Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789

İran'da sonbahar cesur bir kadına benziyor

İran. Eylül ayı. Tahran'da meydanlar, caddeler alev almış. Halk kızgın. Protestolar artarak devam ediyor. Polis tarafından şiddetin dozu her geçen gün artıyor. Onlarca ölü ve yaralı olduğu söyleniyor.

Sloganlar, Keşavarz Bulvarı'nı inletiyor: “Her birimiz bir Mahsa'yız!” ve “Savaşırız, ölürüz, İran'ı geri alacağız!” ve dahası “Diktatöre ölüm!”

Ne oldu da halk rejime karşı böylesine büyük bir öfkeye kapıldı? 

*

Protestoları tetikleyen olayın nedeni, genç bir İranlı kadının kıyafeti yüzünden polis tarafından gözaltında darp edilmesi ve kafasına aldığı darbe yüzünden yaşamını kaybetmesi olarak duyuruluyor dünyaya.

22 yaşındaki Mahsa Amani, başörtüsünü düzgün takmadığı, molla rejiminin koyduğu kıyafet kurallarına karşı çıktığı için 13 Eylül Salı akşamı erkek kardeşiyle birlikte Hakkani metro istasyonundan çıkarken tutuklanıyor. Tutuklanan ve Mahsa Amini ile aynı minibüse binen kadınlar, arabada dövüldüğünü söylüyor. Kasra Hastanesi doktorları ve çalışanları, genç kadının hastaneye getirildiğinde hiçbir yaşam belirtisi olmadığını ve beyin ölümünün gerçekleştiğini söylüyorlar. Hastaneden sızan tomografi görüntüleri Mahsa Amini'nin doğrudan kafasına vurulduğunu ve beyin kanaması geçirerek hayatını kaybettiğini gösteriyor.

Sonrasında halk protestoları, gösteriler başlıyor ve rejim aleyhtarı bir hal alıyor.

*

Genç bir kadının, rejimin ahlak polisleri tarafından hunharca katledilmesi olayın sadece görünen yüzü. Olayların temelinde ise kırk yıllık baskı rejiminin yarattığı toplumsal öfkenin olduğu yazılıp çiziliyor. 

Dünya tarihi benzeri örnek olaylarla dolu. Dünya değişirken değişime direnen ve insanı insan yapan değerleri görmezden gelmeye devam eden, vadettiği refah, mutluluk ve onurlu yaşamı vatandaşlarına sunmayı başaramamış, verdiği sözleri unutmuş yönetimlerin karşı karşıya kaldığı en ciddi sınav, halk ayaklanmalarıdır.

Tarihte halk ayaklanmaları üzerine ciddi çalışmaları yeniden okumakta fayda var.

*

Ahlak denilen olgunun toplumdan topluma kültürden kültüre değiştiği ve göreli olduğu, dolayısıyla herkes ve her toplum için genelgeçer, tek tip bir ahlak şablonu uygulanamayacağı gerçeği görmezden gelinince, taşıyıcısı bakımından özgürlükler de yani insan, kişi ve toplum özgürlüğü kategorileri de sadece ideolojik ve siyasi tercihler kapsamında muğlaklaştırılarak normatif ahlak kuralları yardımıyla kamusal alana hapsediliyor. İnsanı insan yapan değerler, inançlar, değer yargıları, değer biçmeler yoluyla ayaklar altına alındığında, kişi özgürlüğünü yok etmek oldukça kolaylaşıyor. 

Tüm baskıcı rejimlerin önce kadını, sanatı ve bilimi kontrol altına alması da bu yüzden. Çünkü, bu üç yaratıcı güç açığa çıkıp birlik olmayı becerdiğinde baskıcı rejimler tarafından kontrol edilemez bir hal alabiliyor. Nitekim İran'da son elli yıldır yaşanan da bunun bir nevi uzun ve acılı versiyonudur. Önce kadınların, entelektüellerin, sanatçıların ve bilim adamlarının bastırıldığı, kapatıldığı, kovulduğu bir dönem yaşandı. Ardından inanç adı altında empoze edilen baskıcı ahlak anlayışıyla toplum kuşatıldı, tüm iletişim araçları, eğitim ve öğretim kanalları bu yeni değerler sistemine göre yeniden inşa edildi. 

Baskıcı rejimlerin kadını, sanatı, bilimi, doğayı, hayvanı ve tüm bu unsurları gözeten, adalete dayalı laik, demokratik bir hukuk devletini sevmediğini unutmamak gerekiyor.

Kadınların dini inanç ve toplumsal ahlak kuralları ekseninde kara çarşafların altına gömüldüğü İran'da, son yıllarda bir özgürlük pıhtısının molla rejiminin ana damarlarına doğru ilerlediği gözleniyordu. Son on yılda dünya jeopolitiğinde ve ekonomik ekosisteminde çok şey değişti. Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz ve Orta Doğu'da, Batı tarafından tabiri caizse kartlar yeniden karıldı. İran açısından bakıldığında küresel ekonomik darboğazın etkileri dışında, Batı tarafından sistematik olarak uygulanan çeşitli ambargolar, pandemi sonrası toplumda oluşan sosyal ve psikolojik travmalar, dünya ile anında iletişim kuran gençliğin özgürlük talepleri de bu tabloya eklenince, İran tıpkı Arap Baharı döneminde olduğu gibi kendine has bir sonbahar rüzgarına kapılıverdi. 

Baskıcı rejimlerin tümü gibi İran'ın molla yönetimi de kuşkusuz bir özgüven içinde ülkedeki her şeye hakim olduğunu düşünüyordu ama yanıldığını görüyoruz.

Çok acı bir gerçek var. Güç zehirlenmesi, egemenlerin gözlerini körleştirir, ağır bir diyabet hastası gibi bedeni hissizleştirir. Bir benzerini 70'lerde Şah yaşadı. Uzunca süre oryantalist aklı gerçekleri görmesini engelledi. 1979'da ise görkemli saltanatı devrilmeden çok kısa süre önce gidişatın vahametinin farkına varsa da çok geç kalmıştı.

İran'a hemen özgürlük geliyor, diye sevinmemek gerekir. Tarihten ders çıkarmak önemli. İran Devrimi, Şah'ı devirmişti ama muhalifler hiçbir şeyin bekledikleri gibi olmadığını, aksine yeni rejimin önce onları hedef almaya başladığını gördüklerinde ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. 

İran Devrimi'nin özgürlük ve refah getireceğini sanan muhaliflerin nasıl da hüsrana uğradıklarını ve rejimin kendi inanç dizgesi ışığında, Humeyni komutasında totaliter bir din devletine hızlıca nasıl dönüştüğünü hatırlamakta fayda var. Sonuçta, her halk hareketinin özgürlük ve demokrasi ile sonuçlanmadığını unutmamak gerekiyor. 

Ama yine de insanın onurlu yaşam hakkı adına özgürlük ve demokrasi için mücadele devam etmeli. 

İnsan bağımsızlığını er ya da geç fark eden bir varlık. Bir filozofun söylediği gibi, insan özgür olmaya yazgılı. Bundan kaçışı yok. Er ya da geç Platon'un mağara benzetmesinde olduğu gibi biri kalkar zincirlerini çözer, mağara dışına çıkmaya cesaret eder ve aslında tüm gerçeklerin hiç de kendilerine sunulduğu gibi olmadığının farkına varır; daha fazla gerçek, daha fazla özgürlük ister.

Sözün özü; İran'da sonbahar, cesur bir kadına benziyor. Sonrasını hep beraber izleyip göreceğiz.