Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

BAŞARI HİKAYESİNE İHTİYACI VAR!

Türkiye, giderek ağırlaşan ekonomik krizle birlikte zor bir seçim sürecine girmiş görünüyor. 

Belli ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisini bugüne getiren, tabanını tahkim etmesini sağlayıp iktidarda tutan politikalarından vazgeçmiş değil. 

Ağır bir kimlik siyaseti, güçlü bir İslamcı ve milliyetçi söylem, keskin bir kutuplaştırma; muhalif olan kim varsa, baskı ve gözdağı...

Ancak bütün bu politikaların, bugünün ahval şeraiti içinde iktidar lehine sonuç vermesi için Erdoğan'ı kitlelerin gözünde parlatacak, kahramanlaştıracak iyi kotarılmış bir “başarı hikayesine” ihtiyaç var. 

Tabiatıyla, söz konusu başarı hikayesi, ne kadar İslamcı, milliyetçi damara uygun olursa, iktidar için o kadar makbul sayılacak. 

Külliye'nin “algı yöneticileri” açısından, Erdoğan'ın seçim sürecinde üstesinden gelemeyeceği ekonomik sorunları arka plana atacak başarı hikayesinin diplomasi dosyasının içinden çıkması, büyük önem taşıyor! 

Sonuçta, terör tehdidi, milli güvenlik ve beka sorunu gibi dış politikanın dokunulmaz konu başlıkları üzerinden Erdoğan'ın eleştiriden azade kılınmasıyla, seçim sürecinde iktidara geniş bir manevra alanı sağlaması söz konusu.

İşte, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği meselesi, iktidarın yana yakıla bir başarı hikayesi aradığı sırada, kaçırılmayacak bir fırsat olarak ortaya çıkıverdi!

Biz, Canan Kaftancıoğlu'na gelen, Ekrem İmamoğlu'na gelmesi muhtemel siyaset yasağını konuşurken, her gün hiç sektirmeden iğneden ipliğe gelen zamları kara kara düşünürken, ay sonuna kadar cebimizdeki parayı hesap ederken; Erdoğan çıktı, NATO meselesini gündeme taşıdı.

“Biz şu anda İsveç ve Finlandiya ile ilgili gelişmeleri takip ediyoruz ama olumlu bir düşünce içerisinde değiliz” dedi.

İktidar medyası, Saray'dan aldığı talimat üzerine mi, yoksa yıllardır durumdan vazife çıkarma konusunda iyice uzmanlaştığı için mi bilinmez ama hiç zaman yitirmeden hızla Erdoğan'ın ihtiyacı olan başarı hikayesini yazmaya başladı. 

Televizyonlardaki iktidar yorumcuları - ki bunların arasında, 23 Şubat akşamı Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmayacağını elindeki çubukla uzun uzun anlatan uzmanların da bulunduğu notunu düşelim – Erdoğan'ın çıkışını deyim yerindeyse köpürte köpürte değerlendirdiler. 

Ertesi gün çıkan gazetelerin birinci sayfaları çok farklı değildi elbette.

Doğal olarak Erdoğan'ın bu çıkışı, ilgili başkentlerde yankı buldu. 

Beyaz Saray, Erdoğan'ın iç politikaya oynadığını yakından bildiği için, “Türkiye'nin duruşunu netleştirmeye çalışıyoruz. Sizi bu konudaki görüşleriyle ilgili daha fazla bilgi için Türkiye hükümetine yönlendiriyorum” diyerek meseleyi Ankara'ya havale etti.

İsveç ve Finlandiya ise çok beklemedi, daha ertesi gün Erdoğan'ın elini açık etti.

Finlandiya Dışişleri Bakanı Haavisto, “Türkiye daha önce Finlandiya’nın NATO’ya katılması için pozitif görüş beyan etmişti” dedi. İsveç Dışişleri Bakanı Linde de, Türkiye’nin daha önce İttifak’a katılımla ilgili bir itiraz iletmediğini söyleyiverdi.

