Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

GÖZDEN IRAK!

2003'teki Amerikan işgali döneminde, tabiri caiz ise Irak'la yatar, Irak'la kalkardık.

Ülkenin haritada yerini gösteremeyenlerin bile “Irak uzmanıyım” diye televizyonlarda ahkam kestiği bu dönemde, Bağdat'ta, Basra'da, Musul'da, Erbil'de, Kerkük'te kuş uçsa, Türkiye'de haber olurdu.

Dış haber editörleri fazla mesai yapar, Irak'la ilgili artık ne varsa; haberlerde, köşe yazılarında, televizyon programlarında adeta didik didik edilirdi.

O günler geçti!

Amerika, “Irak'a demokrasi getirmek” için başlattığı işgalin sonunda, ülkeyi kimlik siyasetinin beslediği ortaçağ zihniyetine terk etti ve Irak'tan ayrıldı.

Kısa bir parantez açıp vurgulayalım ki, Atlantik'in öbür kıyısından estirilen kimlik siyaseti rüzgarının; ulus kavramını ortadan kaldıran, üniter devletleri parçalayan, kendisi gibi olmayanı ötekileştiren; toplumların mikro milliyetçiliğe, dinsel faşizme, cehalete, vasatlığa demir atmasına neden olan etkisi, sadece Irak'la sınırlı kalmadı.

Irak'a göre modernitenin nimetlerinden çok daha fazla yararlanmış, aydınlanmanın rahle-i tedrisinden geçen kuşaklar yetiştirmiş olan Türkiye'de bile 20 yıldır ülkenin iliğine, kemiğine işleyen kimlik siyaseti nedeniyle, bütün dengeler altüst olmuş durumda.

Parantezi kapatalım ve devam edelim.

Necip Türk basını bugün farklı bir misyon üstlenmiş olduğu için Türk Silahlı Kuvvetleri terörle mücadele operasyonu yapmadığı sürece Irak'la pek ilgilenmiyor.

Türkiye'de çok fazla kimsenin ilgisi dahilinde değil ama Irak'ta seçimlerin üzerinden sekiz ay geçti ve henüz bir hükümet kurulamadı.

Ülke, hem siyasi, hem toplumsal, hem de - doğal kaynaklar açısından bütün zenginliğine rağmen - ekonomik bir kaosun içinde.

Oysa Irak, Türkiye için sıradan bir komşu olarak görülmemeli!

Sadece Ortadoğu'nun mikrokosmosu olması hasebiyle değil, bölgedeki Şii-Sünni dengesi, hidrokarbon rezervleri, etnik yapısı ve bölge jeopolitiği açısından Türkiye'nin her daim dikkatini üzerinde tutması gereken bir ülke.

Burada, Irak'ta yaşanan ve yaşanması muhtemel siyasi, ekonomik, toplumsal, dinsel, mezhepsel her gelişmenin öyle ya da böyle Türkiye'ye etkisi olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Biraz nefeslenip, kısaca, Irak'taki siyasi sisteme ilişkin bilgi verelim!

Amerika'nın “yeni muhafazakar” sıfatlı bürokratlarının kurguladığı şekliyle Saddam Hüseyin'in devrilmesinin ardından getirilen sistem özünde, kimlik siyasetinin uygulama biçimi olarak görülebilir. Lübnan'da olduğu gibi, meclis başkanlığı, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar, ülkedeki dinsel, mezhepsel ve etnik gruplar arasında paylaştırılmış durumda.

Sözüm ona Irak halkının barış ve refah içinde yaşaması için ülkede, etnik ve mezhepsel bir denge kurulması amaçlanmış.

Buna göre cumhurbaşkanının Kürt, başbakanın Şii, meclis başkanının da Sünniler gruplar arasından seçilmesi öngörülüyor. Ama ülkenin karmaşık yapısı, İran'ın Şiiler'in bir bölümü, ABD'nin de Kürtler ve Sünnilerin bir bölümü üzerinde etkili olması, çatışma riskini sürekli besleyerek Irak'ı adeta bıçak sırtında yaşamaya mahkum etmiş!

2003'ten sonra, iki Kürt partisi arasındaki mutabakat gereği cumhurbaşkanları hep Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği'nden çıktı.

Celal Talabani ölene kadar cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturdu. Bu gelenek sonra daha sonra Fuad Masum ve Berham Salih ile devam etti.

Kuzeydeki Kürt bölgesinin yönetimi de Barzani ailesinin elinde olan Irak Kürdistan Demokrat Partisi'nde kaldı.

Ancak bu mutabakat, son seçimlerin ardından bozuldu.

O günden bugüne pazarlıklar sürüyor.

İranlı yanlısı Şiiler son seçimde başarı gösteremeyince sistem kilitlendi. Tahran'ın yörüngesine girmek istemeyen Mukteda es Sadr, en fazla oyu aldı. Ancak, mecliste yeterli çoğunluk sayısı olan 220 sandalyeye ulaşamadığı için cumhurbaşkanı adayını belirleme şansını yakalayamadı.

Irak Federal Mahkemesi, ki Tahran yönetiminin etkisi altında olduğu biliniyor, 220 koşulundan geri adım atacak gibi görünmüyor.

