Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Mesele sadece külliye değil…

Yeni meclis ve cumhurbaşkanlığı yerleşkesi inşaatı üzerinden Kuzey Kıbrıs’ta büyük bir Türkiye karşıtlığı fırtınası estirmeye çalışıyor bazı çevreler. Bazı arkadaşlar “ağaç katliamı” üzerinden, birçok arkadaş ekonomik durumun başka alanlara yatırım yapılması gerektirdiğini, halkın zorluklarını hafifletmeyecek böyle bir “beton yığınının” ciddi bir “kaynak israfı” olacağını, TC’nin bağışı bile olsa bu yatırım bütçesinin çok daha yararlı yatırımlara yönlendirilmesi gerektiğini vurguluyorlar. Sayıları az ama artmakta olan bir arkadaş grubu da her zamanki gibi hiç neden falan aramaya tenezzül etmeden “ne memurunu ne askerini ne de paranı” tutumundadırlar.

Toplumsal irade var mı?

Kıbrıs Türk halkının varoluşunun en büyük tehdidi kendi ayakları üzerinde durmasına imkan verecek bir ekonomik yapıya, öyle bir yapıyı kuracak ve yaşatacak toplumsal iradeye sahip olamamasıdır. Ne sağ siyasetteki Rum fobisi ne de sol siyasetteki Türkiye karşıtlığının tehlike algısını yönetmesine imkan verilmemelidir.

Doğrudur, Rumlar Kıbrıs Türk halkının eşitliğini, devlette ve egemenlikte ortaklığını paylaşmak niyetinde değildirler. Türk düşmanlığı içerisindedirler. Bakmayın bazı unutkan arkadaşların şartların çok değiştiği, Avrupa Birliği içerisindeki Kıbrıs’ta tekrar bir Türk katliamı teşebbüsünde bulunamayacakları gibi pembe rüyalarına, Kıbrıs Rum siyaseti Kıbrıs Türküne ancak azınlık haklarını kabul etmesi durumunda tahammül edecektir. Rum yönetimindeki azınlığın ne olduğuna da AB üyesi Yunanistan’a, Batı Trakya’ya bakarak tahmin edebilmek herhalde çok zor olmasa gerek. Rumların fırsat bulabilseler 1963-1974 dönemini tekrar yaşatmakta beis görmeyeceklerinden hiç şüphem yok. Kıbrıs Türk halkı dün Türkiye’nin kısıtlı desteğiyle bir direnme ve kahramanlık destanı yazdığı gibi, bugün de Türkiye ile birlikte Rumlardan gelebilecek her türlü macerayı veya tehdidi savuşturabilecek kapasiteye sahiptir.

Ve, fakat, ama…

Kıbrıs Türk halkı adada çözüm istencinde elbette ki samimidir. Yurdunda gelecek planları yapabilme, yeni nesillerin göç etmesini engelleme arzusundadır. On yıllardır devam eden ekonomik, politik, kültürel, turistik, spor ve hatta sağlık ablukası altında bunalmakta, çıkış yolu bulamamaktadır. Bir Türk futbol takımının bir Rum takımıyla karşılaşma yapabilmesine rağmen, KKTC’de dostluk maçı bile yapamamasının verdiği acı, yarattığı öfke ve kırgınlık Türkiye’den maalesef yeterince görülememektedir. Türkiye’nin “kardeş” devletleri, hatta bir şekilde “gözlemci” statüsüyle siyasi toplantılarına kenardan iştirak edilen İslam konferansı veya Türk devletlerinin gençlik oyunlarına bile Kıbrıs Türk gençleri dahil edilmemektedir. Durum hiç de “ve, fakat” ya da “ama” ile izah edilemez. Elbette arada bir anlatılan “Rusya’dan doğrudan uçuş” hikayesi de kimseyi sakinleştirmeye yetmiyor.

Türkiye KKTC’yi tanıyor mu?

