Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Memleket Şairi Nazım Hikmet’in Mektupları

Alper Sezener

Nazım Hikmet, edebiyat dünyasında en fazla mektup yazan şairlerden biridir; 500’ün üstünde mektup yazdığı bilinmektedir.

Piraye’ye, oğlu Mehmet’e, Kemal Tahir gibi yazar dostlarına yazdığı mektuplar meşhurdur; örneğin, Piraye'ye 1938'den 1950'ye kadar, 12 yıl boyunca çeşitli cezaevlerinden birçok mektup yazmıştır.

Yazdığı mektuplar kitaplaştırıldığı günden itibaren on binlerce okuyucuya ulaşmıştır.

Nazım Hikmet üstüne de yayınlanmış yüzlerce yazı, onlarca kitap var. Her yazıda ve kitapta Nazım’ı daha iyi tanırız, onun şair yanı dışında insan olarak yaşadıklarına tanık oluruz.

“Seninle beraber daha çok yerlere bakacağız nişanlım, yıldızlara, dost yüzlerine, Memedimizin gözlerine, güzel günlere, beraber yan yana bakacağız… Önümüzde dinç, kuvvetli, dolgun ve manalı bir hayat var daha. Gönlün kocalmasın nişanlım. Bak ben topal bacaklı, ihtiyar bir çınar ağacına benzeyen gövdemin içinde, her dem taze, her dem kuvvetli ve her dem senin ateşinle dolu, aşınmamış, pırıl pırıl bir yürek taşıyorum. Seni düşünürken ben gençleşiyorum. Bacağımın sızısı duruyor. Sen de beni düşünürken genç ol, kuvvetli ol!” diye yazmıştır Piraye’ye 5 Temmuz 1933’te kaleme aldığı mektupta.

26 Ocak 1939’daki mektubunda da şu satırlar dökülmüştür kaleminden:

“Üç gecedir rüyamdasın. Acaba ben senin hiç rüyana giriyor muyum? Girsem herhalde duyardım. Bu kadar güzel bir gezinti yapıp farkında olmamam kabil değil. Ne fena, demek, ben senin rüyana hiç girmiyorum. Çok bedbahtım, karıcığım.

Öyle çok şey söylemek istiyorum ki hepsini hemen söylemek için acelemden yazım berbat. Sen bile okuyamayacaksın diye ödüm patlıyor.

Ne zaman kavuşacağız? Bir masanın etrafında oturacağız. Bir yatakta yatacağız, yan yana dolaşacağız. Ben sana güzel yemekler pişirip, harikulade romanları ne zaman yazacağım. Artık çıkar beni burdan, karıcığım.”

Yazdığı mektuplar onun duygu ve düşünceleri ile ilgili bize detaylı bir portre çizer.

Her şey bir yana, gerçekten de düşlediği gibi Piraye’ye ve Memed’e kavuşup özlediği yaşamı yaşayabilmiş midir?

Zor bir yolda ilerlerken umduğu ile elde ettikleri arasındaki derin boşluk onu zaman zaman tökezletse de doğrulup yoluna devam etmesini bilmiş, diyebilir miyiz?

Aşklar, ihanetler, mücadeleler, en çok da şiir ile geçen bir ömürdür onunkisi.

*

Yaşamının 12 yılı hapiste, ertesinde 12 yılı da sürgünde geçmiştir. 61 yaşında Moskova’da hayata gözlerini yummuştur.

1951 yılında yurt dışına kaçmak zorunda kalınca vatandaşlıktan çıkarılmış ve ancak ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009’da tekrar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geri alınmıştır.

Fakat, mezarı halen Moskova’dadır.

*

O zaman da şimdi de kimilerine göre komünist, vatan haini kimilerine göre vatan şairidir, Nazım Hikmet.

Kendisine “vatan haini” diyenlere gereken cevabı yazdığı şiirle zamanında vermiştir:

“Vatan çiftliklerinizse, / kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, / vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, / vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, / fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, / vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, / vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, / ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, / vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, / Amerikan donanması, topuysa, / vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, / ben vatan hainiyim.”

Ne denirse densin Nazım, dünya halklarının sahiplendiği evrensel bir şair, özgür düşüncenin, barışın, kardeşliğin sembol karakterlerinden biridir.

Onunla ilgili ne anlatılırsa anlatılsın ne yazılırsa yazılsın hep bir tekrar riski barındırır ama yine de hep eksik bir şeyler kalır.

*

“Sen şimdi yalnız saçımın akında, / Enfarktında yüreğimin, / Alnımın çizgilerindesin memleketim” diye hayıflanır “Memleketim” şiirinde.

“Sarışın bir kurda benziyordu. / Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. / Yürüdü uçurumun başına kadar, /eğildi, durdu / Bıraksalar / ince, uzun bacaklarının üstünde yaylanarak / ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak / Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.”

Cezaevindeyken yazdığı “Kuvayı Milliye Destanı”nda Atatürk’ü bu dizelerle anlatır.

*

Cumhurbaşkanlığı arşivlerinin yıllar sonra kamuya açılmasıyla öğrendiğimiz yazışmalar oldukça dikkat çekicidir.

