Oğluna Icardi'nin adını verdi
Oğluna Icardi'nin adını verdi
Volkan Demirel'in acı günü
Volkan Demirel'in acı günü
Asena yıllar sonra Bodrum'da
Asena yıllar sonra Bodrum'da
Şevval Sam’a 'sınıf farkı' tepkisi
Şevval Sam’a 'sınıf farkı' tepkisi
123456789
Oğluna Icardi'nin adını verdi
Oğluna Icardi'nin adını verdi
Volkan Demirel'in acı günü
Volkan Demirel'in acı günü
Asena yıllar sonra Bodrum'da
Asena yıllar sonra Bodrum'da
Şevval Sam’a 'sınıf farkı' tepkisi
Şevval Sam’a 'sınıf farkı' tepkisi
123456789

Emekli olsak da mı çalışsak, emekli olmasak da mı çalışsak!

Türkiye ekonomisinin seçim öncesi ve sonrasında adeta çok farklı iklim kuşaklarında yaşayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim, tersten esen küresel rüzgârlara ve ekonomideki onca zorluğa/sıkışmışlığa rağmen iktidarın seçimlere kadar olası her türlü popülist aracı devreye alabileceğinin işaretleri görülmekte, seçimden sonra ise çok boyutlu bir kemer sıkma zorunluluğu doğacağı şimdiden anlaşılmaktadır. Popülist politika araçları olarak; asgari ücret ile kamu çalışanlarının maaşlarında yüksek oranlı artışlar yapılması, faizlerin düşürülerek tüm kesimlere kredi musluklarının açılması, uzun vadeli konut projeleri yoluyla halkın çıpalanması gibi uygulamalar gündeme gelmektedir.

Bunların yanında, uzun yıllardır tartışılan ve oldukça geniş bir kesimi doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT’liler) da gündeme gelmektedir. Buna ilişkin bir düzenlemenin yeni seçimler öncesi hayata geçirileceği anlaşılmaktadır. İçeriği henüz kamuoyu ile paylaşılmadığı ve ayrıca hazırlık sürecinde ilgili kesimlerle (işçi-işveren) görüş alışverişi yapılmadığı için olası düzenlemeyle ilgili bir değerlendirme yapmak da güçleşmektedir. Ancak, bu düzenlemenin, seçim konjonktürüne girilmiş olduğu dikkate alındığında, “oy getirme” amacına hizmet edebilmesi için, kademeli de olsa, EYT’li konumdaki hatırı sayılır kişiyi etkileyeceği söylenebilir. Bu çerçevede bu yazıda; olası bir düzenlemenin yansımaları ve olası olumsuz sonuçlarına karşı alınabilecek önlemleri ortaya koymaya çalışacağız.

Bu arada konuya öncelikle “adalet” referanslı olarak baktığımızı ve bu nedenle de ilkesel olarak EYT düzenlemesini uygun bulduğumuzu söylemeliyiz. Aynı şartlarda başka kişilere daha önceleri emekli olabilme hakkı tanınırken, sonrasında bu hakkın diğer kişilere sunulmamasının adil olmayacağını düşünüyoruz. Ancak, geçmişte insanlara 38 yaşında bile emekli olabilmeleri imkanı sunulmasını da doğru bulmadığımızı, dolayısıyla EYT düzenlemesinin de yanlış iliklenen ilk düğmeye ilaveler anlamına gelebileceğini vurgulamak istiyoruz. Bu nedenle mevcut kuşaklar yanında hem geçmiş hem de gelecek kuşaklar açısından adil bir düzenleme yapılabilmesini ümit ediyoruz.

İş gücü piyasası ve SGK’da mevcut durum

Bu amaçla öncelikle Türkiye’de iş gücü piyasası ile sosyal güvenlik sisteminin durumunu ortaya koymak uygun olacaktır. Tablodan görülebileceği gibi, 2022 yılı temmuz ayı itibarıyla yaklaşık 30,7 milyon kişi istihdam edilmektedir. Bu tarihte iş gücüne katılma oranı, yani yaşı 15’in üzerinde olan ve çalışabilir konumda bulunduğu varsayılan nüfusun içinden emeğini arz edenlerin oranı ise yüzde 53,1 düzeyindedir. Çalışabilmek için emeğini arz eden kişilerden 3 milyon 644 bini yani yüzde 10,6’sı ise iş bulamamış, yani işsiz konumunda kalmıştır.

