Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Simone de Beauvoir ve Jean Paul Sartre

Kısa dizelere derin anlamlar sığdıran şair Özdemir Asaf’ı anarak başlayalım:

“Bana bir mektup geldi, İçinden ben çıktım” (Dokuza Kadar On, YKY, 2010).

Üstüne düşünelim.

*

Günümüzde aşk ve sevgi içeren romantik mektuplardan eser kaldı mı? 

Elektronik mesajlaşmanın dar sınırları içinde, emojilerle yoğrulmuş anlam dünyasının orta yerinde yaşanan aşklar ne alemde?

Kavuşmalar, ayrılıklar, olanaksızlıklar ve zorluklar yüzünden aylarca hatta yıllarca sevilen insanı beklemek zorunda kalmalar… kaldı mı?

Beklemek, sabretmek günümüzün popüler fiilleri değil gibi.

Yine de geçmişin büyük aşklarından bahsetmek ve ilham olması açısından gelecek kuşaklara bu büyük romantik ilişkileri anlatmak gerek.

Bunu anlatabilmenin en iyi yollarından biri ise mektuplar.

*

Bugünkü yazıda, ünlü feminist düşünür Simone de Beauvoir’ın sevgilisi Fransız filozof Jean-Paul Sartre’a yazdığı mektuplardan bahsedeceğim.

Modern feminizmin annesi ve varoluşçuluğun babası olarak bilinen, kendine has siyasi ve düşünsel kompozisyona sahip bu iki entelektüel, yarım asırlık bir zaman dilimini beraber paylaştılar.

1929'da felsefe yüksek lisans programında tanışmalarından itibaren Cimetiere du Montparnasse'de yan yana gömüldükleri zamana kadar ortaklıklarını devam ettirdiler ve en ilginci aynı evi paylaşmadan bir ömrü paylaşmayı becerdiler.

Evet, çift hiç evlenmedi ya da bir evi paylaşmadı. Bunun yerine her gün Paris kafelerinde konuşmak, yazmak, birbirlerinin çalışmalarını düzenlemek ve genellikle başlarından gelip geçen gündelik durumların ayrıntılarını paylaşmak için buluştular.

Onların ilişkisi kimileri için oldukça garip kimileri içinse ideal bir ilişki olarak görünebilir. Daha iyi anlayıp fikir edinmek için “Simone de Beauvoir'dan Sartre'a Mektuplar” isimli kitapta ikilinin ilişkisine dair birçok ipucu ve detay bulmak mümkün. 

Simone de Beauvoir, 1983’te Jean-Paul Sartre’ın ona göndermiş olduğu mektupları yayınlatmıştı. Kendi yazdığı mektupları ancak ölümünden sonra yayınlanabileceğini söylemişti.

Simone’nin ölümü ertesinde kızı Sylvie Le Bon de Beauvoir, 1930-1939 yılları arasında yazılmış 140 mektubu bir araya getirmiş ve “Beauvoir’dan ‘Sartre'a Mektuplar: 1930-1939” isimli kitap ortaya çıkmış.

İki entelektüel figürün ciddi ilmi çalışmalarının dışında duygularını yansıtan mektuplarını okumak farklı bir içsel deneyim sunabilir.


*

Simone de Beauvoir (1908-1986), Jean Paul Sartre’a (1905-1980) yazdığı bir mektubunda, “Her kavuşma bir ayrılığın başlangıcıdır” der. 

Gerçekten onların ilişkisi ayrılıklar ve kavuşmalar arasında gidip gelen, yazma, düşünme ve paylaşma ekseninde derinlikli bir ilişkidir.

Öyle böyle ayrılıklardan da bahsetmiyoruz. İki büyük dünya savaşının yarattığı küresel buhranın gölgesinde, Cezayir ve Vietnam savaşları, 1968 hareketi dahil hep iç içe oldukları bir mücadele durumunu beraber sindirdiler.

Sartre ve Beauvoir, bunların dışında farklı yerlerdeki öğretim görevleri nedeniyle çok zaman ayrı kalmak zorunda kaldılar. 

Başka bir bilgi: II. Dünya Savaşı'nda Sartre görevli olarak bir meteoroloji istasyonuna gönderildi ve burada dokuz ay savaş esiri olarak tutuldu.

İşte bu ayrılıklar, uzakta kalmalar neticesinde mektuplardan oluşan bir koleksiyon oluştu.

*

24 Eylül 1939’da Beauvoir Sartre’a yazdığı bir mektupta şöyle der:   

“Ne zaman yeni birini görsem mutlu oluyorum ama bir kere de hayal kırıklığına uğradım, çünkü onlardan beklediğim ilgi bana yalnızca senin verebileceğin şey. Sensiz sakat kaldım aşkım. Tam olarak acı verici değil, ama üzücü. Tüm dünyada benim için önemli olan sadece sen varsın.”