Bu mektuplardan ikisi ile ilgili 2011 yılında çokça yazı yazıldı.

Hatırlamakta fayda var.

*

Nazım Hikmet, Türk ordusunda komünizm propagandası yapılması ve askerî kişileri üstlerine karşı kışkırtmak suçlamasıyla yargılandı. Ertesinde, 29 Mart 1938 tarihinde on beş yıl ağır hapse mahkûm edildi ve ömür boyu kamu hizmetlerinden yasaklanmasına karar verildi.

15 yıl hapis hükmü çıkınca Gazi Mustafa Kemal’e bir mektup yazdı.

“Cumhur Reisi Atatürk’ün Yüksek Katına” diye başlayan 18 Ağustos 1938 tarihli mektubu kısa ve netti:

“Türk Ordusunu ‘isyana teşvik’ ettiğim iddiasıyla 15 yıl ağır hapis cezası giydim. Şimdi de Türk Donanmasını ‘isyana’ teşvik etmekle töhmetlendiriliyorum. Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim... Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki bunu bir an olsun düşünebileyim. Askeri isyana teşvik etmedim. Senin eserine ve sana, aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yüklenen ve yükletilebilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim. Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu ‘inkılap askerini isyana teşvik’ damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır. Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.”

Bu mektuba herhangi bir cevap gelmeyince Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım bu sefer kendisi Atatürk’e bir mektup yazarak yardım istedi.

“Gazimiz… Size iki kez geldik. Teyzezademin ve Fuat Paşa’nın çok selamı var. Sizin çok merhametli olduğunuzu söylüyorlar. Affı hususinizi istiyoruz. Yarattığınız Türk lisanının kıymetli bir hizmetkârı olan Nâzım’ı bağışlayın! Hapislerde her gün ah alarak üzülmesine mani olun. Bu husustaki delaletinizi bizden esirgememenizi rica ederiz.”

Fakat, bu mektuba da bir cevap gelmedi.

Askeri Ceza Kanunu’nun 94’üncü maddesine uyan suçundan dolayı tevkifine karar verilmiş olan komünist Nâzım Hikmet, ertesinde 1938 Donanması Davası’nda 20 yıl daha ceza aldı ve cezası indirimlerle birlikte 28 yıl 4 ay oldu; kısa süre sonra da hapsedildi.

Nazım, 12 yıl çeşitli hapishanelerde kaldıktan sonra ancak af ile 15 Temmuz 1950’de serbest kaldı, fakat ertesinde zorunluluğu olmamasına rağmen askere çağrılınca, kendisine yapılacak bir suikast endişesi ve sağlık problemlerinin artması nedeniyle ülkeyi terk etti.

*

Atatürk’ün Nazım Hikmet ve annesi tarafından yazılan mektuplardan haberinin olup olmadığı şüphelidir. Bilindiği gibi Atatürk siroz hastalığının tedavisi için 26 Mayıs 1938’de Ankara’dan İstanbul’a gitti. 1 Haziran 1938 ile 25 Temmuz 1938 tarihleri arasında Savarona yatında kaldı ve ertesinde Dolmabahçe Sarayı’nda kalmaya devam etti.

Atatürk’ün sağlık durumu nedeniyle Ankara’dan ayrılmış olması ve tedavi süresince kendisine her türlü bilgi ve belgenin ulaştırılmadığı düşünüldüğünde mektuplardan haberinin olmadığı muhtemeldir.

Diğer yandan, devlet arşivleri Nazım’ın başından beri izlendiği, her hareketinin ve konuşmasının kayıt altına alındığını da gösteriyor.

*

İktidarların düşünce ile mücadelesi insanlık tarihi kadar eski. Düşünceler eylemden daha tehlikeli bile görülebiliyor, çünkü potansiyel olarak görünmeyen ve acıtan bir tehdit olarak algılanıyor.

Tarih boyunca, coğrafya ve kültür gözetmeksizin bilim insanları, düşünürler, sanatçılar muhalif tavırları, sözleri ya da eserleri yüzünden ağır bedel ödediler, kiminin malı, mülkü, eşi, dostu, itibarı uzaklaştı, kiminin doğrudan canı.

Antik Yunan filozofu Sokrates, gençleri yoldan çıkarıyor ve düzene karşı kışkırtıyor, diye baldıran zehri içmek durumunda kalmıştı.

“Sokrates’in Savunması”nı tekrar tekrar okumak gerek.

Orwell’in “1984”ünü ve baş karakter Winston’u hatırlamak gerek.

Bir de Nazım Hikmet şiirleri var.

Tüm kötülüklere ve olumsuzluklara karşın enseyi de karartmamak gerek.

Umut, bizi ertesi güne taşır.

Ne diyor Nazım:

“Dünyadan memleketinden insandan / umudun kesik değil diye / ipe çekilmeyip de / atılırsan içeriye/ yatarsan on yıl on beş yıl / daha da yatacağından başka/ sallansaydım ipin ucunda / bir bayrak gibi keşke/ demeyeceksin / yaşamakta ayak direyeceksin.

Belki bahtiyarlık değildir artık/ boynunun borcudur fakat / düşmana inat / bir gün fazla yaşamak.”