Bu veriler Türkiye’de yaklaşık 30 milyon kişinin çalıştığını ve bu kişilerin kendileriyle birlikte 85 milyon kişinin geçimini sağladığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, bu veriler çerçevesinde Türkiye’de geniş halk kitlelerinin refaha kavuşmasının güç olduğu söylenebilir. Çünkü her bir çalışan kendisi ile birlikte yaklaşık 3 kişinin geçiminden sorumlu olmaktadır. Yani, bağımlılık oranı oldukça yüksektir. Gelişmiş ülkelerde iş gücüne katılım oranı yüzde 70’lerin üzerindedir. Bu nedenle de her haneye birden fazla gelir girebilmektedir. Türkiye’de bu oranın düşük olmasında; eğitim sürecindeki büyük genç kitlenin varlığı yanında, kadınların iş gücüne katılımının yüzde 33 gibi oldukça düşük düzeylerde kalması etkili olmaktadır.

Diğer taraftan, Türkiye’de iş gücü piyasasında kayıt dışı istihdam oranı oldukça yüksektir. Her ne kadar zamanla gerilemiş olsa da, 2021 yılı sonu itibarıyla her 100 kişiden yaklaşık 28’i kayıt dışı olarak çalışmaktadır. Bu, bir taraftan çalışanların güvencesiz çalışması diğer taraftan da bütçe için gelir ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) için de prim kaybı anlamına gelmektedir.

Kısaca ifade etmek gerekirse Türkiye’de iş gücü piyasasında oldukça önemli sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunların çözülebilmesi için uzun vadeli, kapsamlı ve eğitim ile öğretimi yeni bir anlayışla entegre eden bilimsel nitelikli programlar gerektiği açıktır. Ancak, Türkiye’de kısa vadeli bakış açısının adeta kökleşmesi ve nedenler yerine daha çok sonuçlara odaklanan bir anlayışın egemen olması, bu konu bağlamında da çözümü güçleştirmektedir.

Diğer taraftan halihazırda çalışan ve/veya SGK’ya prim ödeyen (memur, işçi, çiftçi, esnaf vb.) kişiler “aktif sigortalı”, SGK’dan aylık alanlar (emekli, dul, yetim, malul vb.) ise “pasif sigortalı” olarak tanımlanmaktadır. Aktif sigortalı sayısının (prim ödeyenler) aylık alanlara bölünmesiyle elde edilen orana ise “aktüeryal denge” denilmektedir. Bir sosyal güvenlik sistemimin başarılı olabilmesi ve çeşitli isimler adı altında aylık alan kişilere insanca yaşayabilmelerine yetecek bir düzeyde ödeme yapabilmesi için bu oranın 1/4 olması istenmektedir. Bir başka deyişle bir aylık alan kişiye karşılık dört çalışan/prim ödeyen kişi olması gerekmektedir.


Türkiye’deki verilere baktığımızda, ise bu oranın uzun süredir 2’nin altında olduğu görülmektedir. 2022 yılı Temmuz ayı itibarıyla ise ülkemizde yaklaşık 24,9 milyon kayıtlı çalışan olduğu ve bir aylık alan karşılığında 1,9 kişinin prim ödediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle sistem emekli, dul, yetim ve malullük aylığı alanlara yeterli gelir sunamamaktadır. Hatta geniş kesimlere verilmekte olan aylıklar bile devlet bütçesinden aktarılan ilave kaynaklarla ödenebilmektedir. Daha net ifade etmek gerekirse, Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi için tehlike çanları uzun süredir çalmaktadır. Zira, bütçeden sosyal güvenlik sistemine her geçen gün daha fazla kaynak aktarılması gerekmektedir. Ancak, sürekli artan iç ve dış borçlar nedeniyle büyüyecek olan faiz yükü, Kur Korumalı Mevduat için ödenen/ödenecek kur farkları, seçimler nedeniyle artacak kamu harcamaları ve halihazırda doğru önceliklendirilmeyen bazı yatırımlar nedeniyle bütçe dengeleri daha da bozulabilecek ve bu da SGK’ya kaynak aktarımını zorlaştıracaktır. Böylesi bir durumda borçlanmaya daha fazla devam edilmesi ve/veya para basma yoluna gidilmesi ise sadece bütçe değil, tüm makro dengeleri sarsabilecektir. Dolayısıyla yeni ve farklı bir şeyler yapılması gerekmektedir.

EYT düzenlemesi sonrasında neler olabilir?

EYT düzenlemesi yapılması durumunda çok sayıda insanın emekli olmayı tercih edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim;

1) Halihazırda işsiz olan ve EYT düzenlemesiyle emekliliğe hak kazanan kişiler hemen emekli olmayı tercih edecektir.

