Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Yarın ne olacak?

Ekonomik durum felaket. Her ne kadar iktidardaki koalisyon patatesi, soğanı, yani tencereyi ve gücünü görmek istemese de nurlarda uyusun Süleyman Demirel’in “Boş tencere her iktidarı götürür” vecizesini sandıkta hatırlayacaklardır.

Halk perişan. Asgari ücret bir yılda defalarca “güncellendi”, daha az oranda olsa da memur maaşları da keza “iyileştirilmeye çalışıldı” ancak durum felaket. Sıradan bir işçi veya memur emeklisinin çarşıya çıkıp eve dolu fileyle döndüğü günler tarih oldu. İşsizlik genç nüfusta %20’ye tırmandı, genel çalışan nüfus açısından %15’i zorluyor. İş aramaktan umudu kesenleri dikkate almayan resmi oranlar hâlâ %12 civarında işsizlik oranı gösterse de, o bile bir fecaat değil mi? Pazar günü, yeni başat ürünlerinin piyasaya çıkmasının yansıması olacak, bizim mahalledeki markette kıymanın kilosu 280 lira, patatesin kilosu 19.50, soğan ise 19 liradan satılıyordu. İndirimli domates fiyatı 24.50 ile 35.00 lira arasında, kabak, patlıcan gibi birçok sebze 20 lira, taze fasulye ise türüne göre 35-45 bandını korumaktaydı. Hadi gelin asgari ücretle ya da emekli maaşıyla yaşayan dört kişilik bir aileye nasıl bir mucize ile ay sonunu getirmesini beklediğinizi anlatın.

Ekonomi Bakanı Nureddin Nebati etrafa parlak gözlerle bakmaya devam edebilse de başarılı bir komedyen edasıyla, halk trajedi yaşıyor.


Zor sorular

Belgrad’ın önde gelen televizyon kanallarından SRT’nin muhabiri Stefan Kostic adına üç dönem önce Ankara’da görev Sırbistan büyükelçisi dostum telefon etti, seçimler için ülkede olduğu dönemde arkadaşı için yardımcı olmamı rica etti.

Kostic meslektaşım kısa bir sohbetten sonra bazı sorular sormak istedi. Zor sorular. Öncelikle bu seçimin öneminin bence ne olduğunu sordu. İzah ettim. Türk halkının demokratik otokrasinin daha koyu bir demokratik mutlak rejime geçişine izin vermeyeceği, demokratik, parlamenter sisteme ve güçler ayrılığı ilkesine, hukukun üstünlüğüne geri dönüşü talep edeceği inancında olduğumu söyledim. Şaştı arkadaş.

Yurt dışında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendine göre şekillendirdiği, 2018 referandumuyla hukuki zemine de kavuşan demokratik otokrasinin ülkeyi denge denetleme, herhangi bir hesap verme ve şeffaflık ihtiyacı duymadan keyfine göre yönettiği, bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni gereksiz bir teferruat haline dönüştürdüğü görülüyor ama bu durumun ülke içerisinde dile getirilemeyeceği, dile getirenlerin ise “cesurluk” yaptığı kanısı var. Hiç de değil. Aklı başında kimse cesur olmaya heves etmez. Ancak, bu ülkeyi seven insanlar bu başıbozuk ve keyfi yönetim tarzının ülkeyi getirdiği yeri görür ve dillendirme mecburiyeti duyar.


Kemalizm niye bu kadar canlı?

Kostic sordu, “Türkiye’ye geldiğimden beri gördüğüm en önemli şey Kemalizmin ne kadar canlı olduğu. Ölümünden onca on yıl sonra bu durum şaşırtıcı değil mi?” Yugoslavya sendromunu yaşayan Sırbistan açısından enteresan bir soru tabii ki. İzah ettim arkadaşa, Türkiye halkının büyük bir çoğunluğunun bugün fiziki olarak 1938’de ebediyete göçen Atatürk’ten ziyade Atatürk’ün ilkelerine, bu ülkenin geleceğini Batı ile birlikte gören kültürel ve siyasi mirasına sahip çıkmaya, bu mirasın Türkiye Cumhuriyeti’nin özü ve karakteri olduğunun farkında olarak, Arap milliyetçiliği ya da İslam adına Arap kültürüyle ikame edilmesine karşı çıkmaya çalışıyor. Esasında çekilen sancının özeti de bu çekişmedir.

