Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

İtalya'daki son seçimin düşündürdükleri

İran'dan sonra İtalya'da da siyasi değişimin rüzgârları esiyor.

İran daha fazla özgürlük talebi için mücadele edenlerin hikâyesini yazarken İtalya'da daha muhafazakar, aşırı milliyetçi bir siyaset iklimi hakim.

İtalya'da yapılan son seçimlerde aşırı sağcı olarak bilinen İtalya'nın Kardeşleri Partisi (Fratelli d'Italia), seçim sandıklarından birinci parti olarak çıktı. Ayrıca, partinin içinde bulunduğu sağ ittifak da hükümeti kurmak için yeterli çoğunluğu sağladı.

İtalya Parlamentosu seçimlerinde sandalyelerin çoğunluğunu elde eden koalisyonun başında, İtalya'nın Kardeşler Partisi Fratelli d'Italia'nın lideri Giorgia Meloni bulunuyor. Meloni, İtalya'nın ilk kadın Başbakanı olacak.

Kadın bir liderin seçimi kazanması oldukça önemli bir adım. Kadın siyasetçilerin insani değerleri ön plana çıkaran, hümanist bir dünya inşa edebileceklerine inanıyorum. Erkek egemen yönetimlerin dünyayı getirdiği yer ortada.

Diğer yandan İtalyanların, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana ülkelerinin en sağcı hükümetini seçtikleri de bir gerçek. 1946'dan beri 69 hükümete sahip olan bir ülkede bu, küçük bir mesele değil.

İtalyan Kardeşleri Partisi'nin kökleri, II. Dünya Savaşı'nın yıkıntılarından doğan neo-faşist harekette var. Sembolleri de partinin o geçmişle bağlantısına işaret ediyor. Parti bayrağı, 20. yüzyılın başlarında faşizmin sembolü olan üç renkli alev içeriyor. Ayrıca, Meloni'nin genç yaşlarda Mussolini hayranı olduğu, partinin logosunu kaldırmaktan imtina ettiği de biliniyor.

Tarihteki en ölümcül savaş olarak bilinen II. Dünya Savaşı'nda Hitler, Mussolini ve Franco ittifakının Avrupa dahil tüm dünyayı nasıl bir karanlığa sürüklediğini ve savaşta sivil kayıplarla birlikte 50 ila 80 milyon insanın hayatını kaybettiğini hatırlatmakta fayda var.

Her nedenle olursa olsun savaş ve savaşa dair her şeyi lanetlemek gerekiyor.

*

Son yirmi yıl düşünüldüğünde Avrupa'da aşırı sağ fikirlerin ve bu fikirleri savunan partilerin her geçen yıl ivme kazanarak güçlendiğini görüyoruz. Bu yükselişin tarihsel, toplumsal, ekonomik, jeopolitik birçok nedeni var.

Aşırı sağ siyasetin dinamiklerine ilişkin uzmanlar tarafından yazılmış olan mevcut analizlerden faydalanmak gerekiyor.

Bunun dışında herkesin farkında olduğu bazı temel sorunları yeniden gündeme getirmek yararlı olabilir.

Ekonomik bunalımların, kıtlıkların, yoksulluğun, dışlanmaların, toplumsal barışı ve refahı sağlamakta aciz kalan hükümetler yüzünden ortaya çıkan yerel ve küresel istikrarsızlıkların, aşırı sağ ya da sol seçenekleri güçlendirdiğini görüyoruz.

Özellikle, Suriye iç savaşı neticesinde oluşan göç dalgası ertesinde, COVID-19'un ekonomik ve toplumsal etkilerinin yanına bir de Rusya-Ukrayna Savaşı eklenmiş durumda. Ülkeler arası gerilim ise her zamankinden daha fazla gözle görünür bir şekilde kendini belli ediyor.

