Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Türkiye'de ekonomik sorunlar neden çözülemiyor?

Öncelikle tüm GAZETE DURUM okurlarına “merhaba” demek istiyorum. Dilerim bana ayrılan bu köşeden insanımız ve ülkemiz için anlamlı/değerli bulunabilecek faydalı, işlevsel görüş ve öneriler paylaşabilirim. 

İyi niyetle çıktığımız bu yolda akıl ve bilimin rehberliğinde, iyi ahlak ve vicdani standartlara uygun olarak yazmaya özen göstereceğiz. Ayrıca olabildiğince nesnel analiz ve değerlendirmeler yapmaya çalışacağız. Ancak bunun her durum ve konuda mümkün olamayacağını da biliyoruz. Zira her birey gibi, bu satırların yazarının da yaşam pratiğinden beslenmiş olan öznel/bireysel değer yargıları bulunmaktadır ve zaman zaman bunların devreye girmesi kaçınılmazdır. 

Bu değer yargıları devreye girdiğinde de bunları nesnel gerçeklik olarak sunmaya çalışmak gibi etik dışı bir yola sapmayacak, bunların açık olarak öznel değerlendirme olduğunu ifade edeceğiz. Ancak, bu temel ilkeler çerçevesinde yazmaya çalışırken dahi istemeden ortaya çıkabilecek olası eksiklik ve yanlışlıklar için tüm okurlarımızdan şimdiden özür diliyor, her türlü eleştiri ve öneriye açık olduğumu ifade etmek istiyorum.

Bu uzun ama gerekli olduğu kanaatini taşıdığım girişten sonra yazımızın başlığına dönmek istiyorum. Başlık, uzun süredir kafa yorduğum bir konu. Öğrenciliğimle birlikte 38 yıldır ekonomi ve ilişkili konularla ilgiliyim. Sürekli olarak bu konuları öğrenmeye, anlamaya ve 24 yıldır da öğretmeye çalışıyorum. Böyle bir yazı ile başlamamım temel gerekçesi, en azından 40 yıldır, Türkiye’nin herhangi bir ekonomik sorununu kalıcı olarak çözememiş olmasıdır. 

Tıpkı bir insanda aynı anda olası tüm hastalıkların bulunması gibi, Türkiye ekonomisinde de neredeyse olası tüm sorunlar, farklı düzeylerde de olsa, eşanlı olarak bulunmaktadır. Nitekim, son 40 yılda fiyat istikrarı sağlamamış, işsizlik makul düzeylere çekilememiş, dış ticaret açığı fazlaya dönüştürülememiş, gelir dağılımında adalet sağlanamamış, kalkınma yeterince başarılamamıştır. Yıllık bazda dış ticaret dengesi 1947, bütçe ise 1971 yılından bugüne aralıksız açık vermiştir. Ayrıca 7-8 yılda bir ekonomik kriz ile karşılaşılmaktadır. 

Teknolojik boyutta dışa bağımlılık derinleşerek devam etmiştir. Yine, kapitalist düzen ve onun sistemi olan piyasa ekonomisi ekonomik aktörlerce yeterince anlaşılamamış, herkesin her istediğini istediği şekilde yaptığı yüzyıl öncesinin “serbest” olanına takılı kalınmış, rekabet kültürü çağdaş nitelikler kazanamamıştır. Özetleyecek olursak, Türkiye ekonomisine bakıldığında ekonomik yapının çarpık, ekonomik düzenin kaotik, ekonomik sistemin etkinlikten uzak, sürecin de istikrarsız olduğunu söylemek mümkündür. 

Peki neden böyle? Türkiye’de ekonomik sorunlar neden çözülemiyor?

Bir ülkede ekonomik sorunlar çok uzun süre çözülemiyorsa, öncelikle bu sorunların sadece ekonominin yapısı ve içsel dinamiklerinden değil, aynı zamanda toplumsal bütünü oluşturan ekonomi dışı yani sosyal, politik ve kültürel alanlardan da beslenmesi olasıdır. Bir başka deyişle, ülkenin yönetim sistemini ve kurumsal altyapısını oluşturan politik alan, ilişki ve sınıf yapısı ile personel alt yapısını şekillendiren sosyal alan, inanç ve diğer değer sistemlerini içeren kültürel alandan gelen bazı olumsuz etkilerin de ekonomideki sorunlara katkısının olduğu söylenebilir. 

Aslında toplumsal bütünü oluşturan ekonomik, sosyal, politik ve kültürel alanlar birbirinden bağımsız değildir ve sürekli etkileşim halindedir. Dolayısıyla ekonomik sorunlar diğer alanlardan etkilenirken, ekonomideki sorunlar da diğer alanlarda sorunlar yaratabilmektedir. Teknik ifadesiyle bu alanlar arasında “kümülatif nedensellik ilişkisi” bulunmaktadır. Nitekim Türkiye ekonomisinde günümüzde ciddi sorunlar olduğu görülürken, sosyal, politik ve kültürel alanlarda sorunlar olmadığını söylemek olası değildir. Dolayısıyla Türkiye adeta bir sorunlar yumağına dönüşmüş bir görüntü vermektedir.  

O halde, Türkiye’de ekonomik sorunların çözülememesinin nedenlerinden birinin; sorunların çok farklı kaynaklardan beslenmesi olduğu söylenebilir. Nitekim, politik alandan belirsizlik, kuralsızlık ve plansızlık, sosyal alandan sınıf bilincinin zayıflığı ve örgütsüzlük, kültürel alandan ahlaki zayıflık gibi faktörler/etkiler ekonomiyi olumsuz etkileyebilmektedir. 

Türkiye’de ekonomik sorunların çözülememesinin, kanımızca, bir diğer nedeni de sorunlara yaklaşım biçimidir. Ülkemizde gerek bireysel gerekse kurumsal düzeyde sorunların algılanması ve çözümüne yönelik yaklaşımlar incelendiğinde, nedenlerin değil daha sonuçların ortadan kaldırılmaya çalışıldığı görülecektir. 

Türkiye’nin durumu; başı ağrıyan birinin bu ağrıyı yaratan nedeni ortadan kaldırmak yerine ağrı kesici alarak ağrıyı hissetmemeye çalışması ve bir gün sürekli ağrı kesici almasının yan etkileriyle de yüzleşmek durumunda kalmasına benzemektedir. Oysa bir sorunun kalıcı çözümü için kök nedenin/nedenlerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Türkiye’de böylesi bir anlayışa bireysel ve kurumsal düzeyde yeterince sahip olunmadığı söylenebilir. Bu durum akılcı ve bilimsel perspektifin içselleştirilememesiyle ilgilidir. Aydınlanma sürecini henüz tamamlayamamış, ihtiyaçlar hiyerarşisinde gelinen aşamaya bağlı olarak özgürlük ve demokrasi talepleri yeterince güçlenmemiş, nedenselliğe dayalı düşünce sistemini insanlarına eğitim yoluyla verememiş, akıl ve inanç alanlarını birbirinden gerektiğince ayıramamış olduğu söylenebilecek bir toplumda, sorunların kalıcı çözümünün kolay olmayacağı açıktır.

Ekonomik sorunların çözülememesi ve çözüm için kök nedenlerin ortadan kaldırılamamasının nedenlerinden birinin de, genel olarak, kısa vadeli bakış açısı olduğu söylenebilir. Türkiye’de birçok alanda kısa vadede önemli başarılar, ciddi sonuçlar elde etmeyi isteyen/uman bir anlayış olduğu söylenebilir. Futbol takımlarında teknik direktörlerin görevde kalış sürelerinin kısalığı, İstanbul Borsası'nı kısa vadede zengin olma yolu olarak görebilenlerin çokluğu, piyangolara talebin yoğunluğu, siyasi partilerin ekonomiye ilişkin vaatlerinin niteliği bu anlayışın yansımalarına örnek olarak verilebilir. 

Fırsatçılık ve kurnazlık kaynaklı gelirlerin ön plana çıkmasına da neden olan bu anlayışın yaygınlığı, çözümü orta ve uzun vade gerektiren sorunların kök nedenlerine inilmesini, kalıcı çözüme ulaşılmasını engellediği gibi sorunun kronik hale gelmesine de neden olmaktadır. Sorunun kronikleşmesi de hem politika yapımcılarının özgüvenini hem de bu sorundan zarar gören kişilerin çözüme olan inancını zayıflatmakta, adeta sorunlarla yaşamayı normalleştirmektedir. Ayrıca, ülkede bireysel ve kurumsal boyutta sorun çözme yeteneği yerine sorunlarla yaşama sabrının daha fazla gelişmesi gibi ilave bir sorun kaynağı oluşmaktadır. Bu noktaya gelindiğinde ise sorunu çözmek daha da zorlaşmakta, alınacak önlemlerin dozunun artırılmasına ve ortaya çıkacak faturanın büyümesine yol açılmaktadır. 

Böylece Türkiye’de ekonomik sorunların çözülememesinin bir diğer nedeni daha ortaya çıkmaktadır; kimsenin çözümün bedelini yani faturayı ödemek istememesi. Seçimle gelen politik karar birimlerinin yöneticileri çözümün gerektirdiği acı reçetelerin siyasi bedelini, vatandaşlar da ekonomik/sosyal bedelini ödemekten kaçınmaktadır. Ancak, iktisat politikası uygulamalarında sıfır yan etkili, teknik ifadesiyle alternatif maliyeti olmayan bir önlem henüz gün ışığına kavuşamamıştır. Bu nedenle ekonomik sorunların çözümü için faturanın topluma doğru şekilde açıklanması, adil dağıtılması ve halk desteğinin alınması gerekmektedir.  

Türkiye’de ekonomik sorunların çözülememesinin bir diğer nedeni olarak yapısal sorunların parasal önlemlerle çözülmeye çalışılması gösterilebilir. Lastikleri eskimiş, şasesi yamulmuş, motoru tekleyen bir otomobil ile yakıtının iyileştirilerek yol almaya çalışılmasına benzeyen bu durumda kalıcı çözüm üretilmesi olası değildir. Yine, çok ciddi yapısal sorunları olan tarım sektöründeki sorunların sadece çiftçiye verilen, çoğu kez de yetersiz olan, parasal desteklerle çözülmeye çalışılmasının pek işe yaramadığı görülmektedir. O halde yapısal sorunları kısa vadede parasal önlemlerle değil orta ve uzun vadeli yapısal ve sistemsel önlemlerle çözmeye çalışmak gerekmektedir. 

Ekonomik sorunların çözülememesinin bir başka nedeni de piyasa-planlama ilişkisi/etkileşiminin doğru algılanamaması ve doğru kurgulanamamasıdır. Piyasa ekonomisi dünya genelinde hakim ekonomik sistem konumuna gelmiş, Türkiye de sistem tercihini piyasa ekonomisinden yana kullanmıştır. Ancak, hem ülkemizdeki hem de diğer birçok gelişmekte olan ülkedeki deneyimler piyasa ekonomisinin her derde deva olmadığını, olamayacağı ortaya koymuş, planlamanın da olası/gerekli alanlarda sistem içinde korunması/tutulması zorunluluğuna işaret etmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de ekonomi politikası karar birimlerinin planlama konusunu ve dolayısıyla yeni bir planlama teşkilatı oluşturulması gereğini yeniden değerlendirmesi uygun olacaktır.  

Son olarak ifade etmek istediğimiz çözümsüzlük ya da başarısızlık gerekçesi ise kamu yönetimindeki kadroların oluşturulmasında liyakata ve performansa dayalı bir sisteminin oturtulamamasıdır. Bu durum ahlaki standartların yeterince geliştirilememesiyle de yakından ilgilidir. Toplumda ve kamu/ekonomi yönetiminde çalışma ve başarı ilkesi yerine ilişki ilkesinin geçerli olmasının bir yansıması niteliğindeki bu durum değişmeden Türkiye’nin ekonomik sorunlarını çözmesi olası görünmemektedir. 

Kısaca ifade etmek gerekirse, Türkiye’de ekonomik sorunların çözülememesinin, burada sayılanlar ve sayılamayanlar da dahil olmak üzere, birçok nedeni bulunmaktadır. Ancak, gelinen noktada Türkiye’nin ekonomik sorunlarını bu yoğunlukta sürdürebilmesi sadece ekonomi açısından değil, sosyal ve politik açıdan da olası görünmemektedir. Dolayısıyla ekonomide ve genel olarak tüm toplumsal alanlarda yeniden yapılanmanın ön koşullarının oluştuğu söylenebilir. Bu ön koşulların yeter koşullarla desteklenip desteklenmeyeceğini ise zaman gösterecektir. Ancak, bu kez kaybedecek daha fazla zaman da, kaynak da kalmamış gibi görünmektedir. O halde, hep birlikte bir daha başarmak zorundayız, tıpkı yüzyıl önce olduğu gibi…