Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Bayan Dalloway’in Vedası

“Sevmek insanı yalnızlaştırıyor, diye düşündü.” (Bayan Dalloway)

"Bir insan ne kadar mutsuz olabilirse o kadar mutsuz oldum, ne kadar mutlu olabilirse o kadar mutlu oldum." (Varolma Anıları)

"Hayatın anlamı nedir?... Basit bir soru; yıllar geçtikçe insanı içine çeken bir soru. Büyük vahiy hiç gelmemişti. Büyük vahiy belki de hiç gelmedi. Bunun yerine küçük günlük mucizeler, aydınlatmalar, karanlıkta beklenmedik bir şekilde çakan kibritler vardı." (Deniz Feneri)

*

“Sevgilim,

Yine delireceğimden eminim. O korkunç zamanlardan birini daha yaşayamayacağımızı hissediyorum. Ve bu sefer iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım ve konsantre olamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey gibi görünen şeyi yapıyorum. Bana mümkün olan en büyük mutluluğu verdin. Bir insanın olabileceği her şey oldun. Bu korkunç hastalık gelene kadar iki insanın daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Daha fazla mücadele edemem. Hayatını mahvettiğimi biliyorum, bensiz de çalışabilirsin. Ve çalışacaksın, biliyorum. Görüyorsun, bunu doğru düzgün yazamıyorum bile. Okuyamıyorum. Söylemek istediğim, hayatımdaki tüm mutluluğu sana borçlu olduğum. Bana karşı son derece sabırlı ve inanılmaz derecede iyiydin. Bunu söylemek istiyorum- bunu herkes biliyor. Beni kurtarabilecek biri olsaydı o da sen olurdun. Senin iyiliğinin kesinliği dışında her şey benden gitti. Hayatını daha fazla mahvetmeye devam edemem.

İki insanın bizim kadar mutlu olabileceğini sanmıyorum.”

*

28 Mart 1941. İngiltere. Doğu Sussex.

İkinci Dünya Savaşı tüm Avrupa’yı etkisi altına almıştı ve “uygar” Batı dehşetle kollarını yukarı açmış yakarıyordu.

Bayan Dalloway düşünceli ve donuk bakışlarıyla mektubunu yazarken Leonard çalışma masasının önünden geçti ve ona öğle yemeği vaktinin yaklaştığını hatırlattı.

Garip bir sessizlik çökmüştü sanki eve. Leonard bir şeylerin ters gittiğini anladı. Son bir kez eşine seslendi ama cevap alamadı.

Tahmin ettiği gibi çalışma odası da boştu.

Leonard evden dışarı çıktı ve onu aramaya gitti.

Şapkasıyla bastonunu nehir kıyısında buldu.

Yetkililer cesedine ancak üç hafta sonra ulaşabildi.

Ağır depresyonla baş edemeyen kadın, paltosunu giymiş, ceplerini taşlarla doldurmuş ve evin arkasında çağlayan Ouse Nehri'ne doğru yürüdükten sonra usulca kendini akıntıya bırakmıştı.

Sıra dışı kafaların kendileri için yazdıkları biricik sonlardan biriydi onunki de.

Çoğu insan için anlaşılması güç, belki de saçma.

*

İnanılmaz imgeler ve düşsel söz oyunlarıyla edebiyatta kendine has bir üslup yaratan, aynı zamanda sanat tarihi, politika ve feminizm gibi farklı alanlarda eserler üreten ünlü İngiliz yazar Virginia Woolf’un külleri eşi Leonard tarafından beraber yaşadıkları 16. yüzyıldan kalma evlerinin (Monk’s House) bahçesindeki bir karaağacın dibine gömüldü.

“Dalgalar” adlı kitabının son satırları Leonard tarafından bir taşın üzerine yazıldı: "Sana karşı, kendimi fırlatıyorum, yenilmez ve uzlaşmaz, ey Ölüm! Kıyıda dalgalar kırıldı.”