Aslında "savaşın kıyısındayız" algısı bir yanılsama, kıyısında değil aslında tam da savaşın içindeyiz. Fazla dillendirilmeye cesaret edilemese de tüm dünyada tam adı konulmamış bir savaş iklimi hüküm sürüyor. Bu durumun topyekûn bir dünya savaşına dönüşüp dönüşmeyeceği, dünyada aşırı sağ fikirlerin hüküm sürüp sürmeyeceğine de bağlı.

Ekonomik, sosyal ve politik olarak köşeye sıkışan hükümetlerin savaş ekonomisi projeksiyonu ve soğuk savaş psikolojisi yaratarak kitleleri kutuplaştırma yoluna başvurduklarını tarih bize gösteriyor. Böyle zamanlarda, hakikatlerin şekil değiştirdiği bir iletişim ağı devreye giriyor. Milli ve dini duygular iyice hassas duruma getirilip, “öteki” ilan edilene karşı düşmanlık ve şiddet duyguları körüklenebiliyor.

COVID-19 salgını sonrası insanı, artık başka bir insan. Salgın sırasında yakınlarını kaybeden, hastalanıp ölümle burun buruna gelen ve bu yüzyılda, bu medeni ve ileri seviyede bunu yaşamış olmanın şaşkınlığını üstünden atamamış yeni dünya insanından bahsediyoruz. Salgın, sınıflar ve sınırlar üstü bir biçimde ayrım göstermeksizin evrensel bir umursamazlıkla dünyanın üstüne çöktü.

Salgın öncesi ve sonrası oluşturulan politik iklim de safları keskinleştirdi. Ekonomik büyüme odaklı sistemlerin kalıcı olabilmek ve krizleri aşabilmek adına, istikrarlı düşmanlara ve birbirine güvenmeyen insanların çaresizliğine dayalı bir ortama ihtiyaç duydukları söylenebilir.

Böylesine toksik bir ortamda, mevcut olanaklarının tehlikede olduğunu düşünen ya da buna inandırılan medeni insan (postmodern endişelerin varlığı), diğer bir deyişle yeni dünya insanı, doğruluğu tartışmalı ikinci ya da üçüncü elden bilgi saldırıları karşısında tahrip edilmiş bir algı alanında mahsur bırakıldı.

Bugün Avrupa'da ülkesinin göç yoluyla yeniden dizayn edileceğine, yıkıcı bir savaşın artık olası olduğuna, savaş olsun ya da olmasın çocuklarını daha parlak bir geleceğin beklemediğine ilişkin olumsuz fikirlere sahip büyük bir kitle var.

Bununla beraber mevcut yöneticilere, yönetimlere, onların fikirlerine, ortaya koydukları performansa ve dahası bir şeylerin daha iyi olacağına dair inancın azalması, insanları ve toplumları içe doğru kapatıyor. Dışarısı, öteki ve tehlikeli olarak daha da katı bir şekilde tanımlanıyor.

Bugün, Avrupa aşırı milliyetçi, başkalarının tabiriyle faşizan siyasete doğru kayıyor. Bunda yarış içinde olduğu karşı siyasetin başarısızlığı da büyük rol oynuyor. Sosyal demokrasi ve genel itibarıyla sol siyaset ise küresel göç mühendisliği, doğal kaynakların ve enerjinin adaletsiz paylaşımı ve toplumsal tabakalar arasındaki ekonomik uçurumlar ile ilgili somut politikalar ortaya koyabilmiş, gözle görülür etkiler yaratabilmiş durumda değil.

Yüzeysel olarak değinmeye çalıştığım kavram ve fikirler ile ilgili uzmanların detaylı tartışmalar yapacaklarına inanıyorum.

Hakikat sonrası çağda, bilginin yani özne ile nesne arasında kurulan bağın yapı bozumuna uğratılarak yeniden ve yeniden üretildiği çağda, insana ilişkin temel değerlerden yola çıkarak siyaset, sanat ve bilim yapmanın anlamı üstüne düşünmek gerekiyor.