2) Emekliliğe hak kazanacak bazı vatandaşlar ise kıdem tazminatlarını kaybetmelerine veya yeni tavan getirilmesine neden olabilecek bir düzenleme yapılabileceği kaygısını taşımaları nedeniyle, bir an önce emekli olmak isteyebileceklerdir.

3) Yine kıdem tazminatı veya emekli ikramiyesini aldıktan sonra yeniden çalışmayı ve böylece daha fazla gelir elde etmeyi düşünenler de olabilecektir. Kamudan emekli olanların, kamuda yeniden çalışmaya başladıklarında emekli maaşları ödenmiyor olsa da bu durum özel sektör için geçerli değildir. Dolayısıyla özel sektörden emekli olanlar ile kamudan emekli olup özel sektörde çalışmayı düşünenler arasında hem emekli maaşını alıp hem de çalışarak ek gelir almak isteyenler de olacaktır.

Bu açıklamalar çerçevesinde EYT düzenlemesi yapıldığında çok sayıda kişinin emekli olmayı talep edeceği söylenebilir. Ancak, gerek kamu çalışanları için SGK’nın emeklilik ikramiyelerini gerekse özel sektörün kıdem tazminatlarını ödemekte zorlanacağı açıktır. Bu nedenle EYT’nin kademeli bir uygulama içermesi olasılığı yüksektir.

Diğer taraftan EYT’nin çıkmasının sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz;

1) Emekli sayısı artacak, çalışan sayısı azalabilecektir. Burada net etkinin ne olacağı, emekli olanların yerine yeniden işe alınacak çalışan sayına bağlı olacaktır. Ancak yine de emekli olanların bir kısmının çalışmaya devam etmesi söz konusu olabilecektir. Yine işe alınan yeni kişilerin daha düşük ücret alması, dolayısıyla daha düşük prim ödemeleri söz konusu olabilecektir. Bu nedenle net etkinin daha az çalışan, daha çok emekli olacağını söylemek mümkündür.

2) Göreli olarak yüksek maaş alan ve emekli olanların yerine daha düşük ücretli genç çalışanların işe başlaması durumlarıyla da karşılaşılabileceği için, ödenen primlerin değerlerinde yaşanacak düşüşler de SGK’nın finansal yapısını olumsuz etkileyebilecektir.

3) Diğer taraftan emekli olan kişiler, emekli maaşları yetersiz kalabileceği için, çalışmak isteyebilecek, bazı sosyal ve sağlık haklarını zaten edinmiş olduklarından, kayıt dışı işçi çalıştırmak isteyen iş yerlerince tercih edileceklerdir. Daha çok Kobi niteliğinde ve kurumsallaşmamış işletmelerde görülebilecek olan bu durum da prim kaybına neden olarak SGK’nın dengelerine zarar verebilecektir.

4) Bu çerçevede aktüeryal dengede bir bozulma olabilecek ve bu nedenle de ya pasif sigortalılara yani emekli ve diğer aylık alanlara reel olarak daha düşük aylık verilecek ya da bunun yerine bütçeden daha fazla kaynak sosyal güvenlik sistemine aktarılmak durumunda kalınacaktır.

5) Bütçe gelirlerinin yapısı incelendiğinde ise daha çok dolaylı vergilerden oluştuğu görülecek, dolayısıyla harcama eğilimi yüksek olan orta ve alt gelir grupları sosyal güvenlik açıklarını daha fazla finanse edecektir. Yani fakirden alınıp yine fakire verilecektir.

6) Bunun yerine ilave kaynak ihtiyacının borçlanmayla karşılanmak istenmesi durumunda faiz ödemeleri artacak ve bütçe dengeleri yine bozulacaktır. Bu durumda da fakirden alınıp zengine verilecektir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, 1980’lerin sonunda hem erken emeklilik uygulamaları hem topladığı primleri yeterince etkin değerlendirmemesi/değerlendirmesine izin verilmemesi nedeniyle SGK’nın finansal yapısının bozulmuş olması, EYT düzenlemesinin yan etkilerinin büyük olmasına yol açacaktır. Bu olumsuz yan etkilerin giderilmesi için de bazı önlemler almak gerekecektir.

Peki ne yapılabilir?