20. yüzyılın en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilen T.S. Eliot (1888-1965), Virginia Woolf'un vefatını duyduğunda "bir dünyanın sonu" olarak tanımladı.

*

Virginia Woolf, 25 Ocak 1882'de Londra'da Adeline Virginia Stephen olarak doğdu. İngiliz Biyografi Sözlüğü'nün yazarı olan babası Sir Leslie Stephen tarafından evde eğitildi ve genç yaşta kendini kitaplara adadı. Annesi Julia Duckworth Stephen hemşireydi ve hemşirelik üzerine bir kitap yayımlamıştı.

Annesi 1895’te ölünce bu olay genç kadın için ruhsal çöküntülerinin başlangıcı oldu.

Kız kardeşi Stella’yı hemen annesinin ölümünden iki yıl sonra, babasını ise 1904'te kaybetti.

Yakınlarını erken kaybetme gerçeğiyle başa çıkamadı ve ölüm fikri hayatındaki en temel ve belirleyici etken oldu.

*

Virginia ile gazeteci Leonard Woolf ilk kez 1900 yılı civarında Virginia'nın Trinity kolejindeki erkek kardeşi Thoby'yi ziyareti sırasında tanıştılar.

Tanıştıkları gün giydiği beyaz elbise ve şemsiyeye dikkat çeken Leonard, onun "Viktorya dönemi genç hanımlarının en Viktorya dönemine ait olanı" gibi göründüğünü ilan etti.

Zeki ve güzel bir genç kadın olan Virginia Woolf'un birçok hayranı vardı, bu yüzden Leonard'ın da ona ilgi duyması şaşırtıcı değildi.

Virginia ile Leonard 1912 yılında evlendi. 1917'de birlikte kurdukları Hogarth Press, E.M Forster, Katherine Mansfield ve T.S. Eliot gibi yazarların erken dönem eserlerini basan ve Sigmund Freud'un eserlerini tanıtan başarılı bir yayınevi oldu.

Woolf'un ilk romanı “Dışa Yolculuk”un (1915) ilk baskısı dışında, Hogarth Press tüm eserlerini de yayımladı.

Virginia ve Leonard aynı zamanda E.M. Forster, Duncan Grant, Virginia'nın kız kardeşi Vanessa Bell, Gertrude Stein, James Joyce, Ezra Pound ve T.S. Eliot'ın da dahil olduğu ünlü edebiyat çevresi Bloomsbury Grubu'nun da bir parçasıydı.

Virginia, aralarında “Bayan Dalloway” (1925), “Jacob'ın Odası” (1922), “Deniz Feneri” (1927), (1929) ve “Dalgalar”ın (1931) da bulunduğu modern klasikler olarak kabul edilen birçok roman yazdı.

*

O, döneminin değer yargılarının dışında, özgür ruhlu, asi, kısaca sıra dışı bir karakterdi. Leonard, her şeye rağmen onu olduğu gibi seviyordu.

Öyle ki, yazar ve aristokrat Vita Sackville-West ile yaşadığı gönül ilişkisinden haberdar olan Leonard bu ilişkiye itiraz etmeyip sessiz kalmıştı.

Uzun evlilikleri boyunca Leonard, Virginia'ya birçok depresyon nöbeti, sayısız intihar girişimi ve bipolar bozukluğunun iniş çıkışları süresince baktı.

İkisi arasındaki güçlü bağ, Virginia’nın eserlerine olumlu etkide bulunuyordu. Leonard’ın fikirleri yazma tutkusunu tetikliyor, bu da onu yaşama bağlıyordu.

Virginia’nın tuttuğu günlüklerde yaratıcılığı açısından Leonard’ın fikirlerinin ne kadar önemli olduğu açıkça görünüyordu.

Yıllar boyunca kaydettiği günlüklerinin sayfalarına şu notları almıştı:

“26 Temmuz 1922. Pazar günü L. Jacob'ın Odası’nı okudu. En iyi eserim olduğunu düşünüyor... Deha eseri diyor; başka hiçbir romana benzemediğini düşünüyor; insanların hayalet olduğunu söylüyor; çok tuhaf olduğunu söylüyor.”

