Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Piyasa ekonomisi serbest midir?

Türkiye ekonomisi oldukça zorlu bir süreçten geçmektedir. Böylesi bir süreçle karşılaşmanın küresel gelişmelerden olduğu kadar içerideki yapısal koşullar ve ekonomi politikası tercihlerinden kaynaklanan boyutları da bulunmaktadır. Ancak ağırlıklı boyutların daha çok içsel olduğunu, bir başka deyişle yaşanan sorunların daha çok “yerli” ve “milli” olduğunu söylemek mümkündür. 

Bir toplumda, birbiriyle yoğun olarak etkileşim halinde olan ekonomik, sosyal, politik ve kültürel olmak üzere dört temel alan bulunmaktadır. Bu alanları, bir otomobilin dört tekerliği şeklinde tasvir etmek mümkündür. Yeterince hızlı ve güvenilir yol alabilmek için dört lastiğin de belli bir nitelik eşiğini aşması gerekmektedir. Aksi halde riskler yüksek olacak ve her an bir kaza/kriz ile karşılaşılabilecektir. 

Modern gelişmiş toplumlarda bu alanların temel düzenleme ilkeleri; ekonomik alanda rasyonellik, sosyal alanda uzlaşmacılık, politik alanda demokrasi ve kültürel alanda hoşgörüdür. Geri kalmış toplumlarda ise ekonomik alanda irrasyonellik, sosyal alanda çatışmacılık, politik alanda otoriterlik ve kültürel alanda bağnazlık/tutuculuk temel düzenleme ilkeleri olmaktadır. 

Türkiye’ye, bu perspektiften bakıldığında geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelere benzer bir tablo ile karşılaşılacaktır. Zira ekonomik alanda irrasyonelliğin, sosyal alanda çatışmacılığın, politik alanda otoriterliğin, kültürel alanda da bağnazlığın etkili olduğunu söylemek mümkündür. Ekonomik alanda; özel ve kamu kesiminde birçok yanlış ve/veya yanlış ölçekte yatırımın varlığı, tüketicilerin zorunlu olmayan mallar için gelir düzeyiyle orantılı olmayan harcamalar yapabiliyor olması, irrasyonelliğin tipik görünüş bilgileridir.

Sosyal boyutta her an kavgaya dönüşebilen diyalog tarzının adeta eğitim düzeyinden bağımsız olarak varlığını koruması, birbirine en yakın konumdaki aile bireylerinin çoğu kez miras kavgasına tutuşabilmesi, farklı takım taraftarlarının futbol maçlarını aynı sahada izleyememeleri, trafikte cinayetle sonuçlanabilen yol verme kavgalarının yaşanabilmesi ise empati yeteneği gelişmemiş, çatışmacı bir toplum kimliğinin yansımalarıdır. 

Türkiye’de demokrasinin; evlerde, iş yerlerinde, derneklerde, vakıflarda, meslek odalarında, partilerde, hükümette velhasıl birden fazla kişiyi ilgilendiren kararların alındığı her ortamda kullanılması gereken bir ilke ve davranış yapısı olarak değil de sadece belli aralıklarla oy vermek olarak algılanması söz konusudur. Bu da demokrasinin bir araç olarak uygun her alanda kullanılan bir karar verme yöntemi olmasını engellemekte, daha çok birilerinin otoritesini kullanabileceği egemenlik alanı oluşturmasının aracına dönüşmektedir. Nitekim demokrasinin en önemli kurumsal yapısı olan siyasi partilerde bile parti içi demokrasinin olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla Türkiye’de mevcut sistemi işlevsel demokrasi olarak tanımlamak güçleşmekte, adeta demokrat bireyleri olmayan bir “demokrasimsi”den söz etmek olası hale gelmektedir.

Kültürel alanda kullanılması gereken hoşgörü ilkesinin de geçerliliğini önemli ölçüde kaybettiğini söylemek mümkündür. Aslında bu ilkenin geçmişte gerektiğince işlerlik kazandığını söylemek de pek kolay değildir. Siyasetin projeler değil de daha çok değerler üzerinden yapılmasının da beslediği bir sürece bağlı olarak, toplumda var olan birçok farklılık, zenginlik kaynağı olabilecekken “ötekileştirme” aracına dönüşmekte, bağnazlık derinleşmektedir. 