Olası EYT düzenlemesinin SGK’nın aktüeryal dengelerini daha da bozmasına izin verilmemesi ve SGK’dan aylık alanların gelirlerinin reel olarak düşmemesi/artması için alınabilecek bazı önlemler tabloda verilmiştir. Buna göre en az emekli olanlar kadar çalışan sayısının artırılması yani işsizliğin artmaması/azaltılması gerekecektir. Bunun için bazı işlevsel yatırım ve istihdam teşviklerinin devreye alınması uygun olacaktır.

Bunun yanında aktüeryal dengenin bozulmasını engellemenin en kolay yolu, kayıt dışı istihdam ile etkin bir mücadele yapılması olacaktır. Bunun için yeterli teknik takip imkanı vardır. Dolayısıyla, bir ölçüde kayıt dışı istihdama da dayandırılan büyüme modeline rağmen, istenildiğinde yeni emekli olanlar kadar kayıt dışı çalışanı kayda almak mümkün olabilecektir. Burada ihtiyaç duyulacak en önemli şey kararlı bir kamu idaresidir.

Diğer taraftan gerek işveren gerekse işçiden alınan/kesilen sigorta primlerinin artırılması da mümkündür. Ancak bunun güçlü bir kayıt dışı istihdamla mücadele stratejisi ile desteklenmesi gerekecektir.

Bunların yanında çalışanların ücretlerinin, başta asgari ücret olmak üzere, reel olarak artırılması da faydalı olabilecektir.

Türkiye’de prim kaybına neden olan önemli bir faktör de kayıt dışı çalıştırılan sığınmacılardır. Dolayısıyla sığınmacılar konusunda, bu boyuttan doğan ihtiyaçlar nedeniyle de orta ve uzun vadeli stratejiye ihtiyaç bulunmaktadır.


Bu doğrudan önlemler yanında daha uzun vadeli ve işlevsel bazı dolaylı önlemler de uygulamaya konulmalıdır. İş gücüne katılım oranının dolayısıyla da istihdamın artırılması en kalıcı önlemlerden biri olacaktır. Kayıt dışı istihdam yanında diğer kayıt dışı işlemlerin azaltılarak vergi gelirlerinin artırılması, bütçeden SGK’ya kaynak aktarılması imkanlarını genişletecektir. Devletin gelirlerinin artırılması için, gelir dağılımını da iyileştirmeye yarayacak şekilde, arazi ve finansal rantların uygun oranda vergilendirilmesi faydalı olabilecektir. Böylece üretken yatırımlar aleyhine oluşan haksız vergi rekabeti engellenebilecek, istihdam kapasitesi daha yüksek sanayi ve tarım sektörü yatırımları artacaktır.

Uzun vadeli ancak gerçekten kalıcı çözüm yöntemlerinden biri de üretim deseninin yüksek katma değerli ve yüksek kâr marjlı bilgi toplumu ürünlerine doğru kaydırılarak çalışanlara daha yüksek reel ücret ödenebilir hale gelinmesidir. Böylece çalışanlar üzerinden SGK’ya ödenecek primler reel olarak artırılabilecektir. Türkiye’de emeklilik sistemini ve açlık sınırının altında emekli maaşı alanları kurtarabilecek en önemli yapısal değişim bu olacaktır. Bu da ancak eğitim-üretim entegrasyonun yeniden kurgulanmasıyla mümkün olabilecektir. Bu da yeni ve farklı vizyona sahip yöneticilere ihtiyaç doğurmaktadır.

Diğer taraftan nitelikli yani yüksek ücretle çalışabilecek meslek gruplarındaki birçok kişinin beyin göçü şeklinde yurt dışına çıktığı/çıkacağı bir süreçte Türkiye’ye çok sayıda sığınmacı gelmiştir/gelmektedir. Dolayısıyla Türkiye yüksek prim ödeyebilecek olanlardan mahrum kalırken, bu kişiler yetişmelerinde hiç katkıları olmayan ülkelerin sosyal güvenlik sistemine uzun süre katkı yapacaklardır. Ülkeden ayrılan yüksek nitelikli iş gücü yerine Türkiye’ye kayıt dışı çalışacak (prim ödemeyecek) ve/veya daha düşük ücretle çalışıp daha düşük prim ödeyecek kişiler gelmektedir. Bu durumu anlamak ve açıklamak kolay değildir. Ancak, beyin göçünün bir an önce durdurulup tersine çevrilmesi ve sığınmacı girişinin artık engellenmesi gerektiği çok açıktır.

Son söz: Sıfır toplamlı oyunlarda iki tarafın da kazanması mümkün değildir. Matematikle arası iyi olmayan toplumların refahla da arası iyi olmayacaktır.