Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

YABANCILARA GAYRİMENKUL SATIŞI VE KONUT FİYATLARI/KİRALARI

Yaşar Uysal

Türkiye’de ekonomi yönetimi, uzun yıllar boyunca, gayrimenkul yatırımlarını ön plana çıkaran bir stratejiyi tercih etmiştir. Buna ilave olarak kamu yatırımları içinde de altyapı yatırımlarına daha fazla ağırlık verilmiştir. Bu anlayış kaynak dağılımını da etkilemiş, üretken sanayi ve tarım yatırımları yerine arazi rantlarının realize edilmesine yönelik gayrimenkul yatırımlarında daha büyük bir artış ile karşılaşılmıştır. Her yıl yaklaşık bir milyon civarında artan nüfus ve sürecin devamlılığını sağlamış, önce Suriye, sonra da başta Afganistan olmak üzere diğer ülkelerden gelen milyonlarca sığınmacı da bu süreci beslemiştir. Son olarak Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle bu ülkelerden Türkiye’ye gelenlerin gayrimenkul talebi ile karşılaşılmıştır.

Bu sürecin gerisinde öncelikle 2003 yılından itibaren yabancılara gayrimenkul satışına izin veren yasal düzenleme, daha sonra ise belli bir tutarda gayrimenkul alanlara vatandaşlık verilmesi uygulaması yer almıştır. Kuşkusuz adeta yeni bir “kavimler göçü”ne izin veren yönetim anlayışı da bu süreçte çok etkili olmuştur.

21. yüzyılda bile hâlâ tarihsel süreçte oluşan göçebe toplum özelliklerini devam ettiren, bu yapıyla uyumlu kısa vadeli bakış açısını, kurnaz ve fırsatçı yaklaşımı canlı tutan bir toplumsal zihniyetin rant kollamayı öne çıkarmaması ve arazi rantlarını göz ardı etmesi söz konusu olamazdı, olmadı da. İktidarda kalma veya iktidar olma yolunda bu anlayışa yeterince imkan sunmanın anahtar role sahip olduğunu gören politikacıların da bu konuya kayıtsız kalması beklenemezdi, kalmadılar da.

Ekonomi politikası ve yatırım tercihleri ile bu toplumsal anlayışın bir sonucu olarak Türkiye’de konut/AVM/rezidans yatırımlarının hızla artması söz konusu olmuştur. Ancak, bunun sonucunda Türkiye’de üretim boyutunda uluslararası ticarete konu olan ve olmayan mallar boyutunda dengesizlik oluşmuştur. Nitekim, Türkiye’nin; diğer ülkelerden daha çok ticarete konu mallar satın alırken, içerde yatırımları daha çok ticarete konu olmayan alanlara yönlendirmesi ilave bir dengesizlik kaynağı haline gelmiştir. Böylece 1947 yılından itibaren aralıksız dış ticaret açığı veren bir ülkenin dış ticaret açığı, kriz dönemleri dışında, sürekli üst platoya yükselmiştir. Bu plato da ayrıca dış borç platosunu sürekli beslemiştir.

Haklı/anlamlı gerekçeleri olsa da konut, AVM/rezidans türü yatırımların ön plana çıkarılması, bunların da daha çok lüks nitelikte yapılması, ithal inşaat/konut malzemeleri talebini de artırmıştır. Bu arada 2002-2015 döneminde önce yüksek petrol fiyatları, ardından da küresel finans krizinin etkilerini azaltmak isteyen gelişmiş ülkeleri yarattığı küresel likidite bolluğu nedeniyle Türkiye’ye yönelen doğrudan yabancı yatırımlar ile kısa vadeli spekülatif yabancı sermayede (sıcak para) ciddi artışlar olmuştur. Yine 2000’li yıllarda uygulanan veya uygulanmayan politikalar sonucu oluşan yüksek faiz-düşük kur iklimi özel kesimi daha ucuz hale gelen dış borçlanmaya yönlendirmişti. Böylece ülkeye her kanaldan (doğrudan yatırım, sıcak para, kredi/borç) adeta döviz akmış, oluşan döviz bolluğu da (rezerv artışı) TL’yi yapay olarak değerli hale getirmişti. Dolayısıyla, elektronik eşyalarından, mermerine, armatürüne, mobilyasına kadar birçok girdisi ithal olan konutlar/binalar inşa edilmiştir. Lüks konutların bulunduğu rezidanslar ve sitelere de daha çok ithal ürünler satan mağazalar açılmış, böylece hem inşaat süreci hem de sonrasında buraları ithalatın bir “dinamosu” haline gelmiştir.

Ancak, 2015 sonrası dönemde küresel ekonomik iklim ve likidite bolluğu tersine dönmüştür. Ayrıca, ülke içinde referandum, genel ve yerel seçimler arka arkaya gelmiş, ekonomi politikası tercihlerindeki hataların da eklenmesiyle inşaat ve tüketim çekişli büyüme sürdürülemez hale gelmiştir. Merkez Bankası döviz rezervlerinin kurları tutabilmek amacıyla eritilmesi de döviz ihtiyacını artırmıştır.

Böylesi bir ortamda döviz girişinin artırılması amacıyla yabancılara daha fazla gayrimenkul satılması ve bunu teşvik etmek amacıyla belli bir tutarın üzerindeki fiyatla konut alanlara vatandaşlık verilmesi söz konusu oldu. Dolayısıyla Türkiye; düne kadar uluslararası ticarete çok fazla konu olmayan ev ve arazileri uluslararası ticarete konu ürün haline getirdi. Zira satılabilecek pek kamu kuruluşu kalmamıştı. Birçok kamu kuruluşunun özelleştirilmesi sürecinde yabancılara yapılan satışların ardından büyük tutarlarda gayrimenkulün de yabancılara satılması, yerli ve milli boyutunun güçlü olduğuna sürekli vurgu yapan bir yönetim dönemine denk düştü!

Yabancılara gayrimenkul satışlarına ilişkin veriler aşağıdaki tabloda verilmiştir. Satılan gayrimenkullerin ne kadarının konut/bina, ne kadarının ise arazi/tarla olduğuna ilişkin ayrıntılı bir bilgi yayınlanmamaktadır. Bu nedenle bu detayı bilemiyoruz.

Tablodan görülebileceği gibi yabancılara satışa izin veren düzenlemenin ardından, 2003 yılı sonrasında her yıl ortalama 3,3 milyar dolarlık gayrimenkul yabancılara satılmıştır. Böylece 2022 yılı Ekim sonu itibarıyla toplam satış tutarı 67,6 milyar dolara ulaşmıştır.


Yabancılara gayrimenkul satışı doğrudan yabancı yatırım girişleri içinde gösterilmektedir. Bu çerçevede bir değerlendirme yapıldığında 2003-2022 döneminde her yıl Türkiye’ye gelen doğrudan yatırımların ortalama yüzde 31,8’i gayrimenkul satışı kaynaklı olmuştur. Dolayısıyla doğrudan yatırım girişinde bir nitelik sorunu olduğunu, yatırım, üretim, istihdam ve ihracatı artırabilecek kaynak girişinin sınırlı kaldığını söylemek mümkündür.

Diğer taraftan, yine 2003-2022 döneminde Türkiye’ye toplam olarak 248,8 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırım girişi gerçekleşmiştir. Dolayısıyla son yirmi yılda Türkiye’ye gelen toplam doğrudan yabancı yatırımların yüzde 24,5’i gayrimenkul satışı şeklinde olmuştur.

Yıllık ve birimli olarak yabancılara gayrimenkul satışlarını gösteren grafikten küresel finans krizi ve pandemi sürecinde satışlarda gerileme olduğu anlaşılmaktadır. 2022 yılına ilişkin Kasım ve Aralık ayı verileri de açıklandığında, Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle bu ülke vatandaşlarının Türkiye’den gayrimenkul alımını artırmalarının etkisiyle, yıllık bazda satış rekoru kırılma olasılığının oldukça yüksek olduğu söylenebilir.

Bu koşullarda Türkiye’de konut fiyatlarındaki artışın önemli bir nedenin yabancılara konut satışı olduğu ortaya çıkmaktadır. İnşaat malzemelerinde maliyetlere bağlı fiyat artışları da (enerji, çimento, demir, nakliye, işgücü) yine konut fiyatlarındaki artışı desteklemektedir. Yine ekonomi yönetiminin zaman zaman uygulamaya koyduğu düşük faizli, uzun vadeli konut kredileri de fiyat artışlarında rol oynamaktadır. Bütün bunlara bağlı olarak kira geliri/konut fiyatı oranının önemli ölçüde düşmesi söz konusu olmuştur. Dolayısıyla kira/konut fiyatı dengelerinin yeniden kurulması için ya konut fiyatlarının düşmesi ya da kiraların artması gerekmektedir. Konut fiyatlarının yabancıların talebi ve inşaat malzemeleri fiyatlarındaki artış gibi nedenlerle gerilemesi düşük bir olasılıktır. Ayrıca uygulanan negatif reel faiz politikası nedeniyle tasarrufların konut alımına yönelmesi devam etmektedir. Dolayısıyla orta ve düşük gelirli grupların artık bırakın ev sahibi olmayı, nitelikli bir ev kiralama imkanları dahi azalmıştır.

Kısaca ifade etmek gerekirse, Türkiye’de yoğun özelleştirmelerin yapıldığı 2000 sonrası dönemde kamu kuruluşlarının önemli bir bölümünü yabancılara satılmıştır. Yukarıdaki veriler çerçevesinde yabancılara gayrimenkul satışının tam gaz devam ettiği görülmektedir. Zayıf sermaye yapısı, yüksek borçluluk düzeyi ve çağın yenilikçi/yıkıcı rekabet koşullarına uyum güçlükleri yanında daha da zorlu hale gelecek gibi görünen makro ve küresel ekonomik koşullar nedeniyle sıranın özel kesim işletmelerine de gelebileceğini söylemek mümkündür. Peki daha ne kadar ve nereye kadar?