Gülse Birsel'in Vural Çelik'e vedası tepki çekti
Gülse Birsel'in Vural Çelik'e vedası tepki çekti
MÜSLÜMANLAR VE İSRAİL
MÜSLÜMANLAR VE İSRAİL
Çizdiği karikatür,
Çizdiği karikatür, "dünya birinciliği" ödülü aldı
Dubai çikolatası
Dubai çikolatası
123456789
Gülse Birsel'in Vural Çelik'e vedası tepki çekti
Gülse Birsel'in Vural Çelik'e vedası tepki çekti
MÜSLÜMANLAR VE İSRAİL
MÜSLÜMANLAR VE İSRAİL
Çizdiği karikatür,
Çizdiği karikatür, "dünya birinciliği" ödülü aldı
Dubai çikolatası
Dubai çikolatası
123456789

BİLGİ TOPLUMU, EKONOMİ, DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER

Yaşar Uysal

İnsanlık hangi toplum aşamasına gelmiştir?

İnsanlığın varoluşundan bugüne geçen süreç incelendiğinde, dört farklı toplum yapılanmasından/aşamasından geçildiği görülmektedir. “İlkel toplum” olarak tanımlanan ilk aşamada, insanlar avcılık ve toplayıcılık yaparak yani doğanın sundukları ile varlığını sürdürmeye çalışmış, bu da göçebe yaşam tarzını beraberinde getirmiştir.

Günümüzden yaklaşık on bin yıl önce, iki nehrin arasındaki toprak anlamına gelen Mezopotamya’da başlayan ikinci aşamada insanlık, “Yerleşik Tarım Toplumu”na geçmiştir. Bu aşamada önce doğada bulunan yabani tahıllar devşirilmiş ve daha sonra bazı hayvanlar evcilleştirilmiştir. Böylece insanlık göçebelikten kurtulmuş, hem üretim hem de bilgi/kültür birikimi için sosyoekonomik zemin daha elverişli hale gelmiştir.

Üçüncü aşamada, 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra, buhar makinesinin icadı ile İngiltere’de sanayi toplumunun oluşumu başlamıştır. Aydınlanma sürecinin de etkisiyle aklın özgürleşmesi ve bunun bilim/teknolojideki gelişmelere zemin hazırlamasıyla başlayan sanayileşme süreci; üretimi tarla yanında fabrikalara da kaydırmış, köyler yerine sanayi kentleri daha önemli yaşam alanlarına dönüşmüştür.

Dördüncü aşama yani bilgi toplumu, henüz oluşumu tam olarak gerçekleşmemiş, devam eden bir süreçtir. 1980 sonrasında ABD ve Japonya’da belirginleşmeye başlayan ve geçen kırk yılda baş döndürücü teknolojik gelişmelerle varlığını tüm ülkelerde hissettiren bu yapı, yaşamın her alanını etkilemiştir. İnsanlığın bilgi birikiminin binlerce yıldır adeta durmadan artmasının getirdiği bu yeni toplum yapısının yerini gelecekte uzay çağına/toplumuna bırakması olasıdır.

Genel bir değerlendirme yapıldığında, ilkel/göçebe toplumdan yerleşik tarım toplumuna geçisin milyonlarca yıl, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçisin yaklaşık 10 bin yıl, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişin ise yaklaşık 250 yılda gerçekleştiği söylenebilir. Kuşkusuz bu geçiş sabahtan akşama değil, uzun bir süreçte gerçekleşmiştir. Ancak, bilgi birikiminin artmasına bağlı olarak değişimin hızlandığı da bir gerçektir. Bu nedenle bilgi toplumundan olası uzay toplumuna geçiş için binlerce yıl gerekmeyecek gibi görünmektedir. Çünkü, Herakleitos’tan günümüze; değişim de değişmiş, değişimin hızı artmıştır.

Diğer taraftan, her bir toplum aşamasını kendi içinde alt aşamalara ayırmak ve çok daha detaylı değerlendirme yapmak mümkündür. Yine aşamalar arası geçişin her toplumda aynı anda olmadığı, bugün yani insanlığın ilk ortaya çıkışından milyonlarca yıl sonra bile, birbirinden çok farklı dört toplum aşamasını farklı coğrafyalarda gözlemlemenin mümkün olduğu görülmektedir. Ayrıca, bazı ülkelerin farklı bölgelerinde de her toplum aşamasına aynı anda rastlamak mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla günümüz dünyasında dört farklı toplum aşamasıyla da uyumlu davranış yapılarına sahip bireyleri görmek olasıdır.

Bilgi toplumunda ekonomi nasıl değişmiştir?