“Kemalizm bugün çok mu canlı?” diye sordu arkadaş. Bu konunun çetrefil olduğunu anlattım. Bir yandan yakaya rozet takarak Atatürk ticareti yapan çıkarcılar olduğundan çok daha fazla Atatürk’ün “Benim en büyük eserim” dediği “Laik, demokratik Cumhuriyet” ülküsüne sadık olanlar olduğunu, ya da kendisini “ilerici” olarak tanımlayan büyük liderin izine ilericiliği ülkü edinenler olduğunu, bu nedenle de Atatürkcülüğün çok güçlü bir yaşam tarzı olarak sürdüğünü anlattım.


Ekonomik vaatler

Kostic’in başka soruları da oldu elbette. Kafası karışmış gerek muhalefetin ekonomik vaatlerine gerekse de iktidarın bunları kopyalayarak, el artırarak halka sunmasına. Anlatmaya çalıştım. Dedim ki, kim seçilirse seçilsin seçimden sonrası tufan. Erdoğan’ın dediğinden de kötü oluşarak devlet kasası boş değil, devlet uçan kuşa borçlu. Seçim sonrasında kapsamlı bir ekonomik paketin kısa sürede açıklanması kimseyi şaşırtmasın. Ancak, yapılan bütün vaatler hemen değilse bile bir süre içerisinde gerçekleşebilir, yeter ki bu ülkenin büyük potansiyeli bir avuç beslemeyi finansa değil, halkın çıkartılarının yararına yönetilsin.

İktidarın değişeceği birçok açıdan emarelerini gösteriyor. Katar merkezli Al Jazeera televizyonu ana kanalı bile uzun bir aradan sonra benimle mülakat yaptı. Belli ki Katar da artık değişimin rüzgarını hissediyor. Mülakatı yapan arkadaş da sordu, “Diyelim ki seçimi kazandı, bu kadar vadi nasıl gerçekleştirecek Kemal Kılıçdaroğlu?” Zor bir soru ama seçimi kazanırsa Erdoğan’ın da işi zor. Bütün mesele az önce dediğim gibi kaynak ve potansiyel beş şirkete, aile ve parti çıkar gruplarına mı akacak, halkın biriken ve aşılmaz dağlar haline gelen sorunlarının aşılmasına, ortadan kaldırılmasına mı yönlendirilecek. 21 yılda Erdoğan ve ittifakının yaptıkları ortada. Milli gelirin %81’i sadece %10’a giderken, halk aç ve perişan. Bu besleme azınlığı, üç-beş inşaat ve rant imparatorunu terk edip halka mı öncelik verecek? Şimdiye kadar niye yapmadı?


“Üç Y” ne oldu?

Unutmamak lazım. 21 yıl önce “üç Y ortadan kaldırılacak” vadiyle geldi iktidara. Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar… Yolsuzluk yeni bir boyuta taşındı. Yoksullukta dünya şampiyonlar ligine düştük. Yasaklar konusunda ne Kuzey Kore ne de Çin bizimle yarışabilir oldu.

Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği desteğiyle yürüttüğü Medya için Demokrasi projesinin Medya İzleme 2002-2 raporuna göre kısa bir özet vereyim AKP iktidarında son bir yılda Türkiye medyasında neler oldu:

- En az 43 gazeteci 2023’e demir parmaklıklar ardında başladı.

- Yıl boyunca gözaltına alınan gazeteci sayısı 78 oldu.

- 2022’de 40 gazeteci değişen sürelerde hapis ceza aldı.

- M4D Projesi 2022 Yılı Mesleki Memnuniyet Araştırması bulgusu: Gazetecilerin üçte birinden fazlası meslek yaşamında en az bir kez gözaltına alındı ya da yargılandı. Gazetecilerin üçte ikisi en az bir kez tehdit aldı.

- 2022’de en az 61 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı, darp edilerek engellendi.

- AİHM’e 2022’de en çok başvuru Türkiye’den yapıldı, dosya sayısı 20 bin 115 oldu. Bu sayı ile Türkiye kaynaklı başvurular tüm başvuruların yüzde 26,9'unu oluşturdu.

- RTÜK’ün eleştirel dört kanala toplam 50 ceza verdi. Bu cezaların toplamı 17 milyon 98 bin 244 TL oldu.

- BİK 2022 Faaliyet Raporu’na göre, 146 günü Basın Ahlak Esasları gerekçesiyle olmak üzere 175 gazeteye toplam 650 gün resmi ilan kesme cezası verildi.

Bu acı listeyi çok daha fazla uzatabilirim de, daha fazla bir şey söylememe gerek var mı?