Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789

KADINA ŞİDDET İNSANLIĞA VE VARLIK KAYNAĞINA ŞİDDETTİR

Kadının enerjisini tüketen, fiziksel sağlığını tehlikeye atan ve öz saygısını ortadan kaldıran şiddet olayları sadece bir sonuçtur. Bu sonuca yol açan nedenlerin üzerinde durulmadığı sürece kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır. Saldırgan kişiliklerin oluşmasında travmatik unsurlar, huzursuzluklar, parçalanmış aileler, aile bunalımları, kişilik bölünmesi ve paranoya önemli bir rol oynar. Şiddetin temelini anne, baba, çocuk, aile ilişkisi ve sosyal, kültürel ve ekonomik faktörler birlikte oluşturur. Saldırganlık ve şiddet, duygusal yükü fazla birtakım örnekler yolu ile öğrenilir. Evde ve okulda disiplini sağlamak üzere şiddet kullanımına tanık olan çocuk, yetişkinliğinde bunu sorun çözmede doğal bir seçenek olarak görmektedir. Ayrıca her erkek çocuk geçmişinde “güçlü” algıladığı annesine öfke hissettiği ve ona zarar vermeye çalıştığı kötü anılar yaşar. Bastırılan ve sanki yokmuş gibi kabul edilen bu anılar, yetişkinlikte kurulan yakın ilişkilerde kendini gösterir. Bu nedenle erkekler güçlü olarak algıladıkları kadınlara şiddet uygulamaya cesaret edebilirler.

ŞİDDET GEÇMİŞ YAŞANTILARIN KÖTÜ MİRASIDIR

Saldırgan erkeklerin bir “görünen sevgi dolu parça”, bir de “gölgede kalmış saldırgan parça” olmak üzere iki parçaları vardır. Belli koşullarda saldırgan parça ön plana çıkar ve kadına şiddete erkeği motive edebilir. Saldırgan parçanın tekrar ön plana çıkıp görünür olmasında toplumun şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak benimsemesinin önemli rolü vardır. Çünkü şiddet geçmiş yaşantıların kötü mirasından ve çoğunlukla da cinsiyete dayalı sosyal normlardan kaynaklanmaktadır. Erkekler, kadınlar üzerindeki haklarının tehdit altında olduğunu düşündüklerinde ya da kadınların evdeki sorumluluklarını yerine getirmemeleri durumunda şiddete başvurmaktadırlar. Bir erkek eşinin toplumsal cinsiyet rolüne uygun olarak davranmadığını, sınırlarının ötesine geçtiğini, haklarını savunduğunu anlarsa buna şiddetle karşılık verebilmektedir. Kocaya itaat etmemek, koca kendisine kızdığında cevap vermek, yemeği zamanında hazırlamamak, çocukla ya da evle yeterince ilgilenmemiş olmak, kocaya para ya da kız arkadaşlar konusunda sorular sormak, kocadan izin almadan bir yere gitmek, cinsel ilişkiyi reddetmek ya da sadakatinden şüphe etmek gibi davranışlar cinsiyet normlarını çiğnemek anlamına gelmekte ve erkeklerde şiddeti körüklemektedir. Çünkü şiddetin kaynağında daha çok toplumun her yanında izlerini görebileceğimiz “erkek egemenliği, cehalet ve toplumun şiddet konusundaki ikiyüzlülüğü” yatar. Erkeklerin egemenliklerini tehdit altında görmeleri ya da bu egemenliği güçlendirmek istemeleri şiddet davranışına yol açabilir. Daha çok erkekler tarafından evde uygulanan şiddet, çocuklara fiziksel yaralanmalar, aşırı korku, yetersizlik duygusu, öz güven eksikliği gibi birçok zarar verebilir. Bu zararları yaşayan bir çocuk yetişkinliğinde travmasını tekrar edebilir ve tanık olduğu veya bir parçası olduğu şiddet eylemlerini tekrarlayabilir. Çünkü “şiddeti uygulayan zalim”, şiddete maruz kalan kurban”, “şiddeti seyreden kurban” ve “kurtarıcı” rolleri çocukluk travmalarının özünü oluşturur ve yetişkinlikte bu rollerden birini tekrar etmeye kişiyi zorlar. Zamanla şiddet normalleştirilir ve bazen şiddet uygulayan (döven erkek), bazen şiddete maruz kalan (dayak yiyen kız) bazen seyirci (şiddeti çekip yayınlayan ve seyredenler) bazen de pozitif olarak “kadın hakları savunucusu” (kurtarıcı) olarak yetişkinlikte bu roller tekrar edilir.