Kısaca ifade etmek gerekirse, Türkiye, toplumsal bütünü oluşturan temel alanlardaki düzenleme ilkeleri itibarıyla çağdaş bir toplum görüntüsünden oldukça uzaktır.

Diğer taraftan, toplumsal bütünü oluşturan her bir alanının; yapı, düzen-sistem ve süreç olmak üzere üç alt boyutu bulunmaktadır. Ekonomik, sosyal, politik ve kültürel alanlar birbirleriyle bu alt boyutlar üzerinden yoğun bir etkileşim içinde olmaktadır. Bu nedenle de herhangi bir alanda ve bir alanın herhangi bir boyutunda sorun olduğunda diğer alanlara da sirayet etmektedir. Tıpkı insan vücudundaki herhangi bir organda/sistemde sorun oluştuğunda bunun zamanla diğer organlara/sistemlere de yansıması, onlarda da sorunlar yaratması gibi.

Toplumsal bütünün ekonomik alanına ve bu alanın alt boyutlarına inildiğinde ise Türkiye’de karşımıza kaotik bir bütün çıkmaktadır. Nitekim sektörel, mekânsal, teknoloji boyutları bulunan ekonomik yapının çarpık olduğu, tercih edilen kapitalist düzenin fiyat mekanizması ve rekabete dayalı olması gereken piyasa sisteminin işlemediği, bunlara bağlı olarak da ekonomik sürecin istikrasız olduğu görülmektedir. 

Bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılamaması, üretim deseninin gerektiğince yenilenememesi, teknolojide dışa bağımlılığın çok yüksek olması ekonomik yapıdaki çarpıklığın başlıca nedenleri/sonuçlarıdır. Ekonomik düzen tercihinin kapitalizm, sistem tercihinin de buna bağlı olarak piyasa ekonomisi olmasına rağmen rekabetçi davranış yapısının yeterince oluşmaması, piyasa yapılarının yoğun tekelci eğilimlerle kuşatılması, Rekabet Kanunu'nun ancak 1994 yılında, o da AB’nin talebiyle çıkarılmış olması işlemeyen bir sisteme sahip olunduğunu ortaya koymaktadır. Yapının çarpık, sistemin işlemez olduğu bir durumda ekonomide istikrarın sağlanması olası değildir. Bu nedenle her 7-8 yılda bir ekonomik krizle karşılaşılıyor olması da sürpriz değildir. 

Kısaca ifade etmek gerekirse, Türkiye ve ekonomisinde yaşanan gelişmeler ekonomik, sosyal, politik ve kültürel alanlar ile ekonomik yapı ve ekonomik düzen-sistemin mevcut durumunun izdüşümüdür. Bir başka deyişle yaşanan sorunların hiçbiri sürpriz değildir.  

Kapitalist düzen ve piyasa ekonomisine gelirsek! 

Ekonomik düzeni; ekonominin karar birimlerinin (hanehalkı, firmalar ve devlet) ekonomik karar, davranış ve faaliyet alanlarını belirleyen her türlü ilke, kural, kurum ve normlar bütünün oluşturduğu organize yapı olarak tanımlamak mümkündür. Sistem ise oluşturulan düzen içindeki işleyişi düzenleyen kurallar bütünüdür. Bu çerçevede bir futbol maçının oynandığı sahadaki çizgileri; düzen, bu maçın oynanması esnasında uyulması gereken kuralları ise sistem olarak tanımlamak mümkündür. 

Bir futbol maçının iyi oynanabilmesi (süreç) için sahanın zeminin (yapı) düzgün, çizgilerinin belirgin (düzen) olması ve oyun kurallarının (sistem) herkes tarafından bilinmesi ve bunlara uyulup-uyulmadığının denetlenmesi (hakemler) gerekmektedir. 