6 Temmuz 1939’da Beauvoir, mektubunda sevgisini haykırır:

“Güle güle aşkım, hayatım. Seni seviyorum ve seni görmeyi çok istiyorum. Sana nasıl ihtiyacım var! Sen olmasaydın ne kadar zavallı olurdum! Ve bana ne kadar iyi davranıyorsun, tatlı küçük varlık! Seni çok tutkuyla öpüyorum. Seni seviyorum.” 

Sartre, aşkın konuşma diline hâkim ve akıcı bir şekilde ifade gücüne sahip olmasıyla ün salmış olmasına rağmen mektuplarındaki aşk ifadeleri daha sıradandır. Beauvoir'a ne şiirsel ne de ağdalı romantik cevaplar yazar. Buna karşın tüm mektupları sade, doğrudan ve olduğu gibi gerçektir. Aşkını doğrudan ifade etmenin önemli olduğunu bilen biri gibi yazar.

13 Mayıs 1940’ta Sartre'a, Beauvoir'a yazdığı mektup şöyledir:

“Seni tutkuyla seviyorum (her zaman terimin tam anlamıyla). Söz beni rahatsız ettiği için bir daha söylemeyeceğim ama bunu iyi hatırla tatlım, küçük çiçeğim. Minik yanakların için şefkatli öpücükler…”

1 Haziran 1940’taki bir başka mektubunda Sartre şöyle yazar:

“Hala sana tamamen bağlıyım, karşımda olduğunu hissedebiliyorum, günlerimi dolduruyorsun, buradasın, her zamankinden daha fazla. Seni tüm gücümle seviyorum. Benim de gün içinde pek çok kez senin yanında olmak ve küçük yanaklarını öpmek için çok bireysel ve basit, mütevazı arzularım oluyor. Seni seviyorum.”

Mektupların çoğunda Beauvoir’ın dizginsiz sevgisinin ve tutkusunun izlerini görmek mümkün:

"Seni bir trajedi dokunuşuyla ve oldukça çılgınca seviyorum."

"Ama seni ıstırap derecesinde özlüyorum."

"Seni terk etmedim küçük müttefikim, kalbim. Seni tüm ruhumla öpüyorum.”

*

Beauvoir'ın Sartre'a yazdığı mektuplarda özellikle dikkat çeken şey, birbirlerine karşı bağlı kalmaya çalıştıkları saf dürüstlük ve Batı'da var olandan daha adil ve hümanist bir yaşamın olanaklılığına ilişkin sarsılmaz inançlarıdır. 

Muhafazakâr toplumun baskılarına rağmen geleneklere karşı gelerek kendi bildikleri gibi yaşama arzuları hiçbir zaman azalmadı.

Beauvoir zamanı açısından oldukça ileri görüşlü biriydi. Birçok zorluğa göğüs gererek bağımsız karakterinden ödün vermeksizin kadın hakları için mücadele verdi.

Yazdığı mektuplarda gerçekten etkileyici olan şey de Beauvoir'ın aynı anda sürdürdüğü özerklik ve “sevgili küçüğü” Sartre ile eşit ilişkisinin yanı sıra, birlikte ideallerin peşinde koşarken paylaştıkları yaşamın ta kendisidir.

*

Simone de Beauvoir kimdir?

Simone-Ernestine-Lucie-Marie Bertrand de Beauvoir, 1908'de Paris'te doğdu. Erken yaşlardan itibaren okumak ve yazmak en büyük iki tutkusu oldu. Babası onu klasik edebiyat eserleriyle tanıştırarak eğitimini destekledi. Beauvoir evliliğe çok az ilgi gösterdi. Bunun yerine, yazar olmaya ve felsefe okuyup öğretmeye erkenden karar vermişti.

Beauvoir felsefe, matematik, diller ve edebiyat okudu ve bitirme tezini Leibniz üzerine Léon Brunschvig yönetiminde Sorbonne'da yazdı. O sırada diğer öğrenciler arasında Maurice Merleau-Ponty ve Claude Lévi-Strauss vardı. 1929'da Ecole Normale Supérieure'de çok rekabetçi bilinen felsefe yüksek lisans giriş sınavını geçen en genç kadın olmasının yanı sıra Jean-Paul Sartre'ın ardından sınavda ikinci oldu.

1949’da Beauvoir, en önemli ve en tartışmalı kitabı olan “İkinci Cins”i yayınladı. Feminizm, yazılarının ana konusu olmamasına rağmen, “İkinci Cins”, feminist olarak şöhret kazanmasını sağladı. Pek çok aydın tarafından benimsenen kitap, kısa sürede 97 baskı yaptı. Bu başarısıyla Vatikan'ın Yasak Kitaplar Dizini'ne de girmeyi başardı.

İkinci Cins'in yayınlanmasından sonra, Beauvoir tanınmış bir entelektüel oldu. Sartre ile çeşitli siyasi davalarda yer aldılar. Savaş karşıtı hareketin öncülerinden oldular. 

14 Nisan 1986'da yaşama gözlerini yumdu ve Paris'te Sartre'ın yanına gömüldü.