Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Akıl tutulması

Orta Çağ Avrupa için din merkezli sosyal, ekonomik, siyasi bir geçiş dönemidir.

Bazı tarihçiler bu dönemi insan aklının hurafelere boyun eğdiği ve bir nevi aklın inanç tarafından kuşatılarak karanlığa hapsedildiği dönem olarak yorumlar.

Toplumsal yaşamın tüm katmanlarına nüfuz eden kilise egemenliğinin kutsandığı, eleştirel aklın ortadan kaldırılarak yerine tek bir inanç sisteminin ürünü olan tek bir üst aklın dayatıldığı, Tanrı adına kilise öncülüğünde yapılan savaşlar yoluyla tanrıtanımaz ve barbarların kötülüklerinden inançlı Hristiyanların kurtarıldığı iddiasıyla insanların katledildiği, yakıldığı, türlü işkencelerden geçirildiği kara bir dönem.

Cennete giriş belgelerinin satılığa çıkarıldığı, kilisenin yeryüzü ile gökyüzü arasındaki en büyük aracı olduğu bir ara evren…

Öyle ki, dünyanın güneş etrafında döndüğünü iddia eden Galileo’nun Engizisyon mahkemesinde ölüm cezasının kıyısından döndüğü, Copernicus’un yargılanmaya ömrünün yetmediği fakat aynı fikirleri savunan bir başka filozof ve gökbilimci Giordano Bruno’nun bu fikirleri yüzünden diri diri yakılarak cezalandırıldığı bir çağ.

"İnanmak için biliyorum" diye başlayan felsefi açılımın, "Her şey tek şeydir, o da kutsal kitaptır, dolayısıyla her şeyin kaynağı, tüm soruların cevabı, başlangıcı ve sonu bir ve aynı şeydir" ile devam eden epistemolojik kopuş…

Unutmamalı…

*

Böylesine tekçi bir sistemde, kilisenin buyurduklarının dışında başka bir hakikatin olduğunu iddia etmek gaflet, delalet ve hıyanet içinde olmaktır.

Kilise ne diyordu: Güneş, yıldızlar tüm gezegenler dünyanın etrafında dönüyor.

Tersini söylemek, Giordano Bruno gibi ölümü göze almak demek.

Bruno ne demişti?

"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım."

Tekrar hatırlatalım. İnancın bilgiyi mümkün kıldığı düşüncesi, egemen düşünce.

Bu düşüncenin ürünü skolastik düşünce.

Skolastik düşünce, gülmenin, sorgulamanın günah olduğu içine kapalı bir düşünce sistemi dayatıyor.

Umberto Eco, Gülün Adı isimli romanında Orta Çağ skolastik düşüncesini ve yapısını tüm detaylarıyla bir polisiye hikâye çerçevesinde çok iyi anlatır.

Batı Orta Çağ’ı Aristoteles’i ters yüz ederek dogmatik bir ideolojiye teslim olur. Artık bilgi inanç sisteminin bir taşıyıcısıdır. Dolayısıyla, “İnanmak için biliyorum” meselesi en temel mesele haline gelir.

*

Aynı dönemde Doğu’da sonsuz aklın parıldayan ışığından bahsedilir. Gazali, Farabi, Kindî, Âmirî, İbn İbn Sînâ, Gazalî, İbn Rüşd, İbn Haldûn gibi düşünürlerin çalışmaları daha sonra Batı Aydınlanması için de fayda sağlıyor.

Karşılaştırmalı ve çoklu okuma ve araştırma yapmak, zihni uyanık ve zinde tutar.

Okumaktan ve araştırmaktan yılmayalım.

*

Karanlık çağın karşıtı olarak Aydınlanma Çağı, Batı düşünce ve yaşayış biçiminin büyük dönüşümünü ifade etmesi bakımından önemli.

Ünlü Alman filozofu Immanuel Kant, 1784 tarihli “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Bir Yanıt” isimli yazısında Aydınlanma kavramını “insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama durumundan kurtulması” olarak tanımlıyor.

