Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

AK SAKALLI TARİH BABA, KARA KAPLI DEFTERİNE NE YAZACAK?

Bahadır Selim Dilek

Ekonomik kriz Türkiye'yi öyle güçlü vurdu ki, son birkaç ayda uluslararası sistemde yaşanan dramatik değişime ve bu değişim sürecini ortaya çıkaran gelişmelere kafamızı kaldırıp bakma şansı bile yakalayamadık!

Madrid'de yapılan NATO zirvesi, yeni bir soğuk savaş döneminin kapıları açtı.

Türkiye'deyse bu meseleyi sadece üç gün konuştuk. Sonra bu önemli konuyu gündemin tozlu raflarına kaldırdık.

Neden mi?

Temmuz ayıyla birlikte ülke olarak hiperenflasyona demir attık ve cümbür cemaat içimize kapandık.

İğneden ipliğe arkası kesilmek bilmeyen zamlarla, ay sonunu nasıl getireceğimizi düşünmeye başladık.

Oysa küresel ölçekte enformasyonun muson yağmuru gibi yağdığı günümüzde, tarihe tanıklık etmek, tarihe not düşmek için eskisi gibi fazladan bir çaba göstermek gerekmiyor.

Belki bunun için sosyal medyayı izlemek bile yeterli!

Hollywood'da yapılan dönem filmleri, konu aldıkları olayları anlatırken, çoğunlukla ön plana bir aşk hikayesi koyar. İzleyici aşk hikayesine odaklanırken, arka planda filmin konu aldığı dönemi izleme şansı yakalar.

Bir sinema filmine konu olur mu, bilinmez ama ak sakallı tarih baba, dünyanın hızlı bir dönüşüm içine girdiği bu günleri kara kaplı defterine not ederken; Türkiye'nin, yeni döneme nasıl hazırlandığını, kendisini nerede, nasıl konumlandırdığını değil; ülkedeki iktidarın, yandaşlarına sermaye transferi yapmak için bilerek, isteyerek toplumun çok büyük bir kesimini sadece altı ay içinde nasıl açlık sınırına kadar fakirleştirdiğini yazacak.

Biz yine de tarihe notumuzu düşelim!

Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, uluslararası sistemi dramatik biçimde dönüştürmeye başladı.

NATO'nun yeni stratejik konsepti, bu bağlamda tarihsel bir kırılmaya işaret ediyor.

1990'larda, Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından ortaya çıkan koşullar, 11 Eylül sonrasında şekillenen uluslararası sistem artık geçerli değil.

Buz gibi bir soğuk savaş bir döneme adım attık. Bundan sonra, gerek bölgesel gerek küresel ölçekte jeopolitiği de jeostratejiyi de farklı okumamız gerekecek. Büyük Satranç Tahtasında, her ülkenin bundan sonra atacağı adımları, bu yeni okumaya göre planlamak durumunda kalacağını söyleyebiliriz.

Peki ya Türkiye?

Biz bu yeni döneme hazırlıklı mıyız?

Ya da hazırlanıyor muyuz?

Hazırlanıyorsak, neler yapmayı planlıyoruz?

Bu sorulara yanıt aramadan önce yakın dönemdeki gelişmelere yine yakın gözlüğümüzü takarak bakalım.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesindeki rejimin selameti açısından bir süreden bu yana Avrupa güvenlik mimarisinin yeniden kurgulanmasını istiyordu. Küresel ölçekte amacı, 1990'lardan itibaren tek süper güç haline gelen Amerika'nın karşısında, kendisini ona denk bir konuma getirmekti.

Böylece Amerika ile hemen her konuda masaya oturabilecek, kritik meselelere ilişkin kendi beklentileri doğrultusunda pazarlık yapabilecekti.

Ukrayna'ya yönelik işgal hareketiyle taşlar yerinden oynadığı gibi, Donald Trump döneminde iyiden iyiye işlevi sorgulanmaya başlamış olan NATO yeniden canlandı. İttifakın artık sadece Avrupa Atlantik ekseninin ötesinde, küresel ölçekte bir güvenlik örgütüne dönüşmesi söz konusu oldu.

Diğer yandan Putin, Avrupa Birliğinin Doğu'ya doğru genişlemesine meşru bir gerekçe sağladı.

Ukrayna'nın Avrupa Birliği'ne aday ülke olması, Batı açısından Rusya'ya karşı önemli bir siyasi, stratejik mevzi olacak gibi görünüyor.

İlkesel olarak aday ülkelerin Avrupa Birliği'ne tam üye olabilmesi için komşularıyla sorununun olmaması gerekiyor. Her ne kadar Kıbrıs Rum Yönetimini üyeliğe kabul ederken, bu ilke göz ardı edilmiş olsa da ilk kez sıcak savaş içinde olan bir ülke adaylık statüsü kazandı.

Peki bu durum, derin dondurucuya konulmuş olmasa bile buzdolabına kaldırılan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine nasıl yansıyacak?

Şimdilik bilmiyoruz! Bunun, bugünkü iktidarın ya da seçimden sonra iktidarı ele alacak olanların siyaseten vereceği karara bağlı olduğunu söylemekle yetinelim  

Diğer yandan, İsveç Finlandiya'nın NATO üyeliğinin; öyle ya da böyle Rusya'nın Karadeniz ve Kafkaslar üzerinden Türkiye'ye yönelik uyguladığı stratejik baskının hafiflemesine neden olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Finlandiya'nın Rusya ile sınırı tam bin 340 kilometre.

