Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789

ZAMANLAMASI MANİDAR!

Hariciye'nin kendine has bir dili vardır!

Bunu, çoğunlukla Hariciyeciler ve Hariciye'yle yakın ilişkisi olanlar bilir.

Bu dil, dış siyasetin kendine has kavramlarının ve bu kavramların temellendiği hassas içeriğin dikkatlice ve amacına uygun şekilde ifade edilmesinde kullanılır.

Diplomatlar, herhangi bir gelişmenin ya da söylemin veya bu ikisinin bir arada meydana gelmesiyle, iş ve söylemden daha çok, bunun zamanlamasının altında bir “çapanoğlu” bulunduğunu anlatmak için “zamanlaması manidar” ifadesini kullanırlar.

Çoğunlukla olumsuz bir anlam taşır.

Eğer ki, olumlu bir yaklaşım ortaya konacaksa “zamanlıca” demeyi tercih ederler.

Bu zaviyeden baktığımızda, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, bundan korkan İsveç ile Finlandiya'nın NATO'ya üye olmak istemeleri, Türkiye'nin PKK, PYD ve YPG'ye verdikleri destek nedeniyle bu iki ülkenin ittifaka üyeliğine karşı çıkıyor olmasıyla patlak veren kriz, eş zamanlı olarak Yunanistan'ın Ege'de gerginliği tırmandırması ve bütün bunlarla birlikte Yunan Başbakanı'nın Amerika ziyaretini, Hariciye diliyle “zamanlaması manidar” olarak değerlendirmek mümkün!

Gelin yakın gözlüğümüzü takarak, “zamanlaması manidar” olan gelişmelere ve muhtemel sonuçlarına bakalım!

Bir süreden buyana Türkiye ile Yunanistan arasında işlerin pek yolunda gitmediği, konuyla uzaktan yakından ilgili herkesin malumu.

Oysa, 1999 yılında başlayan yakınlaşma süreci, her ne kadar zaman içinde Avrupa Birliği ve Kıbrıs meseleleriyle yara almış olsa da, 2010 yılından sonra ete kemiğe bürünmüştü.

İki ülke arasında ihdas edilen Yüksek Düzeyli Stratejik Konseyi, 2010'dan 2016'ya kadar dört toplantı yapmış, bu süreçte toplam 54 belge imzalanmış, ayrıca bir de İş Forumu gerçekleştirilmişti. Yakınlaşma bu toplantılarla sınırlı kalmamış, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7-8 Aralık 2017'de Atina ve Gümülcine’yi kapsayan resmi bir program çerçevesinde Yunanistan’ı ziyaret etmişti.

Bunun, Devlet Başkanı düzeyinde 1952 yılından beri yapılan ilk resmi ziyaret olduğunun altını çizelim.

İlişkilerdeki bu parçalı bulutlu, mutedil dalgalı “bahar havasına” karşın, iki ülke arasındaki yapısal sorunların çözülememiş olması, -Yunan siyasetçilerin, istedikleri zaman bunları Türkiye'nin önüne getirebilecek, gerektiğinde Türkiye'yi sıkıştırmaya imkan sağlayacak- ikili ilişkilerdeki  sıkıntılı zeminini olduğu gibi korudu.

Yeter ki, Yunanistan milli dava olarak gördüğü kıta sahanlığı, hava sahası gibi Ege meselelerinin, Batı Trakya'da yaşanmakta olan sıkıntıların ve Kıbrıs'taki sürecin kendi lehine çözümü için Türkiye'yi sıkıştıracak bir fırsat ortaya çıksın!

Bu fırsatlar, bir süreden buyana Yunanistan'a zaten göz kırpıyordu.

Yunanistan, Doğu Akdeniz ve sığınmacı meselelerinde, Avrupa'dan, Amerika'dan esen rüzgarlarla yelkenlerini doldurmuştu. Ancak, Türkiye'nin sığınmacılar konusunda Avrupa Birliği ile yaptığı anlaşma ve Almanya'nın bir önceki Başbakanı Merkel'in siyaseten Erdoğan'ı koruyup kollaması hasebiyle Yunan siyasetçiler, kendilerinde Türkiye ile tam bir siyasi, stratejik cepheleşme içine girecek cesareti bulamamışlardı.

İşte Yunanistan için bu fırsat, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle birlikte ortaya çıktı.

Atina yönetimi çok fazla beklemeden harekete geçti, Onikiada'daki Türk azınlığın mallarının devletleştirilmesine zemin hazırlayan Kadastro yasası hazırlandı, Rodos'taki Süleymaniye Medresesi'nin adı değiştirildi, Yunan uçakları arka arkaya Türk hava sahasını ihlal etmeye başladı. İpleri gererken, Türkiye'den gelen her sert açıklamayı daha sonra kullanılmak üzere dosyalamaya girişti.