ŞİDDETİN HER TÜRÜLÜSÜ YIKICIDIR

“Şiddet”; vurma, tokatlama, tekme atma ve zorla cinsel ilişki gibi “fiziksel saldırı”, devamlı küçümseme, gözünü korkutma ve hakaret etme gibi “psikolojik istismar”, taciz, tecavüz, istenmeyen şekilde cinsel ilişkiye zorlama olarak “cinsel şiddet” şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Kadını arkadaşlarından ve ailesinden ayırma, hareketlerini takip etme ve kaynaklara erişimini kısıtlama gibi kontrol etmeye yönelik davranışlar da söz konusu olabilmektedir. Kadınların istismar karşısındaki tepkileri çoğunlukla mevcut seçeneklerle sınırlı olmakta ve genellikle ilişkilerini devam ettirmektedirler. Eşinin ceza yemesi korkusu, başka geçim kaynağının olmayışı, çocuklar için endişelenme, duygusal bağımlılık, aile ve arkadaşların desteğinin bulunmayışı, durumun ileride değişeceğini ümit etmek, boşanırsa bunun kabul gören bir şey olmadığını bilmek, reddedilme ve toplumun lekelemesi korkusu kadının yardım talep etmesini önlemektedir. Fiziksel, psikolojik veya cinsel bir istismarın mevcut olduğu bir ilişkiye son vermek ise bir süreci gerektirmektedir. Bu çoğunlukla önce inkâr, kendini suçlama ve tahammül dönemlerini içermektedir. Daha sonra partnerle ilgiyi kesme ve kendine gelme dönemi gelmektedir. Son aşamada ise kesin karar verilmekte ancak ülkemizde yaşayan kadınlar için bu karar ne yazık ki can güvenliğini dahi tehdit edebilmektedir. Kadının ayrıldıktan hemen sonra cinayete kurban gitme riski bilinen bir gerçektir.

