri üzerine konuşurken, “Yunanistan, İran ve İsrail gibi ülkelerle yaptığınız temaslardan çıkmayan sonuçlar, çıkan sonuçlardan daha büyük önem arz ederşeklinde bir cümle kurmuştu.
Ne zaman Türkiye'nin bu üç ülkeden biri ile resmi teması olsa, Gündüz Aktan'ın cümleleri aklıma gelir.
Yazıya böyle bir girizgah yaptıktan sonra şimdi Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu'nun İsrail ziyaretine yakın gözlüğümüzü takarak bakalım.
Çavuşoğlu, 15 yıldan bu yana İsrail'e giden ilk üst düzey Türk yetkili oldu.
En son, 2007 yılında dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan, İsrail'i ziyaret etmişti.
Bu süre zarfında “ilişkiler derin dondurucuda değilse bile buzdolabındaydı” değerlendirmesini yapmak yanlış olmayacaktır.
Önce Davos'taki “one minute” krizi, ardından Mavi Marmara faciası derken, iki ülke arasında ipler neredeyse kopmuştu.
Burada kısa bir parantez açıp, siyasi ilişkilerdeki sıkıntının ekonomik ilişkileri neredeyse hiç etkilemediğinin, aksine bu süre içinde iki ülke arasındaki ticaretin giderek arttığının altını kalın kalemle çizmek gerekiyor.
Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret son 5 yılda kayda değer bir artış gösterdi ve geçen yıl rekor kırdı, 8,4 milyar dolara ulaştı.
İktidarın, gerek Atlantik ötesinden gelen güçlü telkinler (!) gerek içerideki sıkışmışlığından kurtulabilmek için ideolojik açıdan -daha çok da içeride tribünlere oynama adına- kaşını kaldırarak baktığı ülkelere zeytin dalı uzatmaya başlamasıyla, dikkatler zaten İsrail'e çevrilmişti.
Burada, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un geçen mart ayının başında yaptığı Türkiye ziyaretinin, diplomasi teamüllerine aşina olanlar açısından şaşırtıcı olduğuna vurgu yapmak gerekiyor.
Çünkü, iki ülke arasındaki siyasi ilişkiler bu kadar sıkıntılıyken, normalleşme sürecinin en üstten değil, en alttan başlaması gerekiyordu. Önce iki ülke arasında siyasi istişarelerin yapılması, sıkıntılı konu başlıklarının aşılmasına ilişkin -varsa- karşılıklı iradenin ortaya çıkması ve sürecin ilerleyen aşamalarında dışişleri bakanlarının ziyaretlerinin programlanması söz konusu olmalıydı. Eğer, ilişkilerdeki pürüzler aşılabilecek noktaya gelirse, en üst düzeyde cumhurbaşkanlarının karşılıklı ziyaretleri gerçekleştirilebilirdi.
Öyle olmadı. Süreç tersten işledi.
Herzog'un ziyaretiyle, ilişkilerde belli bir yumuşama sürecine girildiği ortaya çıktı çıkmasına ama iki ülke arasındaki sıkıntıların giderilmesi, temasların sonraki aşamalarına bırakıldı.
O yüzden, dikkatler Çavuşoğlu'nun İsrail temaslarında yapılacak açıklamalara çevrilmişti. Açıklamalar elbette, iyimser bir havayı beraberinde getirdi.
Ancak, Gündüz Aktan'ın söylediği gibi “ziyaretten çıkmayan sonuçlara” baktığımızda, siyasi ilişkilerde çok fazla bir mesafe kat edilemediği saptamasını da yapmamız gerekiyor. Kapalı kapılar ardında tam olarak ne konuşuldu bilmiyoruz. Belki İsrail tarafı bunları kendi basınına sızdırdığı zaman öğreneceğiz ama örneğin Çavuşoğlu ve İsrailli mevkidaşı kameralar önünde büyükelçilerin atanmasına ilişkin bir açıklama yapmadılar.
Oysa, böyle bir karar alınmış olsaydı, bunun basın toplantısının ilk cümlesi olması beklenirdi.
Nezaket cümleleri dışında siyasi olarak güçlü mesajlar verildiğini söylemek de çok mümkün değil.
Ziyaretten çıkan tek somut sonuç, İsrailli Bakan Yair Lapid'in aktardığı gibi Türkiye-İsrail ekonomik komisyon girişiminin yeniden başlatılması kararı oldu. Bu kararı, İsrail önde gelen gazetelerinden Haaretz'in, “Türkiye'nin İsrail, Mısır ve Körfez ülkeleriyle yakınlaşma çabalarını, Erdoğan’ın Türkiye'yi ağır ekonomik krizden kurtarma hamlesi” olarak değerlendirmesiyle birlikte okumak gerekiyor.
Belli ki İsrail, Türkiye'deki ekonomik krizi yakından takip ediyor. Siyaseten çok fazla adım atılması planlanmasa da iktidar ya doğrudan İsrail'den ya da dünya üzerindeki Yahudi sermayesinden destek bekliyor.
Kulislere kulak kabarttığımızda, İsrail tarafında belli bir güvensizlik olduğunu da anlıyoruz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi algoritmasının tamamen seçim kazanma üzerine kurulu olduğunu İsrailliler de çok iyi bildiği için, seçim sathı mailinde İslamcı, milliyetçi tabanı tahkim etme adına tavır değişikliğine gitmesini ihtimal dışı görmüyorlar.
O yüzden temkinli davranmayı tercih ediyorlar.
Ama ziyaretin sonrasında iktidarın İsrail'e yönelik yaptığı resmi açıklamaların tonunu düşürdüğüne de dikkat çekmek gerekir.
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı boyunca İsrail'i kınamaktan geri durduğuna neredeyse hiç tanık olmadığımız Dışişleri Bakanlığı'nın son Mescid-i Aksa'da yaşanan olaylara ilişkin "İsrail Hükümeti'ni, anılan kutsal mekanlardaki statükonun korunmasına yönelik gerekli önlemleri almaya davet ediyor, bölgede gerginliği tırmandıracak tahrikkar eylemlere izin verilmemesi çağrımızı yineliyoruz" açıklaması, iktidarın İsrail'i küstürmeme çabası içinde olduğunu gösteriyor.
Tabii, bu durumun Amerika'daki Yahudi lobisinde nasıl karşılık bulacağı da başka soru işareti.
Birçok bölge ülkesi gibi İsrail de tavrını seçim sonrası Türkiye'deki muhtemel yeni siyasi tabloya göre şekillendirmeye çalışıyor. Ezcümle, iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin sağlam bir zemine oturması ve gelişmesi, Türkiye'deki seçim sonuçları ile yakından ilgili olacak diyerek yazımızı noktalayalım.