Tabii burada, her ne kadar iç politika kaygısıyla yapılmış olsa da, Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine ilişkin bu pozisyonunu en üst düzeyde açıklamış olmasının, gerek ittifak içinde gerekse ikili ilişkilerde ciddi bir kriz riski taşıdığına ayrıca vurgu yapmak gerekiyor.

Durum böyle olunca, Erdoğan'ın açıklamalarının “açıklamasını yapma” ve yazılmaya başlayan başarı hikayesine halel getirmeden geri vitese takma görevi Külliye'nin danışmanlarından İbrahim Kalın'a düştü.

Kalın, lisan-ı münasiple mealen, “normali makulde, makulü de normalde arayalım” diyerek, ortamı yumuşattı.

Burada biraz duralım, soluklanalım ve kendimize soralım, buradan Türkiye'deki ağır ve giderek daha da ağırlaşan ekonomik krizi perdeleyecek bir “başarı hikayesi” çıkar mı? 

Çıksa bile seçim sonuçlarına etki eder mi? 

Erdoğan'ın iktidarını korumasını sağlar mı?

Bunun, seçime muhtemel etkisi konusunda yorum yapmak için erken olabilir ama buradan iyi bir diplomasi ve akıllıca yönetilmiş süreçle bir başarı hikayesinin çıkarılmasını ihtimal dışı görmemek gerekiyor. Erdoğan meseleyi Hariciyenin deneyimli diplomatlarına devretmiş olsaydı ve erken bir çıkışla iç politikaya oynamasaydı, Türkiye'nin etkin bir diplomasi ile sonuç alma şansı artardı.

Diğer yandan Erdoğan, Türkiye'nin, PKK/YPG ve FETÖ'ye ilişkin taleplerini - küçük bir bölümünü bile olsa - İsveç ve Finlandiya'ya kabul ettirebilirse, içeriye pazarlanacak “başarı hikayesinin” en az yarısı yazılmış olur.

Hele bir de, Amerikan Başkanı çıkıp, “F-35'leri veriyorum, yeter ki siz veto kartınızı kullanmayın” derse...

Demeyeceğini biliyoruz elbette. 

Bu konuda ima yoluyla yeşil ışık yakar gibi yapması bile, Erdoğan'ın başarı hikayesinin ilk cildinin tamamlanması için iktidar medyasına yeterli olacaktır.

Sonuçta yirmi küsur yıldır uyguladığı dış politikadan biliyoruz ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, kendi iktidarına destek verdiği sürece Batılı ülkelerin çıkarlarına halel getirmekten özellikle kaçınmaktadır! 

Bu, dün böyleydi, bugün da böyle, yarın da -eğer iktidarda kalırsa - böyle olacak!

Ezcümle, Erdoğan'ın kendi tabanına yönelik üst perdeden yaptığı açıklamalara ek olarak birkaç küçük taviz karşılığında  “İsveç'e, Finlandiya'ya ve NATO'ya diz çöktüren lider” imajı için yeteri kadar malzeme sağladığını düşündüğünde, bu iki İskandinav ülkesinin NATO üyeliğine onay vereceğini biliyoruz.

Erdoğan ya hiçbir şekilde istediğini alamazsa...

Ne uluslararası koşullar ne Türkiye'nin içinde bulunduğu durum, Batılı müttefiklerine karşı yürüttüğü bu pazarlıkta Erdoğan'a avantaj sağlıyor! 

Yani Türkiye, öyle ya da böyle bu iki İskandinav ülkesinin İttifak'a katılımına onay verecek gibi görünüyor.

Peki, buna Rusya'nın tavrı ne olur? Bu sorunun yanıtını başka bir yazının konusu yapalım; dış politika ile iç politika arasındaki çizginin bu kadar silikleştiği ve popülizmin bu kadar alıp yürüdüğü bir dönemde, ulusal çıkarları önceleyen akılcı bir bakış açısına olan ihtiyacın her geçen gün artmakta olduğuna vurgu yaparak noktamızı koyalım.