Böylece Yunanistan, Türkiye'yi NATO'nun güney kanadında “güvenilmez bir müttefik” olarak resmedecek görüntüyü hassasiyetle oluşturdu.

Aynı süreçte Türkiye'nin Ukrayna krizinde Batılı müttefiklerinin tam olarak yanında durmamasını, İsveç ile Finlandiya'nın terör örgütlerine desteğini gerekçe gösterip bu iki ülkenin NATO üyeliğine karşı veto hakkını kullanmasını çantasına koyan Miçotakis, dosyalarının arasına “Türkiye'nin saldırgan siyasetine ilişkin başlıkları” sıkıştırıp Amerika'ya gitti.

Hemen vurgulamak gerekir ki, Amerikan Başkanı Biden'ın, Erdoğan'a mesafeli duruşu Yunanistan'ın işini kolaylaştırdı.

Burada kısa bir ayraçla, iki ülke arasındaki askeri, stratejik dengenin zaten geçen yıl Amerika'nın devreye girmesiyle bozulmuş olduğuna işaret edelim. 1990 yılında imzalanmış olan Amerikan askerlerinin Yunanistan topraklarında eğitim görmesine ve faaliyet göstermesine imkan tanıyan Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması (MDCA) geçen sene güncellenmişti. Böylece Amerikan askerlerinin, Yunanistan’ın orta ve kuzeyindeki ordu üsleri ile Girit adasındaki donanma üssü dahil olmak üzere dört askeri üste daha varlık göstermesi söz konusu oldu, diyerek ayracı kapatalım.

Yunanistan'ın en az beş yıl boyunca yürürlükte kalacak bu anlaşmayı Türkiye'ye karşı da bir güvenlik kalkanı olarak gördüğünü not olarak ekleyelim.

Sonuçta, Miçotakis'in Amerika ziyareti, burada kendisine uygulanan en üst düzey protokol ve Kongre'de verdiği mesajlarla bombanın pimini çekti, iki ülke ilişkilerinin üzerine bırakıverdi. Bununla yetinmedi, Avrupa Birliği'ndeki mevkidaşlarını “Türkiye’nin Yunanistan ya da Avrupa Birliği tarafından hoş görülemeyecek olan saldırganlığı ve provokasyonları konusunda bilgilendirdiğini” açıklayıverdi.

Bu gelişmelerin, Külliye'de sinirleri hayli gerdiğini söylemek yanlış olmaz.

Öyle ki, Erdoğan önce “Miçotakis benim için bitmiştir” diyerek meseleyi güzelce kişiselleştirdi ve sonrasında Yüksek Düzeyli Stratejik Konseyi adı verilen ikili işbirliği platformunu iptal ettiğini duyurdu.

Konseyin iptal edilmesi meselesini, her gelişmeyi kuyumcu terazisi hassasiyeti ile tartan, dış ilişkilerde üç değil, beş adım sonrasını düşünen, ne olursa olsun tedbiri elden bırakmama konusunda ün yapmış Hariciye bürokrasisi ile konuşarak, tartışarak mı alındı; şimdilik bilmiyoruz ama belli ki Türkiye, Batı ile ilişkilerinde yeni ve oldukça sıkıntılı bir döneme adım atmış görünüyor.

Bunun, içeride milliyetçi, muhafazakar tabanın tahkim edilmesinde belli ölçüde bir etkisinin olması söz konusu elbette.

Açık yüreklilikle ifade edelim, Türkiye, ne yazık ki sadece Irak ve Suriye'de değil, Ege'de de sıcak bir çatışmanın eşiğinde duruyor!

Amma velakin, iç siyaset hesaplarıyla ülkeyi bir ateş çemberinin ortasında bırakacak kararlar almanın orta ve yakın vadede hemen her açıdan ciddi bir fatura çıkaracağını düşünmemek safdillik olur.

Seçime giden süreç, toplumun büyük bölümünü giderek yoksulluğa iten ekonomik krizle birlikte dış siyasetteki havanın giderek ağırlaşması Türkiye'yi adeta cendere içine soktu.

Yapılan açıklamalar, iç siyaset kaygısıyla atılan adımlar, askerlerin parmaklarını silahların tetiğinden uzak tutmuyor!

Hepsini bir arada düşündüğümüzde bütün bu gelişmelerin “zamanlaması manidar” diyerek yazımıza noktayı koyalım.