Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Nazım Hikmet aramızdan 60 yıl önce ayrıldı

Büyük şair Nazım Hikmet, ölümünün 60'ıncı yılında anılıyor. Şiirleri 50'den fazla dile çevrilen, politik duruşu, sanatı, kişiliği, barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesiyle yaşamını şekillendiren Nazım Hikmet Ran, 3 Haziran 1963 günü sabahı Moskova’daki evinde hayata veda etti.

AZE Haber Ajansı


ANKARA- Büyük şair Nazım Hikmet, ölümünün 60'ıncı yılında anılıyor. 

Şiirleri 50'den fazla dile çevrilen, politik duruşu, sanatı, kişiliği, barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesiyle yaşamını şekillendiren Nazım Hikmet Ran, kendi hayat hikayesini şöyle anlatıyor:

"Ben 1902 yılında, 20 Ocak'ta Selanik'te doğdum. Dedem valiydi, şiirle ilgilenirdi. Annem ressamdı, birkaç yabancı dil bilirdi. Babam önce elçilik, daha sonra üst düzey memurluk yaptı. İlk şiirimi 13 yaşındayken yazdım. Bir yangını anlatıyordu. Ailem benim harika bir çocuk olduğuma karar vermiş ve şiir yazmamı telkin etmeye başlamıştı. 15 yaşında bahriye okuluna verdiler. Deniz subayı yapmak istiyorlardı beni. Okuduğum sınıf ikiye ayrılmıştı. Bir kısmı sporla, diğeri şiirle uğraşıyordu. Ben şairler tarafına düştüm. Okulda bize tarih ve edebiyat derslerini ünlü Türk şairi Yahya Kemal veriyordu. Kedimi anlatan bir şiir yazmıştım. Yahya Kemal, şiirimi okuduktan sonra kedimi getirmemi söyledi. Tüyleri dökülmüş, çelimsiz bir kediydi. Yahya Kemal o zaman bana, 'Bu kadar allayıp pullayabildiğine göre, senden kesin şair olur' demişti. 16 yaşındayken Yeni Mecmua'da 'Servilikler' adlı şiirim yayımlandı. Bu şiir herkes tarafından beğenilmişti. 17 yaşında artık yazdıklarım ciddi ciddi basılıyordu."


ÖĞRETMENLİK DE YAPTI

Nazım Hikmet, mezuniyetine üç ay kala geçirdiği bir hastalık nedeniyle Bahriye’den ayrıldı. Bir grup arkadaşıyla Anadolu’ya geçti. Ankara Hükümeti’nin görevlendirmesiyle arkadaşı Vâlâ Nurettin ile birlikte Bolu’da öğretmenlik yaptı. Daha sonra kısa aralıklarla iki kez Moskova’ya gitti. Rusya’da gerçekleştirilen ihtilale tanık olan Nazım Hikmet, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi KTUV’da ekonomi-politik öğrenimi aldı. Moskova'ya ikinci gidişinde küreğe konulma cezasının verildiği dava nedeniyle zorunlu bir göçmenlik yaşadı. Bu kez daha önce öğrenci olduğu üniversitede çevirmenlik ve asistanlık yaptı. Ceza Yasası’ndaki değişiklik nedeniyle 1928 yılında Türkiye'ye döndü. Kısa bir süre cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakıldı.


ON YEDİ YIL HAPİSTE YATTI

Nazım Hikmet'in yazı ve şiirleri çeşitli gazete ve dergilerde yayınlandı, kitapları basıldı. Siyasal ve entellektüel yaşamda aktif bir rol üstlenen ünlü bir şair haline geldi.

Politik kimliği, şiirleri ve yazıları nedeniyle sık sık yargı önüne çıkartıldı. Düzmece davalarla yaşamının 17 yılını hapishanelerde geçirdi. 1950 yılında ulusal ve uluslararası düzeyde düzenlenen kampanyalar sonunda çıkarılan Genel Af Yasası’yla serbest kaldı. Yaşamına yönelik komplolar nedeniyle yeniden yurt dışına çıktı ve hayatının sonuna kadar yurduna, halkına, sevenlerine hasret şiirleri yazacağı göçmenlik yılları başladı.


BARIŞ ÖDÜLÜ ALDI

Bu dönemde Uluslararası Barış Ödülü aldı ve barış hareketi içinde aktif görevler üstlendi. Dünya Barış Konseyi Başkanlık Divanı’na seçildi. Ünlü Şostokoviç’e, Şarlo’nun yaratıcısı Charlie Chaplin’e ve Fransız Parlamentosu Başkanı Eduard Heriot’a Uluslararası Barış Ödülü’nü veren jürinin başkanlığını yaptı.

Cezaevi yıllarından kalan hastalıklar onu rahat bırakmadı. Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963 günü sabahı Moskova’daki evinde hayata veda etti.

Nazım Hikmet'in doğumunun 100'üncü yılı dolayısıyla 2002 yılı UNESCO tarafından "Nazım Yılı" ilan edilmişti. Novodeviçi Mezarlığı'nda toprağa verilen şair, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla yeniden Türk vatandaşlığına kabul edildi.


Severmişim meğer 

62 Mart 28

Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım

akşam oluyor

dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer

akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer

toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen

ben sürmedim

Platonik biricik sevdam da buymuş meğer

meğer ırmağı severmişim

ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde

doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin

ister uzasın göz alabildiğine dümdüz

bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile

bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin

bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa

bilirim benden önce duyulmuş bu keder

benden sonra da duyulacak

benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere

benden sonra da söylenecek

gökyüzünü severmişim meğer

kapalı olsun açık olsun

Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe

hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ı

kulağıma sesler geliyor

gök kubbeden değil meydan yerinden

gardiyanlar birini dövüyor yine

ağaçları severmişim meğer

çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın

çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar

kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi

İzmir’in kavakları

dökülür yaprakları

bize de Çakıcı derler

yar fidan boylum

yakarız konakları

Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına

ucu işlemeli

yolları severmişim meğer

asfaltını da

Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e

asıl adı Göktepe ili

bir kapalı kutuda ikimiz

dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak

hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım

eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz

yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok

ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır

bunu bir kere daha yazdı

çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi

önde körüklü kaat fen

belki böyle bir şey olmadı

….

çiçekler geldi aklıma her nedense

gelincikler kaktüsler fulyalar

İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı

ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi

kolan vurdu yüreğim salıncak bulutlara girdi çıktı

çiçekleri severmişim meğer

üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948

yıldızları hatırladım

severmişim meğer

gözümün önüne kar yağışı geliyor

ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de

meğer kar yağışını severmişim

güneşi severmişim meğer

şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile

güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar

ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın

meğer denizi severmişim

hem de nasıl

ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana

bulutları severmişim meğer

ister altlarında olayım ister üstlerinde

ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara

ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası

severmişim

yağmuru severmişim meğer

ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim

beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın

içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider

yağmuru severmişim meğer

ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde

yanında pencerenin

altıncı cıgaramı yaktığımdan mı

bir eski ölümdür benim için

Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

zifiri karanlıkta gidiyor tren

zifiri karanlığı severmişim meğer

kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften

kıvılcımları severmişim meğer

meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun

Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir

yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek