Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

ERDOĞAN, "ZAFER" KAZANDI!

Bahadır Selim Dilek
Diplomaside mi?

Tabii ki, hayır!

Son üç günde tanık olduk ki, siyasi algoritması sadece seçim kazanmaya, iktidarda kalmaya yönelik olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, algıyı olgunun önüne koyma ve bundan ciddi bir siyasi rant devşirme becerisini, bir kez daha sergiledi!

İçeride yaşanan ağır ekonomik kriz nedeniyle çözülmeye başlayan kitlesini “keskin bir milliyetçilikle” tahkim etmek ve partisindeki erimeyi durdurmak için kurguladığı algı operasyonunu büyük başarıyla uyguladı.

Tarihi NATO zirvesi için Batı'ya kafa tutan lider imajıyla gittiği Madrid'den çantasını, içeriye “zafer kazanmış büyük devlet adamı” imajını satacak kadar çok malzemeyle doldurup döndü!

Üstelik, Amerikan Başkanı Joe Biden'ın kendisine uyguladığı “görüşme ambargosunu” da kırdı.

Tabii ki mesele en başından bu yana Türkiye'nin meşru güvenlik kaygıları değildi!

Öyle olsaydı süreci, dış siyasetin profesyonellerine, işi bilen diplomatlara emanet eder, sessiz sedasız ama sonuç odaklı bir diplomasi yürütülürdü.

Bunu yapmadı, cuma namazı çıkışındaki açıklamasıyla baş rolü üstlendi.

Hâlihazırda PKK, YPG ve PYD ile sıkı fıkı olan NATO üyesi ülkelere hiç ses çıkarmazken, İsveç ve Finlandiya'ya yönelik “parmak sallama” siyasetinin içeriye yönelik olduğu kadar Amerikan Başkanı Joe Biden'ın dikkatini çekme amacı taşıdığını cümle alem zaten biliyordu.

Yani, kendisine uzak durmayı tercih eden Biden'la, bu mesele üzerinden bir diyalog kanalı açmak istiyordu.

Böylece içeriye fütursuzca pazarlayabileceği “Amerikan Başkanı ile masaya oturmuş dünya lideri” imajı ortaya çıkacaktı, ayrıca ekmeğini seçim süreci boyunca yiyebileceği F-35'ler olmasa bile F-16'lar meselesinde bir ilerleme sağlanması şansını yakalayabilecekti.

Sonuçta, şöyle bir göz atıldığında NATO Genel Sekreteri ile Amerikalı diplomatların hazırladığı hissini uyandıran 10 maddelik mutabakata Türkiye, İsveç ve Finlandiya imza koydu, “veto” krizi aşıldı.

Türkiye'nin gerçekten bir diplomatik başarı elde edip etmediği tartışılır ama Erdoğan istediğini fazlasıyla aldı.

Gelin meseleye yakın gözlüğümüzü takarak bakalım, önce şu mutabakat metnine göz atalım.

Sözü uzatmadan söyleyelim, bu pilav daha çok su kaldırır...

İlk dikkatimizi çekenleri yazalım.

Bunu hukuki bir sonuç doğuracak metin değil de “siyasi niyet bildirisi” olarak okumak mümkün.

İsveç ve Finlandiya, neredeyse 20 yıldır PKK'yı “terör örgütü” olarak tanımlıyor. Bu yeni bir olgu değil!

Ceza yasalarını da zaten bir süreden bu yana revize ediyorlar.

İsveç ve Finlandiya'nın bunları, Türkiye bugün istediği için taahhüt etmediği ortada. Ama yine de böyle bir mutabakat metni içinde görünür olması önemli!

Peki, Türkiye'nin açık ve güçlü şekilde dile getirdiği gibi PYD/YPG'nin PKK'nın uzantısı olduğu yönündeki görüşü dikkate alınmış mı?

Hem evet hem hayır.

Yani, dikkate alınır gibi yapılmış, muğlak ifadelerle geçiştirilmiş.

Bu muğlaklık, aynı zamanda metni yoruma açık hale getiriyor.

Açıkça, “YPG, terör örgütüdür ya da terör örgütünün uzantısıdır” denilmiyor. Ama demeye getiren bazı ifadelere yer verilmiş.

Bunun, Finlandiya Cumhurbaşkanı Niinistö'nün, mutabakattaki imzaların mürekkebi kurumadan yaptığı, “Metinde YPG’nin zikredilmesi Türkiye’nin esas amaçlarından biriydi, sonunda uzlaşabildik, çünkü en son aşamada aslında hiçbir şey değişmedi. Metinde YPG terör örgütü olarak değerlendirilmiyor, Türkiye’nin istediği gibi tanımlanmadı” açıklamasıyla, İsveç Dışişleri Bakanı Linde'nin “Erdoğan’a boyun eğmedik” sözleriyle birlikte okunması, meseleye bütüncül bakmak açısından önemli!

Mutabakatta Türkiye’nin terör zanlılarına dair sınır dışı veya iade taleplerinin Avrupa İade Sözleşmesi’yle uyumlu biçimde işleme konulacağı taahhüdü, ileride sıkıntı yaratacak gibi görünüyor.

Metinde, isim verilmese de bu iki İskandinav ülkesinin terörle mücadelesi konusunda Türkiye'ye de sorumluluk yüklenmiş. Yani, demek isteniyor ki, İsveç ve Finlandiya'nın başına dert olan cihatçı örgütlerle destek verme!

Sonuçta Türkiye, bu iki ülkenin ittifaka üyeliğine yeşil ışık yaktı!

Burada altını kalın kalemle çizmek gerekir ki, İsveç ve Finlandiya'nın üyelik süreci, Erdoğan'ın eline içeride tepe tepe kullanacağı, ekmeğini seçime kadar bir güzel yiyeceği çok önemli bir koz verdi.

Nasıl mı?

Sürecin üye ülkelerin onay hızına bağlı olarak bir buçuk, iki yıl sürmesi bekleniyor.

Yani bu, üç aşağı beş yukarı Türkiye'deki seçim dönemine denk düşüyor.

Özetlersek, üyelik senedinin imzalanmasının ardından bu TBMM gündemine gelecek. Sonrasında TBMM, senedi ya onaylayacak ya reddedecek.

Süreç içinde Finlandiya ve İsveç'in tavrı, tutumu ne yönde olursa olsun, seçime kadar Erdoğan'ın bunu içeride sonuna kadar kullanacağı düşünmemek safdillik olacaktır. Bir buçuk yıl daha, Erdoğan'ın bu iki İskandinav ülkesi üzerinden Batıya parmak sallamasına ve içeride bunu pazarlamasına şahit olacağız!

Bu iki ülke mutabakata uygun adımlar atarsa, Erdoğan için "Batı'ya diz çöktüren lider", atmazsa da "Veto kartıyla Batı'ya kafa tutan Cumhurbaşkanı" imajı üzerinden başarı ve zafer hikayeleri yazılacak.

Her iki durumda kazanan Erdoğan olacak, eğer ki seçmen bu algı oyununa yine gelirse!

Ez cümle, Madrid'de Türkiye'nin milli çıkarlarını karşılayacak başarılı bir diplomasi izlediğini söylemek çok mümkün olmayabilir ama kendi zaviyesinden Erdoğan'ın "şimdilik" içeriye pazarlayacağı bir zafer kazanmış olduğunu dile getirip yazımıza son noktayı koyalım.