Ona göre, insan aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanma kararlılığını ve yürekliliğini gösteremediği için karanlıkta kalmıştır ve bu durumdan ancak kendi aklını tekrar kullanma cesareti göstererek kurtulacaktır.

Bu yüzden, "Sapare Aude!", yani “Aklını kullanma cesaretini göster!” sözünün Aydınlanma'nın parolası olduğunu öne sürüyor.

Aklın gökyüzünden yeryüzüne inmesi, büyük bir aşama.

Fakat, geçmiş acıları çabuk unutan insan türünün aklının her daim bir karış havada olması başka bir muamma.

Sonrasında, Aydınlanma, modernizm fikri ne kadar aydınlatıcı oldu?

İnsan aklının mekanikleşmesi, bilimin dinin yerine ikame edilerek yeni bir tahakküm aracı haline gelmesi ve insanı insan yapan değerlerin erozyona uğraması…

 Akıl tutulması ve aklın özgürleşmesi üstüne düşünelim.

*

İnsan aklının boyunduruk altına alınması, düşüncenin kontrolü, aynı zamanda insan varoluşunun tutsak haline getirilmesi demek.

Totaliter rejimlerin en büyük hareketi aklın sistematik bir biçimde araçsallaştırılması ve manipülasyonudur.

Bu hakikat nosyonunun “yapıbozumuna” uğratılması, doğru ile yanlış arasındaki keskin karşıtlığın yumuşatılması, bilgi yerine inancın, insani değerler yerine ahlaki normların ikame edildiği bir çoklu evren ortaya çıkarır.

Bu karmaşa, nihayetinde çoğul tekillikte bütünlenir.

Tüm totaliter rejimlerin daha fazla özgürlük ve demokrasi, eşitlik ve çoğulculuk söylemleriyle yükselişe geçip ortak akıl çatısı altında kendi egemen fikirlerini dayatarak toplumu dönüştürdükleri görülebilir.

*

YouTube’da rastladığım bir videoda “Sapiens” ve “Homo Deus” kitaplarının yazarı Yuval Noah Harari ile “Tüfek, Mikrop ve Çelik” kitabıyla tanınan Jared Diamond ekonomik sistem çöktüğünde kimlerin hayatta kalacağını tartışıyor.

Harari, konuşmanın bir bölümünde demokrasi ve otoriter rejimler arasındaki ayrımı oldukça net anlatıyor.

Ona göre, günümüzde dünyanın her yerinde demokrasiye inanç her geçen gün azalıyor. Fakat uzun vadede demokrasinin sağladığı en büyük avantaj esnekliktir. Çoğu zaman otoriter rejimler daha hızlı kararlar alabilir. Çünkü toplumun farklı kesimlerine danışmaya, onlarla mutabakata varmaya ihtiyaç duymazlar. Bu nedenle de işleri hızlıca hallediyormuş gibi görünürler.

Harari, demokrasilerde bir hata yapıldığında, bu hatayı kabul etmenin kolay olduğunu, iktidar partisi hatasını kabul etmediğinde dahi seçmenlerin iktidarı değiştirme şansı olduğunu belirtiyor.

Diğer yandan, otoriter rejimlerde hükümet hata yaptığında genellikle kabul etmez. Aksine suçu ya dışarıdaki düşmanlara ya da içerideki hainlere yükler. Ve rejim, daha da fazla güce ihtiyacı olduğu sonucuna varır.

Böylece rejim düşmanlarla mücadele ve vaatlerinin sorunsuz gerçekleşebilmesi için daha fazla yetki ve güç talep eder.

Tarih, bize bu tip bir güç zehirlenmesinin nasıl dramatik ve trajik sonuçlara yol açtığını gösteriyor.

Bu nedenle koşullar ne olursa olsun aklın ve vicdanın devrede olduğu bir dünyanın önemini her zaman hatırlamamız lazım.

İnsanlık tarihi mücadelelerin tarihi sonuçta: Vicdanla vicdansızlığın, bilgi ile hurafenin, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün…