Türkiye ekonomisi oldukça zorlu bir süreçten geçmektedir. Bu durum; geçmişten bugüne çözülememiş yapısal sorunlar kadar zamanlaması, yöntemi ve araçları boyutlarından yanlış olduğu söylenebilecek ekonomi politikası tercihlerinden de beslenmiştir. Uzun süre uygun küresel ekonomik iklim koşullarından faydalanan ve bu iklimdeki değişmenin olası etkilerini yeterince okuyamayan, bu arada ülke içindeki sorunlarını kalıcı olarak çözemeyen Türkiye, hem dışarıdan hem de içeriden eşanlı olarak esen ters ve sert rüzgârlara maruz kalmış gibi görünmektedir.
Bilindiği gibi Türkiye, 2002 yılı sonrasında uygulanan politikalar sonucu ortaya çıkan yüksek faiz-düşük reel kur ikliminin daha fazla sürdürülemez hale gelmesi sonucunda 2011 yılından sonra düşük faiz-yüksek reel kur iklimine geçmek zorunda kalmıştır. Bu yılda dış ticaret açığının 105 milyar doları, cari açığın ise 74 milyar doları aşması, ekonominin yavaşlatılmasını zorunlu kılmıştır. Ancak, bu tarihten sonra politik konjonktürün, genel ve yerel seçimler, referandumlar nedeniyle, sürekli yüksek seyretmesi kalıcı yapısal önlemler alınmasını güçleştirmiş, ekonomi yönetimleri adeta “günü kurtarma” vizyonuna hapsolmuştur.
Bugünkü yazımızda, 2002 sonrası dönemde çok daha belirgin hale gelen dış kaynak bağımlılığı üzerinde durmak istiyoruz. Bunun temel gerekçesi ise, ekonomi yönetiminin 2011 sonrasında, özellikle de 2018 sonrası dönemde yaptığı politika değişikliklerinin dış kaynak ve döviz kurları bağlamında büyük sorunlar yaratmış olmasıdır. Kanımızca ekonomi politikalarında yapılan değişiklikler sadece yeni sorunlar ortaya çıkarmamış, halının altında birikmiş sorunların da gün yüzüne çıkmasına neden olmuştur.
24 Ocak 1980 Kararları ve 1989 tarihli 32 Sayılı Karar
Türkiye, 1989 yılında uygulamaya koyduğu 32 Sayılı Karar ile sermaye hareketlerini serbestleştirmiş, dış kaynak girişinin/çıkışının önünü açmıştır. Oldukça prematüre nitelikteki bu Karar, 24 Ocak 1980 kararlarının devamı niteliğindedir. Zira, 1980’de dışa açılan ve dış ticaret hacmi hızla genişleyen bir ülkenin, bir süre sonra malların yanında para/sermaye hareketlerini de serbestleştirmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu kaçınılmazlık Türkiye koşullarında sadece dış ticaretin kolaylaştırılması değil, aynı zamanda iç tasarruf yetersizliğinin dış kaynaklarla giderilmesi amacına da hizmet etmiştir.
Hem dış ticaretini hem de sermaye hareketlerini serbestleştirmesi, gelişmiş ülkeler açısından Türkiye’yi mal ve sermaye açısından da önemli bir pazar haline getirmiştir. Böylece gelişmiş ülkeler hem arz fazlası ürünleri için hem de getirisi düşmüş sermayesi için daha yüksek getiri sağlayan bir pazara daha ulaşmışlardır.
Dışarıdan kaynak hangi kanallardan gelir?
Ödemeler bilançosu sistematiği üzerinden bakıldığında, yurt dışından kaynak girişinin üç ana kanaldan gerçekleştiği görülecektir. Bunlar; mal ve hizmet üretmek üzere gelen doğrudan yabancı yatırımlar, paradan para kazanmak için hisse senedi ve tahvillere gelen portföy yatırımları (sıcak para) ve faiz kazanmak (ve mal satmak) amacıyla Türkiye'ye gelen mevduatlar ile verilen kredi ve dış borçlardır. Ayrıca, Türkiye özelinde, giriş boyutuyla önemli rakamlara ulaşmış olması nedeniyle, kayıt dışı/kayda alınamayan dış kaynak girişi-çıkışı olarak da tanımlanabilecek net hata-noksan hesabını dikkate almak gerekmektedir.
Bu kanallardan Türkiye’ye, özellikle 2002 yılı sonrasında gelen büyük miktardaki dövizler, döviz rezervlerini artırmıştır. Merkez Bankası'nda biriken bu rezervler kur riski algısını zayıflatmış, küresel spekülatörlere güven vermiştir. Bu arada artan rezervler TL'nin döviz karşısındaki reel değerini (aşırı değerli TL) yükseltmiştir. İthalatı cazip hale getiren, ihracatı güçleştiren bu gelişme, dış ticaret açığının artmasına neden olmuştur. Aşırı değerli TL aynı zamanda küresel spekülatörlere, portföy kazançları (faiz ve hisse değer artışı) yanında, daha önce bozdurdukları dövizleri daha ucuza geri alınmasına olanak sağlayarak, ilave kazanç (kur kazancı) imkanı vermiştir. Böylece ülkeye gelenden çok daha büyük miktarda kaynak dışarıya çıkmıştır.
Diğer taraftan, ülkeye mal ve hizmet üretmek için gelen doğrudan yabancı sermaye, kâr transferleri yoluyla menşe ülkesine kaynak transfer etmektedir. Bu arada ülke içerisinde kredi faizleri yüksek olduğu için, ülke dışından borçlanan ekonomik birimler, kullandığı kaynak karşılığında da yurt dışına faiz ödemektedirler.
Kısaca ifade etmek gerekirse, yurt dışından gelen kaynaklar, kazanç transferleriyle birlikte, getirdiğinden daha fazlasını yurt dışına çıkarmaktadır. Böylece kaynak açığını kapatmak için dış kaynağa yönelen Türkiye de her geçen gün daha fazla dış kaynağa ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Uyuşturucu bağımlısı benzerinde olduğu gibi, bu durum kırılganlığı artırarak sık sayılabilecek aralıklarla krizler yaratmakta, sadece ekonomik değil sosyal ve siyasi maliyetler/sonuçlar da üretmektedir.
Türkiye’ye ne kadar dış kaynak geldi?
Tablo 1’den görülebileceği gibi, 1984-2022/8 arasındaki dönem bütününde ülkeye; doğrudan yabancı yatırım, portföy yatırımı ve mevduat-kredi-dış borçlanma kanallarından toplam 864,4 milyar dolarlık dış kaynak girişi olmuştur. Bu kaynağın 260 milyar dolarlık bölümü doğrudan yabancı yatırım, 193,8 milyar dolarlık bölümü portföy yatırımı ve 410 milyar dolarlık bölümü de mevduat, kredi ve borç şeklinde gerçekleşmiştir. Bu kanalların yanında net hata ve noksan hesabından da ülkeye yaklaşık 80 milyar dolar tutarında kaynağı bilinmeyen para girişi olmuştur.
Tablo 1’de dikkati çeken bir diğer önemli bir nokta, 1984 sonrası dönemde ülkeye giren kaynağı belli 864,4 milyar doların 800,1 milyar dolarlık kısmının, yani yüzde 92,6’sının 2003 yılı sonrasında gelmesidir. Aynı şekilde Net Hata ve Noksan hesabından 1984-2002 döneminde ülkeye para girişi değil, 2,5 milyar dolarlık çıkış gerçekleşirken, 2003 ve sonrasında 82,6 milyar dolarlık giriş olmuştur. Dolayısıyla 2003 sonrası dönemde, genel olarak, Türkiye’ye adeta sağanak halinde dış kaynak girişi olduğunu söylemek mümkündür. 2003 yılı sonrasında gelen kaynağın; yüzde 27,8’i doğrudan yabancı yatırım, yüzde 20,1’i portföy yatırımı, yüzde 42,8’i mevduat/kredi/borç, yüzde 9,4’ü kaynağı belli olmayan para şeklinde olmuştur.
2002 sonrası dönemde dış kaynak girişini daha iyi değerlendirebilmek için hazırladığımız grafik incelendiğinde, küresel krizin Türkiye’ye de geldiği 2009 yılı gözardı edilirse, 2002-2012 döneminde dış kaynak girişinin önemli tutarlara ulaştığı ve 73,2 milyar dolarla 2012 yılında rekor kırdığı söylenebilir. İzleyen yıllarda ise dış kaynak girişi yavaşlamaya başlamış ve bu durum 2020 yılına kadar devam etmiştir. 2021 yılında dış kaynak girişinde önemli bir artış olurken 2022 yılının ilk sekiz aylık bölümünde bu eğilim yeniden tersine dönmüştür. Grafikte dikkati çeken önemli bir gelişme, kur şokunun yaşandığı 2018 ve 2021 yıllarında kaynağı belli olmayan para girişindeki rekor artışlardır. Bir başka deyişle kur şokları sonrasında, herhalde yüksek kurdan bozdurmak ve ucuzlamış olan TL cinsinden varlıkları satın almak amacıyla, çok büyük miktarlarda kaynağı bilinemeyen para girişi yaşanmıştır.
Dışarıdan gelen kaynaklara ne ödedik?
Hangi kanaldan gelirse gelsin, yabancı yatırımcılar kendi veya başka ülkelere göre daha yüksek kazanç elde edeceği için bir ülkeye gider. Doğrudan yatırımların gittiği ülkeler için en uzun vadeli ve üretim, istihdam, ihracat gibi boyutlarda en fazla katkı sağlayan kaynak türü olduğu söylenebilir.
Sıcak para olarak da tanımlanan kısa vadeli spekülatif yabancı sermaye yani portföy yatırımları ise finansal varlıklar üzerinde kısa vadede yüksek kazanç elde etmeyi umduğu ülkelere girmekte ve beklediği kazançları elde ettiğinde de ülkeden ayrılmaktadır. Bu tür kaynaklar girdiği ülkede başlangıçta geçici bir refah yaratırken, çıkışlarında ise döviz krizlerine yol açabilmektedir.
Mevduat, kredi ve borçlar ise ülkeye yabancı kaynak girişinin bir diğer kanalıdır ve bu kanallardan gelen kaynaklar yüksek faiz geliri elde etmeyi bekleyecektir.
Tablo 2’den görülebileceği gibi, 1984-2022/8 döneminde yabancılara toplamda; 56,1 milyar doları kar, 96,3 milyar doları portföy kazancı, 183,7 milyar doları da faiz olmak üzere 336,1 milyar dolar ödenmiştir. Bu ödemenin 256 milyar dolarının yani 76,2’sinin 2003 sonrası dönemde ödendiği görülmektedir. Bu ödemelerin sorun yaratmaması için ülkeye gelen dış kaynağın kullanıldığı alanlardan bu düzeyde bir net kazanç elde edilebilmesi gerekecektir. Peki bu başarılabilmiş midir?
Bu soruya cevap verebilmek için bazı verilere bakmak gerekecektir. Tablo 3 incelendiğinde, dış kaynak girişinin hızlı olduğu 2002 sonrası dönemde istihdamın önce yavaş daha sonra ise hızlanarak arttığı görülmektedir. Benzer şekilde, üretimin gelişimini gösteren GSYİH dolar bazında, 2009 yılı dışında, 2013 yılına kadar artmış, ancak izleyen yıllarda gerilemiştir. Buna bağlı olarak refah göstergesi olan kişi başına düşen gelir (KBDG) de 2013 yılından sonra gerilemiş ve 2021 yılı sonunda 2007 yılının da gerisine düşmüştür.
Diğer taraftan bir ülkenin diğer ülkelerden her türlü alacağı ile ödeyeceği arasındaki farkı gösteren uluslararası yatırım pozisyonu (UYP), 2002 yılı sonunda sürekli açık vermiş ve bu açık 2012 yılına kadar artmıştır. İzleyen yıllarda kaynak girişimin azalmasıyla bu açık gerilemiştir.
Yine dış kaynak girişinin hızlı olduğu dönemde TCMB’nin döviz rezervleri artmış ve 2002 yılında 26,8 milyar dolar olan rezerv miktarı 2013 yılında 112 milyar dolara yükselmiştir. Ancak, dış kaynak girişinin yavaşladığı dönemde rezervlerde çok ciddi erime yaşanmıştır.
Dış kaynak kullanımının en önemli ve geleceğimizi adeta rehin alan boyutu dış borç stokundaki devasa artıştır. Nitekim 2002 yılında 139,1 milyar dolar olan toplam dış borç stoku 2022 yılında 444,4 milyar dolara yükselmiştir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, Türkiye küresel likidite bolluğunun yaşandığı 2003 sonrası dönemin başlangıcında oldukça yüksek miktarda dış kaynağı çekmiş, ancak bu kaynakları yeterince etkili bir şekilde üretime kullanmadığı, betona gömdüğü için bugün zorluklar yaşamaktadır. Ayrıca kısılan döviz arzı karşısında artan döviz talebini kontrol etmek için piyasa ekonomisiyle uyumlu olmayan yöntemler kullanmak zorunda kalınmaktadır.
2022 yılının son çeyreği itibarıyla bir yılda vadesi gelecek 185 milyar dış borcu olan, swap borçlarıyla birlikte TCMB rezervleri 60 milyar dolar düzeylerinde negatif (-) pozisyonda bulunan, kur korumalı mevduat uygulamasının sonundaki belirsizliğin risk algısını güçlendirdiği gelecek 6 ay içinde seçim yapılacak bir ülkede yaşıyoruz. Bir başka deyişle adeta; buzlanmış kaygan bir yolda, çok yoğun sisli havada, lastikleri eskimiş, motoru tekleyen bir arabayla yol almaya çalışıyoruz. Akıbet, büyük ölçüde sürücünün yetkinliğine kalmış gibi görünüyor…
Son söz: Dış borç; iyi kullanırsan kötü gün dostu, kötü kullanırsan iyi günün düşmanı olur.
Joeby Ragpa
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyAlexander Samokhin
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyChris Root
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
Reply