Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Lenny, Beşir, John Kennedy ve Delilik Üstüne

Sahne aydınlanıyor. Kamera kayıtta.

Solgun bir erkek bedeni. Banyonun beyaz seramik zeminine çırılçıplak yüzü koyun uzanmış yatıyor. Sol kolunda siyah lastik bir kurdele var.

Cansız bedenin hemen yanındaki lavabo tezgahının üstünde sapı bükülü, metal bir yemek kaşığı, ince uzun iğnesi çaprazlamasına kaşığın üstüne bırakılmış bir şırınga.

Ölüm tüm sakinliğiyle, usul usul sokulmuş bedenine.

Bir komedyenin ölümü böyle olmalıydı belki de yaşlanıp unutulmadan, elden ayaktan düşmeden, birilerine muhtaç kalmadan, erdemli bir son sahne eşliğinde...

1960'lar Lenny'nin kariyerinin parladığı yıllardı. Kısa sürede keskin zekâsı seyirciyi yakaladı. Fakat gerek üslubu gerek özel yaşamı yüzünden sık sık başı belaya girdi.

Lenny sık sık uyuşturucu bulundurmaktan, eğlence mekanlarında yaptığı komedi şovlarında kullandığı sivri dil yüzünden ve çoğunlukla ahlaksız davranışlardan ötürü defalarca mahkemelik oldu, hapse girdi.

Her şeye rağmen, uyumsuz tavrını sürdürmeye kararlıydı. Haliyle avukat masrafları, kefalet ücretleri yüzünden varını yoğunu yavaş yavaş kaybederken uyuşturucu bataklığına iyice saplandı.

Yaşadıkları yüzünden uyuşturucunun karanlık, yok edici devasa boşluğuna her geçen gün daha fazla gömüldü. Giderek uzaklaşarak yabancılaştığı topluma ve toplumun çoğunluğu tarafından secde edildiğini her fırsatta vurguladığı iki yüzlü ahlakçı sisteme karşı kendine has bir tavırla mücadeleye girişti ve sonunda her şeyin anlamsız olduğuna karar verip tüm bu saçmalığa kendi bildiği yolla veda etti.

Los Angeles’de, borç içinde ve yalnız yaşama gözlerini yumduğunda, Lenny sadece kırk yaşındaydı.

Köprünün altından çok sular aktı; ahlak anlayışı ve toplumsal normlar değişti. Yasalar da bu değişime ayak uydurdu.

Güncel mizah anlayışı düşünüldüğünde Lenny’nin espri üslubu, müstehcen tavır ve davranışları geçerliğini yitirmiş olsa da artık yasa dışı kabul edilmiyor.

Yaşam bazılarına altın tepside çeşitli fırsatlar sunarken, bazılarına da sırtını döner. O bazıları, yani siyah kuğular, zamanının ötesinde yaşadığı, farklı düşündüğü, sıra dışı konuştuğu ve aykırı görülen fikirleri kaleme aldığı için en ağır cezaları çekmek zorunda kalır.

Lenny Bruce’un yaşam öyküsü 1974 yılında sinemaya uyarlandı. “Lenny” isimli filmde başrolde Dustin Hoffman var ve çok etkili bir oyunculuk sergiliyor. Bob Fosse’nin yönetmenliğini yaptığı film, 1975 Oscar Ödülleri’nde en iyi film, yönetmen, erkek oyuncu, kadın oyuncu, uyarlama senaryo ve sinematografi dallarında tam 6 ödüle aday gösterildi. Filmin kadın oyuncusu Valerie Perrine, Cannes Film Ödülleri’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandı.

*

Beşir Fuat, dostu Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı bir mektupta iki yıl sonra gerçekleştirmeyi planladığı intiharın haberini verdiğinde otuz üç yaşındaydı.

Parlak, zeki ve yetenekli bir gençti. Bir süre Padişah Abdülaziz’in yaverliğini bile yapmıştı.

Gazetelerde çalıştı, hatta başyazar oldu; kitaplar yazdı.

Dışarıdan bakıldığında büyük umut vadeden geleceğin genç bir liderlerinden biriydi.

Bazı münevverler onun Cizvit okuluna gitmesini, Doğu’dan çok Batı etkisinde kalmasını, Batı materyalizminin ruhunu çürüttüğünü ve yolunu kaybetmesine neden olduğunu söyler. Bu kayboluşun onu alkol, fuhuş ve uyuşturucu sarmalına düşürdüğünü ve yaşama hevesinin tamamen yok olduğunu anlatır.