Piyasa ekonomisinde de benzer bir durum söz konusudur. Bir başka deyişle iyi işleyen ve insanlarına sürdürülebilir refah sağlayabilen bir ekonomiye sahip olabilmek için bazı önkoşulların sağlanması gerekmektedir. Bunun için de ekonomik yapının yeterince gelişmiş, ekonomik birimlerin hareket alanının net bir şekilde tanımlanmış, ekonomik birimlerin bu kurallara uygun davranış yapısı kazanmış olması gerekmektedir. 

Diğer taraftan, bir futbol maçında futbol topunun işlevleri ile kapitalist düzenin piyasa ekonomisi sisteminde de fiyatların işlevi benzerdir. Nitekim, futbolcuların maç başlamadan hemen önce sahadaki dağılımları ile maç başladıktan sonraki pozisyonları farklılaşacaktır. Çünkü futbolcular topun konumuna göre, kendilerine yüklenen roller çerçevesinde, hareket edeceklerdir. 

Bir futbol maçı birden fazla top ile oynanabilir mi?

Piyasa ekonomisinde ekonomik birimler kararlarını; arz ve talebe göre şekillenen fiyat mekanizması çerçevesinde alırlar. Tüketiciler fiyatlara bakarak alım kararlarını, girişimciler ise üretim kararlarını verirler. Sistemin etkin olarak işleyebilmesi için fiyat mekanizmasının da etkin olarak işlemesi gerekir. Fiyat mekanizmasının etkin işlemesi ise piyasada oluşan fiyatların malların/hizmetlerin mutlak ve nispi kıtlığını yansıtması demektir. Nitekim, talep miktarının değişmediği bir durumda, bir malın üretim/arz miktarının azalması durumunda mutlak kıtlık söz konusu olacak, bu da malın fiyatının artmasına neden olabilecektir. Yine bir dönem öncesine göre bir malın üretim/arz miktarının diğer bir mala göre daha az ya da çok olması bu malın nispi olarak kıtlaşması veya bollaşması anlamına gelecek, böylece nispi fiyatlar da değişecektir. Buna bağlı olarak arz ve talep kararları değişecek, kaynak dağılımı yeniden şekillenecektir.

Piyasa ekonomisi sisteminin geçerli olduğu bir ülkede, ekonomi yönetimin en temel işlevi; fiyatların malların/hizmetlerin mutlak ve nispi kıtlığını yansıtmasını sağlamak olacaktır. Bu amaçla hazırlanan kanunlar çerçevesinde gerek alım gerekse satım boyutlarında tekelci yapıların oluşması ve/veya hakim duruma gelmiş firmaların olduğu durumlarda bu hakim durumun kötüye kullanımının engellemesi gerekecektir. Zira fiyatlar mutlak ve nispi kıtlığı/bolluğu yansıtmadığında piyasa ekonomisi işleyişi devre dışı kalacak, kaynak dağılımında etkinlikten uzaklaşılacaktır. 

Bu nedenle 21. yüzyılda piyasa ekonomisinin “serbest” olanı değil, işlevselliği denetlenen “piyasa ekonomisi” olanı geçerlidir. 

Enflasyonun altındaki faiz kararı piyasa ekonomisini nasıl etkiledi?

Türkiye’de firmaların (üreticilerin), hane halkının (tüketicilerin) davranış yapılarının henüz tam olarak piyasa ekonomisi ile uyumlu hale geldiğini söylemek güçtür. Devlet ve ekonomi yönetimlerinin de geçmişten bugüne, sistemin işleyişinin önündeki engelleri kaldırmaktan çok, devleti; rant dağıtım mekanizmasının kontrolünün bir aracı olarak kullanmayı önceleyen anlayışa sahip olduğunu söylemek olasıdır. Dolayısıyla ekonomi politikası tercihlerini analiz ederken bu anlayış boyutunun da dikkate alınması uygun olacaktır. Aksi halde birçok ekonomi politikası kararını anlamlandırmak mümkün olmayacaktır.