ERK'İN VE ERKEKLERİN ZİHNİYETLERİNİ TARTIŞMAK GEREKİR

Her şeyin ailede başladığını özellikle vurgulamak gerekir: Hastalıklı kişiler bir araya gelip hastalıklı bir aile ortamında çocuk yetiştirir. Böyle bir aile ortamında çocuğun; fiziksel ve duygusal şiddet görmesi, taciz ve tecavüze uğraması kaçınılmaz olur. Sonrasında değersizlik, aşağılık ve sevilmeme duyguları nedeniyle kendi de hastalıklı bir ürün haline gelebilir. Bu hastalıklı ürünler sadistik eylemlerde bulunmaya yani bir başkasına fiziksel ve psikolojik acı çektirmeye yönelik özlem duyabilir. Cinsel sadistler bir tecavüz girişiminde bulunduğunda kendini suçlu hissedebilir. Bu suçluluk duygusundan kurtulamazsa depresyona girebileceği için suçluluk hissini kurbanına yükler ve kurbanını öldürerek kendi suçluluk hissini de yok etmiş olur. Kurbanına eziyet ederken kurbanında gördüğü acıdan, korkudan ve dehşet duygusundan zevk alır. Kurbanının üzerindeki hâkimiyeti ve ona egemen olması sebebiyle kendini bir nevi o kurbanın Tanrısı gibi görür. Yakarak, yaşama hakkını elinden alarak kurbanını bir Tanrı gibi cezalandırdığını düşünür. Tanrı'ya atfedilen “tüm güçlü duygular”ı yaşayarak kendi değersizlik ve aşağılık duygusundan kurtulmaya çalışır. Tüm bunları açıklamanın nedeni “Ne giyiyordu, o saatte neden dışarıdaydı, tahrik edici bir yanı var mıydı?” gibi soruların ne kadar yersiz olduğunu göstermektir. Kadınların cinsel sadistler tarafından kurban edilmelerinin güzellikleri, açık kıyafetleri, kahkaha atmaları, tahrik edici olmaları ile hiçbir ilgisi yoktur. Cinsel kökenli aşağılık ve suçluluk duygusu içinde olan bu hastalıklı caniler, kurbanlarını belli bir mantığa ve kriterlere göre seçmezler. Eğer böyle olmuş olsaydı kadına yönelik şiddet suçları Amerika’da Türkiye’ye oranla on kat fazla işleniyor olurdu ve İran gibi kadına kapalı olmayı emreden toplumlarda ise bu gibi suçlar hiç işlenmezdi. Bu nedenle artık kadınların kıyafetlerini ve davranışlarını sorgulamak yerine “erk”in ve erkeklerin zihniyetlerini kurcalama vakti geldi de geçiyor.

KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET GERÇEKTE ERKEK EGEMEN TOPLUMUN YENİLGİSİDİR

Toplumumuz kadınları bir yandan ana olarak kutsarken diğer yandan rahatça dövülmelerine hatta öldürülmelerine duyarsız kalmaktadır. Gelecek nesiller üzerinde etkin rolü olan kadına yüklenen bu olumsuzluk, kadının öz saygısını, değerlilik duygusunu yitirmesine, güven duygusunun olmamasına, kendini değersiz görmesine, toplumun öngördüğü role yönelik kızgınlık geliştirmesine neden olabilmektedir. Böylece kadınlar kendilerini yalnız, anlaşılmaz, mutsuz hissedeceklerdir. Mutsuz ve yalnız olan kadının ise bir çocuğu sağlıklı süreçlerle büyütebilmesi mümkün olmayacak, erkekleri düşman, uzak durulması gerekilen kişiler olarak görecektir. Uygarlığımızın gelişebilmesi için kadına yönelik şiddetin tüm boyutları ile ele alınıp çözüm yollarına gidilmesi gerekmektedir. Bu nedenle “Kadınlara yönelik şiddet, erkek egemen toplumun bir yenilgisidir.”

CİNSİYET AYRIMCILIĞI SONLANMADAN KADINA YÖNELİK ŞİDDET BİTMEYECEKTİR

Cinsiyet ayrımcılığını reddeden bir anlayış geliştirilmedikçe, kadınlara yönelik şiddet bitmeyecektir. Kadınlara karşı şiddeti sadece kadının yasal haklarını teminat altına alarak ve istismarcıları cezalandırarak ortadan kaldırmak mümkün değildir. Yasal düzenlemeler önemli ve gereklidir ancak yasalarla sınırlı kalmak, bataklığı kurutmadan sivrisinekleri öldürmeye çalışmak gibidir. Bataklığı kurutabilmek emek isteyen, çaba isteyen, toplumun bütün katmanlarını içine alan uzun vadeli stratejilerin oluşturulmasını gerektirmektedir. Kadına yönelik şiddeti doğuran temel unsurun cinsiyet ayrımcılığı olduğu gerçeği göz önünde tutulmalıdır. Eğitim ve öğretimin ilk evrelerinden itibaren her düzeyde toplumsal cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmaya yönelik programlar düzenlenmeli, medyanın bu konudaki farkındalığı ve etkinliği arttırılmalı, toplumsal bilinç düzeyi geliştirilmelidir. Anasınıflarından başlayarak toplumsal cinsiyet ve kadın sorunlarına duyarlı eğitim programları desteklenmeli, her iki cinsin de benimseyeceği ve içselleştireceği uygulamalar ortaya konmalıdır. İstismarcı davranışlara dayanak oluşturan inanç ve tutumlar üzerinde durulmalıdır. Kişiler, insanlar arası ilişkiler konusunda eğitilmeli, toplum kadın erkek eşitliği konusunda bilinçlendirilmeli, kadına saygı kavramı işlenmelidir. Ayrıca şiddet gören kadınlara sığınacak yerler ve kriz anlarında yardım sağlanmalı, danışmanlık hizmetleri verilmeli, saldırgan erkekler tedavi almaya teşvik edilmelidir. Kadına karşı şiddetin tepki duyulması gereken bir boyut kazanması, kadınlar ancak toplumun eşit statüdeki üyeleri olarak yerlerini kazandıklarında mümkün olacaktır. Sonuç olarak, cinsiyet ayrımcılığını reddeden bir anlayış geliştirilmedikçe, kadınlara yönelik şiddet bitmeyecektir.