Rahmetlik Rauf Denktaş hep Kıbrıs Türk devletini dünyanın tanımasının önemli olduğunu ancak, Türkiye’nin tanımasının yaşamsal olduğunu söylerdi. Elbette öyledir. Türkiye’nin desteği olmadan Kıbrıs Türkü dünya tarafından tanınsa da çok ciddi yaşamsal ve varoluşsal tehlike altında olacaktır. Ancak, maalesef Türkiye, KKTC’yi tanıyormuş gibi yapmakta ama fiili olarak tanımanın gereklerini yerine getirmemektedir. Ankara’dan Kıbrıs Türk Devleti'ne, kurumlarına yönelik emredici üslubu bir tarafa bıraksak bile, adadaki TC Büyükelçisi'nin davranışları bile durumun ne derece sıkıntılı olduğunu göstermeye yetmektedir. Mesela, KKTC Anayasası'nın geçici 10’ncu maddesi kaldırılarak adadaki Barış Kuvvetleri Komutanlığı’na fiilen bağlı ve bir Türk generalin komutasındaki Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı faaliyet gösteren polis ve itfaiyenin KKTC makamları emrine verilmesinin sağlanması gerekirken, adalet bakanlığı tesis edilerek yargıyı da siyasetin dolayısıyla Ankara’dan gelecek telkinlerin etkisine bırakmaya çalışmak hoş bir durum mu? Eski Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu’nun KKTC’ye büyükelçi atanmasının bu “adalet reformu” ya da Maraş’ın açılmasıyla ilgisi var mıdır acaba?

“Türkiye alerjisi”…

Külliye konusu muhalefet tarafından abartılarak Türkiye ile gerginliklerinin ya da hoşnutsuzluklarının sembolü haline getirilerek şatafattan hoşlanmayan Kıbrıs Türk halkının da desteği kazanılmıştır. Hele de yaşanılan Türkiye’den ithal enflasyon ve döviz kuru kriziyle bunalan ve yılların yanlış politikalarıyla oldukça kişisel menfaat odaklı davranışlar alışkanlığındaki Kıbrıs Türk halkı sanki külliye inşa edilmese o paranın bir şekilde kendi refahlarına geleceği gibi bir algıyla gelişmeye öfke duyuyor.

Durum çok karışık. Öncelikle Kıbrıs Türk halkının siyasi çıkış bulamamasının mimarı mevcut hükümet dahil neredeyse tüm sağ ve merkez siyasetin kişisel ya da grupsal, partisel ikbal hesaplarıyla Türkiye’ye karşı “teslimiyetçi” bir çizgiye gelmesi, alternatif gibi görünen yapılanmanın da umutsuz olduğunun görülmesi çok ciddi bir depresif durum yarattı. Solda ise sağdaki duruma tam tezat bir şekilde, Türkiye’nin desteği olmadan gelişme, ilerleme sağlamayı boş verin, günlük hayatın bile sürdürülemeyeceğini inkar eder bir yaklaşımla bodoslama bir çatışma çizgisinin benimsenmesi de olası çıkış kapısı konusunda hayal kırıklığı yarattı.

KKTC’de tırmanan “Türkiye alerjisini” bir de bu şekilde değerlendirmek gerekir.

Yapılması gereken: Kendi ayakları üzerinde duran KKTC

Gerek Doğu Akdeniz gelişmeleri, gerekse Kıbrıs Türk ve Türkiye çıkarları, adada çözüm görüşmeleri başlayıp başlamamasından ve hatta çözümden bağımsız olarak kendi ayakları üzerinde duran bir Kıbrıs Türk ekonomisi ve devleti kurabilmektir.

Bunun birinci şartı ciddi ve kapsamlı bir devlet reformu yapılabilmesidir. Mesele hızla devleti küçültmek, özel sektörü güçlendirmek, vergi reformu, serbest ticaret alanı ilanı, sendikal hakların yeniden şekillendirilmesi gibi radikal adımlar gerekmektedir. Kıbrıs Türk halkı, kişisel ikbal beklentileri yerine toplumsal ikbali ve bu uğurda hep birlikte ciddi özveriler, dolayısıyla da acı çekilmesine ikna edilmeden bunun gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır.

Türkiye dahil kimseye muhtaç olmayacak bir sistem kurulması mümkündür. Bunun için herkesin elini taşın altına koyması şarttır.

Sanırım Kıbrıs konusuyla ilgilenen birçok kişi Rum basınını takip edebilmekte, en azından Rum basın özetlerini Kıbrıs Türk basınına yansıyan şekliyle okuyabilmektedir. Ne diyor bu haberler? Bir yandan Rum bölgesine Kıbrıs Türküyle evli TC vatandaşlarına bile geçişte ciddi sıkıntılar yaşatılırken, KKTC vatandaşlarının Rum bölgesinde daha fazla iş imkanı sağlanarak Türkiye bağlarının zayıflatılması bir strateji olarak belirlenmiştir. Bu çok ciddi bir tehlikedir.