Böylesine uzun bir sınır hattı, Rusya'nın bu bölgeyi, NATO'ya karşı askeri açıdan tahkim etmesini zorunlu kılacak. Kafkaslar ve Karadeniz'e kıyısı olan bölgelerden, Finlandiya sınırına güç kaydırması gerekecek!

Türkiye için asıl önemli olan noktanın bu olduğuna güçlü bir vurgu yapalım.

İktidarın amacı her ne kadar içeride tribünlere oynamak olsa da NATO'da ortaya attığı veto kartının gerekçesi elbette önemsiz değil. Ancak PKK ve türevlerine karşı elde edilmiş taktiksel bir başarının çok ötesinde Rusya'nın Türkiye'ye mücavir bölgelerdeki askeri güçlerini azaltması, bizim için önemli bir stratejik kazanım anlamına gelecek.

Burada kısa bir parantez açıp NATO'nun, 24 saat eli tetikte bekleyen 40 bin kişilik askeri gücünün 300 bine çıkarılması yönündeki kararına dikkat çekelim. Bu, NATO'nun caydırıcılığına önemli katkı sağlayacak.

Bu karar, Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor.

Çünkü Genelkurmayın mevcut kapasitesini gözden geçirmesi, başta askerlik süresi ve profesyonel asker sayısı olmak üzere kara, hava ve deniz kuvvetlerinin savaş kapasitelerine ilişkin yeni bir planlama yapması gerekiyor.

Kısa dönemde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yüksek hazırlık seviyesine sahip kolordularının sayısını arttırmasını bekleyebiliriz.

Burada Amerika'nın Türkiye'ye uyguladığı ambargoyu hatırlatmakta yarar var. İktidar açısından günübirlik yaklaşımların yerine, Türkiye'ye uygulanan ambargoların kaldırılması gibi kritik önemi haiz stratejik pazarlık unsurlarının öncelenmesi gerektiğine işaret edelim. 

Meselenin siyasi tarafı Türkiye açısından belki daha önemli. Çünkü, bu süreçte iktidarın Rusya ile ilişkilerini yeniden tanımlaması gerekebilir.

NATO, Rusya ile siyasi, stratejik ve askeri açıdan tam cepheleşme içine girmiş durumda.

Bu da iktidar için önemli bir açmaz demek!

Türkiye Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile nasıl dengeli bir ilişki kurmuşsa benzer bir ilişkiyi, -ittifakın önemli bir üyesi olarak NATO zirvesinde alınan kararlara halel getirmeden-  Rusya ile tesis edebilir mi?

Anadolu tabiriyle, zurnanın zırt dediği yer burası.

Edemez!

Özellikle son 20 yıldan bu yana Türkiye birçok alanda Rusya ile rasyonel ikili ilişkinin ötesine gidecek şekilde fazlasıyla yakınlaştı.

Bunu; “doğal gaz meselesinden, Akkuyu nükleer santraline, turizm gelirlerinde Rus turistlerin belirleyici olmasından, Rusya'dan buğday ve ayçiçeği yağı ithaline, Türkiye'nin bu ülkelerdeki müteahhitlik hizmetlerinden, domates ve limon ihracatına, S-400'lerden Suriye'ye kadar karmaşık ve iç içe girmiş ilişkiler bütünü” olarak tanımlamak mümkün.

Durum böyle olunca idare-i maslahat neredeyse imkansız hale geliyor.

İktidar, Atlantik'in öbür kıyısından selam-ı şahaneye yine mahzar olmak istiyorsa, kritik bir tercih yapmak zorunda kalabilir.  

Meselenin Suriye boyutuna ayrıca dikkat çekelim.

Türkiye, terörle mücadele kapsamında yapacağı her operasyon için hava sahasını kullanmak istese, Rusya'dan izin almak durumunda.

Bu zaviyeden bakıldığında kısa süre içinde iktidar için aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık vaziyetinin ortaya çıkması uzak bir ihtimal değil.

Yani Türkiye, bundan sonra dış siyasetini yeni dönemin koşullarına göre kurgulamak durumunda kalacak. Tabii eğer ki Batı ittifakı içinde kalmak istiyorsa.

Bu durum sadece Rusya ile sınırlı değil.

Meselenin bir de Çin boyutu var. Son 30 yılda dünyanın tedarikçisi durumuna gelen Çin şimdi NATO'nun radarında ve ilk kez bir NATO belgesine “tehdit” olarak girdi. Yani, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. NATO'nun Çin’e kara sınırının olmadığı için yeni stratejisinde deniz kuvvetleri ön planda olacak. İttifaka üye olmayan bölgesel aktörlerle birlikte Çin'in çevrelenmesi söz konusu.

Ez cümle, bizi kolayca başa çıkacağımız bir dönem beklemiyor.

Ekonomik krizden başımızı kaldırıp etrafımıza bakabilirsek, yeni bir dünya düzeninin kurulmakta olduğunu göreceğiz. Türkiye'nin, içine girdiğimiz dönemde dış siyasetin hemen her noktasında yeni bir bakış açısına, yeni bir planlamaya belki daha doğrusu güçlü bir paradigma değişikliğine ihtiyacı olduğuna işaret ederek yazımıza noktayı koyalım.