RUH SAĞLIĞI PROFESYONELLERİNİN GÖREVLENDİRMESİ GEREKİR

Hastalıklı ruhlar tarafından canice işlenen bu suçlar; fail yerine kurbanı suçlayan söylemlerde bulunarak, suça bahaneler üreterek, kadının özgürlüklerini kısıtlayarak asla engellenemez. Bu tür yaklaşımlarla ancak kadına yönelik nefret körüklenmiş olur ve hastalıklı yapıların suç işlemek için daha da cesaret bulması sağlanır. Her şey ailede başladığına göre önlem ve çözümlerin de aileden başlaması gerekir. Evlenmek, aile kurmak, çocuk sahibi olmak gibi toplumun temelini oluşturan eylemler bir ehliyete bağlanmalıdır. Evlenmeden önce evliliğe ve cinselliğe dair kişilere eğitim verilmesi büyük önem taşır. Bunun için yetkililerin ülkemizde var olan ve atıl bir vaziyette görev bekleyen ruh sağlığı profesyonellerini görevlendirmesi gerekir. Eğitim sonrasında evlilik ehliyeti alabilenlerin bile evliliklerinin belli sürelerde yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Kişilerin sosyal adalet duygusunun geliştirilmesi, hak ve özgürlüklere dair toplumun bilinçlendirilmesi, ekonomik refahın artırılması gibi konularda yetkililerin atılımlar yapması önem taşır. Özellikle çocukların şiddet içerikli oyunlar oynaması, ergenlerin sado-mazoşizm içerikli görüntülere erişmesinin kısıtlanması çok değerli kısıtlamalardır.

EVLİLİK EHLİYETİ ŞART OLMALIDIR

Son olarak kadına yönelik şiddetin engellenebilmesi için öncelikle şiddet uygulayabilecek bireyler yetiştirilmemesi esastır. Bunun için Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği'nin (www.cised.org.tr) kamuoyuna yaptığı deklarasyonu hatırlamak gerekir:

1- Anaokulundan itibaren çocuklara “cinsel eğitim” verilmelidir.

2- Ergenlik öncesi cinsel danışmanlık ve rehberlik hizmetleri verilmelidir.

3- Evlilik öncesi cinsel danışmanlık ve rehberlik hizmetleri verilmelidir.

4- Evlilik öncesi “anne, baba ve eş eğitimleri” ile birlikte “evlilik ehliyeti” verilmelidir ve bu ehliyetler düzenli olarak gözden geçirilmelidir.

5- Ailelere yönelik psikolojik destek, eğitim, seminer gibi bilgilendirici faaliyetlerin uygulanması yasalaştırılmalıdır.

6- Cinsel sağlık bilimi için “multi-disipliner bir yaklaşım” şart olmalıdır.

7- Cinsel sağlık bilimine üniversitelerimizde “Seksoloji Ana Bilim Dalı” adı altında ayrı bir bilim dalı olarak yer verilmelidir.