Mukteda es Sadr ile ayrı siyasi bloklarda yer Barzani, kendi partisinin daha fazla oy aldığını gerekçe gösterip, cumhurbaşkanı adayı çıkarınca deyim yerindeyse işler iyiden iyiye sarpa sardı.

Şimdi, Irak'ta cumhurbaşkanı seçilemediği için yasa gereği başbakan atanamıyor, yine yasa gereği başbakan atanamadığı için de hükümet kurulamıyor.

Buna, seçimlerden birinci parti olarak çıkan Mukteda es Sadr'ın ülkeyi artık çoğunluk hükümetiyle yönetmek istemesini ekleyince, Irak'taki sıkıntı içinden çıkılmaz hale geldi.

Burada, Irak'ın 2003 yılından buyana, bütün partilerin oy oranlarına bağlı olarak temsil edildiği “mutabakat hükümetleri” ile yönetilmiş olduğunu hatırlatalım.

Seçimlerden sonra, nasıl olsa Şiiler kendi aralarındaki sorunu çözer ve Şiilerin ağırlıkta olduğu bir hükümet kurulur, diye düşünenler yanıldı. Çünkü, Mukteda es-Sadr, başta Haşdi Şabi üzere birçok milis örgütünü “dış güçlere etkisi altında” görüyor.

Aslında Mukteda es Sadr'ın “dış güç” olarak işaret ettiği ülke, İran'dan başkası değil.

İran'ın Irak üzerindeki etkisini kırmak istiyor.

Bir önceki Başbakan Nuri el Maliki'yi de yolsuzlukla suçlaması dikkat çekici, yolsuzluk yaptığı bilinen siyasetçilerin hükümette olmasındansa hiç hükümet kurulmamasını evla görüyor.

Bu gelişmeler önemli çünkü, 2003'ten buyana ilk kez böylesine güçlü bir söylemle, Irak'taki bir Şii grup İran'ın etkisinden kurtulmak için çaba gösteriyor.

Sadr hareketi, İran'a yörüngesinde değil ama Türkiye'ye de yakın durmak istemiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin PKK'ya yönelik operasyonlarına karşı çıkan çıkıyor. Hatta, Irak Meclisi Güvenlik ve Savunma Komisyonu Türkiye’nin Irak topraklarındaki operasyonlarıyla ilgili araştırma komitesi kurma kararı aldı.

Mukteda es Sadr, İran'ın Irak üzerindeki etkisini azaltmaya çalışıyor, çalışmasına da, Tahran yönetimi bölgede hala “belirleyici” olma özelliğini sürdürüyor.

Son olarak Türkiye'nin Suriye'ye askeri operasyonu için hazırlıklar sürerken, İran Devrim muhafızları milisleri, kendisine bağlı 47. Alay milislerinde gönüllü olarak bulunan yerel unsurlara Suriye rejim güçlerine katılarak, Fırat'ın doğusunda Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) kontrolü altındaki bölgelere gönderme kararı aldığı bilgisi sızdı.

Ankara'ya ulaşan bilgiler bununla sınırlı değil.

Uluslararası koalisyon güçlerinin Halep doğusundaki kırsalında, Kobani kenti yakınında bulunan Lafarge üssünü tahliye etmeye başladığı belirtiliyor. Aynı zamanda İdlip'in güneyi, kuzeyi ve kuzey batı kırsalında El-Nusra cephesi tatbikatlar yaparak, “savaşa hazırlık seviyesini” arttırmaya çalışıyor.

Yine geçen hafta, Suriye Milli Ordusu'na (SMO) bağlı gruplar, Türkiye'nin operasyonu ile birlikte SDG'yi Suriye'nin kuzey doğusundan çıkarmayı hedefleyen askeri tatbikat gerçekleştirdi. Diğer yandan SMO mevzilerindeki bayraklarını indirdi. Halep doğusu bölgelerinde, Mınnakh, Ayn Dakne ve Tel Rıf'at'daki mevzilerinin üzerine Suriye bayrağı asmaya başladı.

Eş zamanlı olarak da 6 Rus helikopterinin Halep kırsalında SDG'nin kontrolü altındaki hava sahasında devriye uçuşu yapmakta olduğu bilgisini de aktaralım!

Rus ordusu aynı zamanda Kamışlı havaalanına Pantsir-S1 tipinde kısa menzilli hava savunma sistemini konuşlandırdı.

Bölgeden ulaşan bilgileri kısa kısa aktardıktan sonra, Türkiye'nin içerideki ağır ekonomik kriz ve güncel siyasi tartışmalarla boğuşurken, Irak ve Suriye eksenindeki gelişmelerle, bölgede siyasi/stratejik dengelerin adeta bıçak sırtında olduğu saptamasını yapalım. Türkiye adeta bir ateş çemberi içinde... 

Irak ve Suriye konusunda atılan ya da atılmayan her adımın yakın dönemde Türkiye'ye etkisi olacağı muhakkak. Ama ve lakin, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kendisini iktidarda tutmak için içeride harcadığı enerji, Türkiye'yi dış politikada zayıf düşürüyor, etkisini ve caydırıcılığını azaltıyor, diyerek yazımıza noktayı koyalım.