“23 Ocak 1927. Deniz Feneri’ni okudu ve bunun benim en iyi kitabım olduğunu ve bir başyapıt olduğunu söyledi. Bunu ben sormadan söyledi.”

“31 Mayıs 1928 L. Orlando’yu beklediğimden daha fazla ciddiye alıyor. Bazı açılardan Deniz Feneri’nden daha iyi olduğunu düşünüyor.”

“9 Temmuz 1931. Bu sabah çalışma odama gelen L. [Dalgalar hakkında] Bu bir başyapıt ve kitaplarının en iyisi, dedi”

“3 Kasım 1936. Mucizeler asla bitmeyecek. L. aslında Yıllar’ı sevdi! Şimdiye kadar, rüzgar bölümüne kadar, kitaplarımdan herhangi biri kadar iyi olduğunu düşünüyor.”

İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte Virginia’nın huzursuzluğu giderek arttı. Özellikle Nazilerin İngiltere'yi işgal etmesinden çok korkuyordu. Böyle bir durumda, Eşi Leonard’ın Yahudi mirası nedeniyle Nazilerin gazabına uğrayacaklarını düşünüyordu.

İki sevgili, Nazilerin ülkeyi işgal etmeyi başarması durumunda birlikte intihar edeceklerine dair anlaştı. Fakat yaratıcılık stresi savaşla birleşince Woolf'un ruhsal durumu ciddi olarak bozulmaya başladı ve daha fazla beklemeden kendi yaşamına son verdi.

*

Sonuç itibarıyla, Virginia Woolf dönemi itibarıyla oldukça yenilikçi bir yazardır. Eserleri genellikle feminist eleştirinin gelişimiyle yakından bağlantılıdır, aynı zamanda modernist hareketin önemli bir yazarıdır.

Karakterlerinin iç yaşamlarını son derece mahrem ayrıntılarla anlatmasına olanak tanıyan bilinç akışı üslubu ile romanda devrim yaratmıştır.

Kendine Ait Bir Oda'da Woolf şöyle yazar: "Eğer kadınsak annelerimiz üzerinden düşünürüz. Büyük erkek yazarlara yardım için gitmek faydasızdır, her ne kadar zevk için onlara gidilse de."

*

Bu arada Virginia Woolf’un yaşam öyküsünden yola çıkılarak yazılan Michael Cunningham'ın Pulitzer ödüllü kitabından sinemaya uyarlanan 2002 yapımı “Saatler” (The Hours) filminden de kısaca bahsedelim.

Filmin yönetmeni Stephen Daldry. Başrollerde ise Oscar ödüllü üç oyuncu, Merly Streep, Nicole Kİdman ve Julianne Moore ile usta oyuncu Ed Harris var.

2003’te 9 dalda Oscar’a aday gösterilen filmde Nicole Kidman’ın, Virginia Woolf performansı “en iyi kadın oyuncu” ödülüne layık görüldü. Ayrıca, aynı yıl BAFTA Ödülleri’nde de Nicole Kidman’ın “en iyi kadın oyuncu” ödülünü kazandığını belirtelim.

Film, Virginia Woolf'un 1925 tarihli romanı Mrs Dalloway ile hayatları birbirine bağlanan farklı kuşaklardan üç kadına odaklanıyor. Bu kadınlar, 2001 yılında AIDS'ten muzdarip şair arkadaşı Richard (Harris) için bir ödül partisi hazırlayan New Yorklu Clarissa Vaughan (Streep); 1950'lerin Kaliforniya'sında mutsuz bir evlilik sürdüren, küçük bir oğlu olan hamile ev kadını Laura Brown (Moore) ve 1920'lerin İngiltere'sinde bir yandan romanını yazmaya çalışırken bir yandan da depresyon ve akıl hastalığıyla mücadele eden Virginia Woolf'un (Kidman) ta kendisidir.

İyi seyirler…