Son bir yılda yaşanan gelişmeler değerlendirildiğinde ve yaşanan sorunların kök nedenlerine inildiğinde, tercih edilmiş olan piyasa sistemiyle uyumlu olmayan kararların belirgin rolü olduğu görülecektir. Nitekim enflasyonun yüzde 80’nin üzerinde olduğu, yani paranın satın alma gücünün bu oranlarda gerilediği bir ortamda, piyasa ekonomisi spontan işleyişine bırakılmış olsaydı, paranın fiyatı diyebileceğimiz faiz oranları da en az bu düzeylere yükselecekti. Ancak ekonomi yönetimin faizlere müdahalesi sonucu paranın fiyatı enflasyonun çok altında kalmış, enflasyon-faiz ilişkisi kopmuştur.

Paranın fiyatı olan faize müdahale edilmesi ve faizlerin paranın mutlak kıtlığını yansıtamaz hale gelmesinin yansımaları olmuştur. Nitekim parayı faize yatırmak sahipleri için anlamını yitirmiş ve bu paralar yöneldiği döviz, borsa, konut, dayanıklı mal piyasalarında da fiyatları artırmıştır. Yani ekonominin dinamiklerine göre yanlış olan faiz düzeyi, döviz, borsa, konut ve mal fiyatlarını da yanlış olarak tanımlanabilecek noktalara çekmiştir. Bu müdahalenin serbest piyasa ekonomisini piyasa ekonomisine dönüştürmek için yapıldığını söyleyebilmeyi dilerdik.  

Bu açıklamalar çerçevesinde şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür;

1. Serbest piyasa ekonomisi 19. yüzyıl kapitalizminin sistemidir. Bu sistem 19. yüzyılın sonlarına doğru öncelikle Almanya ve ABD’de yapılan yasal düzenlemelerle “belli bir düzen içinde serbestlik” şeklinde değiştirilmiştir. 

2. Dolayısıyla piyasa ekonomisi bu tarihten sonra piyasa yapıları, piyasa davranışları ve piyasa sonuçları boyutundan denetlenir hale gelmiştir. Yani serbest piyasa ekonomisinden piyasa ekonomisine geçilmiştir. Dolayısıyla piyasalar artık serbest değildir. 

3. Türkiye’de üretim kültüründen daha çok fırsatçılık ve kurnazlık kültürü egemen olduğu için, “serbest” kelimesi keyfiliği içerebilmesi amacıyla piyasa ekonomisiyle birlikte kullanılmaktadır. Bu nedenle Türkiye’deki piyasa ekonomisi anlayışı çağın gerisindedir. 

4. Küresel resesyon sürecine girilmesi nedeniyle daralan piyasalarda rekabet daha da artacak, Türkiye ihracatta zorlanacaktır. Ülke içinde ise ekonominin “tarihi zorlu günlere” doğru ilerlediğini söylemek olasıdır. Bu koşullarda mevcut ekonomi ve piyasa ekonomisi anlayışı ile devam etmek neredeyse imkansızdır. 

5. Dolayısıyla anlayış yenilenmeden, sistem ve yapı geliştirilmeden süreçte istikrarı sağlamak mümkün olmayacaktır. 

6. Ekonomide yeniden yapılanma için vizyonun, vizyonun yenilenmesi için de ekibin yenilenmesi gerekmektedir.

7. Ancak, sadece ekonomiyi değil, sosyal, politik ve kültürel alanları da yeniden yapılandırmak gerekmektedir. Çünkü ekonomideki sorunlar sadece ekonominin içsel dinamiklerinden beslenmemekte, sosyal, politik ve kültürel alandan da olumsuz yansımalar gelmektedir. Bu nedenle ihtiyaç duyulan şey değişim değil, dönüşümdür. 

8. Bunu da ancak uzun vadeli bakış açısına, bilimsel temelli düşünce yapısına sahip nitelikli bir ekip başarabilecektir. 

Son söz: Neyi istiyorsanız, ona göre yapılanmalısınız. Yapı uyumlu değilse sistem de çalışmaz, başarı da gelmez. Unutulmamalıdır ki, ilkeler kuralları, kurallar kurumları, kurumlar sistemleri, sistemler gelişmeyi getirir. Keyfilik kuralsızlığı, kuralsızlık kurumsuzluğu, kurumsuzluk sistemsizliği, sistemsizlik de geri kalmayı getirir.