Oysa, genç yazar belki de annesi gibi aklını yitirerek ölmekten korkuyordu sadece. Belki de gerçekçi kişiliğinin olgucu yanı, akıl hastalığının kalıtsal olarak kendisine miras kalması olasılığına karşı sükûnetini korumasına engel olmuştu.

Görünen o ki en büyük kâbusu delirerek ölmekti; üstelik içindeki karanlığın o devasa boşluğunda kaybolup gittiği geceler her geçen gün onu daha da fazla sıkıştırıyordu.

Derisinin altına uyuşturucu zerk ederek atardamarlarından birini keseceğini Ahmet Mithat'a mektupla bildirdiği günden iki sene sonra, 1887’nin Şubat ayında, soğuk bir kış akşamı dediği gibi yaptı.

Koluna klorit kokain enjekte edip bileğini usturayla kesti ve ölümün ruhunu bedeninden yavaş yavaş çekip almasını beklerken hissettiklerini kaleme almaktan da geri durmadı.

*

Umutsuzluk, hor görülme ve yok sayılma evrelerinin karanlığına daha fazla karşı koyamayan genç John Kennedy planladığı gibi intihar notunu hazırlayıp evlerinin garajında otomobilin egzozundan çıkan zehirli gazların ölümcül vasıtasıyla intihar ettiğinde otuz bir yaşındaydı.

“Alıklar Birliği” isimli grotesk, alaycı, paranoyak eserinin, kara mizahın tüm olanaklarını kullanan, sırtını bir tür vodvil temeline yaslayan şaşırtıcı derecede sıra dışı kahramanı Ignatius, onun için kurgusal bir karakterden daha fazlasıydı.

Apaçık biçimde Ignatius, John Kennedy’nin olmak istediği kişiydi. Bu yüzden, yazdığı eserle kendisi arasındaki dokunaklı ilişkide tutkulu bir bağımlılık ilk göze çarpan unsurdu. Eserini kabul etmeyen yayıncılar, değer bilmez sosyal çevresi ve annesiyle olan inişli çıkışlı ilişkisi neticesinde içine düştüğü travma onu hızlı bir şekilde mutlak sona doğru taşıdı.

“Alıklar Birliği”, ölümünden on bir yıl sonra, 1980'de Louisiana Devlet Üniversitesi tarafından yayınlanabildi. Kitap, övgü dolu sözlere ve yazılara konu oldu, bir buçuk milyon kopya sattı ve en sonunda 1981’de Pulitzer Ödülü'nü aldı.

Neresinden bakılırsa bakılsın trajik bir hikâye.

Kafka’nın öldükten sonra dünya çapında şöhret kazanması gibi John Kennedy de ölümünden sonra geniş kitlelerce tanındı, kitabı saygın bir edebiyat ödülü aldı ve birçok dile çevrilip ülkesinin sınırlarını aştı.

*

Sanatçıların toplumsal açıdan uyumsuz, farklı, uç, melankolik, öngörülemez, deliliğe yatkın bir karaktere sahip olduğu varsayılır.

Kanımca, bu emareler yaratma dürtüsünün en büyük yan etkilerinden bazıları.

Eğer delilik bir yaratıcılık defosuysa, tamiri kolay olmayan bir defodur, aynı zamanda. Çünkü o, bir yönüyle, kayıp ruhlar treninin son durağı, karanlık sarp bir uçurumun kıyısıdır.

Bazısı kıyıdan döner ama artık geride bıraktığı şeylerin hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağını bilerek acıya verir kendisini. Kıyıda bıraktığı benliğinin yerini almış koca bir oyukla yaşamaya devam eder. O oyuğa bir isim, bir sembol verip ona söylemek, çığırmak, ona hitaben yazmak ister.

Deliliğe yüz verenlerin ise seçenekleri çokludur ama sonu aynıdır genellikle. Bir şiir dizesinde kaybolan şair gibi, zihinlerini kurcalayan, o hiç yazılmamış şiire konu olan sözcüğü arar dururlar.

“Delilik hassas insanların protestosudur,” der Victor Hugo. O da kıyısından dönmüştür çoğu yazar gibi.

Sonra, Jean Valjean ekmek çalar, devrim başlasın diye.

*

“Lenny”i izlemenizi; Ahmet Mithat Efendi’nin “Beşir Fuat” isimli biyografisi ile John Kennedy Toole'un, “Alıklar Birliği” romanını okumanızı tavsiye ederim.

İyi pazarlar…