Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil yargılanacak
Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil yargılanacak
İbrahim Tatlıses, yürüyebilmek için tedaviye başladı
İbrahim Tatlıses, yürüyebilmek için tedaviye başladı
Ali Atay'ın sözleri sosyal medyayı ikiye böldü
Ali Atay'ın sözleri sosyal medyayı ikiye böldü
123456789
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil yargılanacak
Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil yargılanacak
İbrahim Tatlıses, yürüyebilmek için tedaviye başladı
İbrahim Tatlıses, yürüyebilmek için tedaviye başladı
Ali Atay'ın sözleri sosyal medyayı ikiye böldü
Ali Atay'ın sözleri sosyal medyayı ikiye böldü
123456789

Avrupa Birliği: Tarihsel şablonun eksik takibi

"Faşizm, Avrupa'da ve dünyada yeniden yükselişte". Bu tespit, Avrupa Birliği'ne (AB) ait. Nasıl da 12'den vurmuşlar, nasıl da dolu dolu ve isabetli bir tespit olmuş. Yıllardır Orban faşizmini görmezden gelen, faşistlerin İngiltere'yi "birlik"ten söküp almasına izin veren, Polonya'da insan haklarına, kadın haklarına yönelik tecavüzleri es geçen, İtalya'yı ele geçiren neonazileri kutlama kuyruğu oluşturan AB, faşizmin yükselişi nedeniyle endişeliymiş...

Avrupa'da yükselen ve tsunamiye dönüşme riski taşıyan faşist dalgayı durdurmak esas olmalı. Olmalı da nasıl? Tarih, faşistlerin meseleyi nereye taşıyacaklarını gösteren örneklerle dolu. Kan, barut, katliam, cinayet... Sıkıntı yok ama. Özellikle Avrupa'da yaşayan, memleketlimiz çok sayıda "siyaset uzmanı", "Yeni faşistlerin toplama kampları kuramayacağına dair" hemfikir ve güvence veriyorlar. Aman ne güzel. Nasıl da teselli edici bir cümle. İnsanların sokaklarda, hatta evlerinde, iş yerlerinde uğradıkları günlük ırkçı saldırılar, hakaretler ne olacak peki? Neyse ki toplama kamplarına gitmeyeceğiz... 

Avrupa Birliği, faşizmin ilk girişiminin enkazından çıkardığı ve anayasasına nakşettiği bir vaat üzerinde şekillendi. Neydi o? "İnsan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik […] kadın ve erkek arasında çoğulculuk, ayrımcılık yapmama, hoşgörü, adalet, dayanışma ve eşitliğin hakim olduğu bir Avrupa..." Hayaller Brüksel, gerçekler Orban, Meloni, Le Pen... Konu bu kadar net. 

Avrupa'da hüküm süren faşist ve islamofobik dalganın, ikonları olan Viktor Orban, Giorgia Meloni ya da Marine Le Pen gibi neonazilerin sağladığı motivasyonla toplumsal bir meşruiyet kazandığını artık görmek ve kabul etmek gerekiyor. Bu dalga, at gözlüğüyle gezen bazı solcu politikacıların ifadesiyle "ekonomik sorunlardan kaynaklı" tezine sıkıştırılamayacak boyutlara ulaştı.

Bu süreç şok edici olsa da asla beklenmedik bir şekilde ilerlemiyor. Paul Krugman gibi ekonomistler, "yoksulluk ve eşitsizliğin kemer sıkma politikalarıyla birlikte tüm dünyada faşist bir yükselişe zemin hazırladığı" tezini savunup duruyor. Bir kısım beyaz Avrupalı'nın kendilerine benzemeyen herkesten nefret etmelerini, kendilerini tanrının bir mucizesi olarak görmelerini, başarılı olsa dahi göçmen kimliği olan bir insanı asla onurlandırmak istememeleri vb... Bunların ekonomiyle ne ilgisi var? Almanya'da ekonomi bu derece güçlüyken, devlet vatandaşı sosyal yardıma boğarken Federal Meclis'te bir neonazi partisinin var oluşunu neyle açıklamak gerekiyor?  

İtalya'daki seçim sürecinde kullanılan propaganda malzemelerine bakın. Irkçı ve nefret dolu söylemler ile vaatler havada uçuştu. Göçmenlerin sınır dışı edilmesinden tutun da Romanların kamplarının basılıp dağıtılmasına kadar "içerikli" bir yelpazede onlarca nefret söylemi televizyonlardan vatandaşlarla buluştu. Bunun yanı sıra göçmenlerle ilgili negatif yüklenim içeren binlerce subliminal mesaj da beyinlere boca edildi. Sonuç ortada. Bu söylemlerin bir karşılığı olduğunu üzülerek gördük. Lafın kısası İtalya'da propagadanda sürecinde, Berlusconi gibi kripto faşistler ile Matteo Salvini ve Meloni gibi açık faşistlerin gövde gösterisine tanık olduk. Bu durum, ister istemez akıllara "Medeni değerleriyle övünen AB sınıra dayandı mı?" sorusunu getirdi.

İtalya seçimlerinin, AB'de yarattığı etkiyle devam edelim. Benim için en sorunlu alan olan "AB vatandaşları arasında yaşanan mental bölünme ve kutuplaşmanın" bu seçimle bir kez daha teyit edildiğini ve kemikleştiğini gördük. Birliğin, yıllardır kendisini bir siyasi güç olarak ayakta tutan "birlikte hareket etme kabiliyetini" kaybetmek üzere olduğu anlaşılıyor. Zira, Danimarka'dan alın Polonya'ya kadar olan alanda, Fransa'da, Avusturya'da, Almanya'da, Hollanda'da, Macaristan'da, İtalya'da, İsveç'te ve daha birçok AB ülkesinde aşırı sağ ya iktidarda ya da parlamentoda önemli bir güç konumda bulunuyor. 

Madalyonun diğer yüzünde ise sol hareketlerin yaşadığı hezimet var. Sol, son seçimlerde İtalya'da da hüsrana uğradı ve Avrupa siyaset sahnesinde giderek daha silikleşeceği bir dönemin kapısında maalesef. Merkez Sol, -hep söylüyoruz- emeği ve emekçiyi hiçe sayan neo-liberal politikalara yamanmanın ve içerisinde bulunduğu politik demansın faturasını ödüyor. 

Sonuç olarak, yaşlı kıtada yapılan son seçimlerin neredeyse tümü AB'nin aleyhine sonuçlandı. AB ülkelerinde demokratik kurumlar zayıflıyor ve aşırı sağcıların yersiz köpürtmeleriyle güvenlik endişesi artıyor. Bu da maalesef nefret söylemi soslu demagojiye geniş alanlar açıyor. Hitler ve Mussolini'nin gölgeleri, her geçen gün daha koyu bir şekilde Avrupa'nın üzerine düşerken, bu soruna "bekleyerek" ve "susarak" çözüm üretmeye çalışan solda ve sağda yer alan partilerin acınası çaresizlikleri giderek büyüyor. Avrupa'da yeni bir siyaset çağı başlıyor ve derinden gelen sert ayak seslerinin neden olduğu uğultu insanları tedirgin ediyor.