Kısaca ifade etmek gerekirse, önce tohum ekme bilgisi, daha sonra buhar makinesi ve günümüzde de bilgisayarlar/yapay zekâlar toplumsal değişim ve dönüşümlerin başlıca tetikleyicisi olmuştur. Bunun yanında ilkel toplumlarda doğa ve emeğin, tarım toplumunda toprak ve emeğin, sanayi toplumunda sermaye ve emeğin, bilgi toplumunda ise bilgi ve emeğin üretimin asli unsuru olduğu söylenebilir.

20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren oluşmaya başlayan ve oluşum süreci devam eden bilgi toplumunda tüm sektörler ve alanlarda “bilgi” üretimin temel girdisi olmuş, rekabet fiyat ve kalite yanında yenilik boyutunu daha fazla içermiş, insanlarının hayal gücü ülkelerin en büyük ekonomik gücüne dönüşmüştür. Yaklaşık 100-150 gram ağırlığındaki son model bir akıllı telefonun ancak 5-6 ton buğday ile alınabilmesi, bilginin üretimdeki değerine, bilgisayarların yenilenme süresinin 3 aya kadar düşmesi yeniliğin hızına, Steve Jobs, Bill Gates, Mark Zuckerberg gibi kişiler de hayal gücünün bu toplum aşamasındaki önemine örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla artık emek-değer, fayda-değer teorileri yerine bilgi-değer teorisinin geçerli olduğu söylenebilir.

Türkiye bu süreçlerin neresindedir?

Türkiye sanayileşme sürecini geriden gelerek yakalamaya çalışan ve bu nedenle sanayileşme sürecini bile henüz tamamlayamamış bir ülkedir. “Şimdi icat çıkarma” veya “Eski köye yeni adet getirme” deyimleri olan bir toplumun bilgi çağını yakalaması ise hiç kolay değildir. Yine, Kant’ın ifadesiyle aklını kullanma cesareti olmayan yani aklı özgürleşememiş ve bu nedenle bireylerden değil daha çok bağımlı kişiliklere sahip insanların oluşturduğu bir toplumun bilgi çağını yakalamasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye henüz ne bir sanayi toplumu ne de bilgi toplumu yapısına ulaşabilmiş bir görüntü vermektedir.

Televizyon kanallarındaki bazı programlarında karşımıza çıkan insanlar, sokak röportajlarında karşılaşılan bazı kişiler ve ifadeleri, kentleşen ama kentlileşemeyen insanların davranış özellikleri (yere çöp atma, apartman kavgaları), neredeyse her düzeyde (aile, insan ilişkileri, kurumlar) belirgin olarak varlığını hissettiren otoriterlik ve biat kültürü talebi de bu savı desteklemektedir. Dolayısıyla Türkiye’de olası tüm yani ilkel, tarım, sanayi ve bilgi toplumu yapılarına ve bunlardaki davranış özelliklerine aynı anda rastlamak mümkündür. Bu durum ülkenin ve toplumun yönlendirilmesi, yönetilmesi ve gelişiminin hızlanmasını zorlaştırmakta ve çoklu stratejilerin kullanılmasını gerektirmektedir.

Sonuç

Eski Türklerde doğayı, Osmanlı'da ganimeti, Türkiye Cumhuriyeti'nde ise devlet imkânlarını paylaşan bir toplumsal yapımız olduğu söylenebilir. Bir başka deyişle üretim değil paylaşım temelli bir anlayış ve toplumsal yapıya sahibiz. Bu nedenle iktidara gelmek, halka ülkeye hizmetten daha çok rant dağıtım mekanizmasının kontrolünü ele almak anlamına gelmektedir. Bu durum sadece ekonomik alanda değil, sosyal, politik ve kültürel alanlarda da uyumlu yapı ve davranış biçimi olarak yansıma bulmakta, çağın gerisinde kalmanın boyutları hem genişlemekte hem de derinleşmektedir. Ancak, Türkiye’nin bu yapı ve anlayışı hem sürdürmesi hem de bilgi çağını böyle kalarak üretici olarak yakalaması mümkün değildir. “Deniz” her anlamda bitmiştir. Bilinçli kitleler çok boyutlu farkındalıkları, daha az bilinçli kitleler ise yaşadıkları ekonomik zorluklar nedeniyle bunu görmektedir. Bu nedenle değişim ve her alanda (ekonomik, sosyal, politik ve kültürel) yeniden yapılanma için uygun iklim oluşmuştur. Bu farkındalığın, değerler üzerinden siyaset yaparak değil, çağın ve halkın beklentilerine yeni projeler ve stratejilerle cevap verebilecek siyaset anlayışıyla beslenmesi/desteklenmesi gerekmektedir. Zira ekonominin her zamankinden daha fazla olarak demokrasi ve özgürlüklerden beslendiği bir çağdayız. Bu yapılırken de aklı ve bilimi referans alacak şekilde bir eğitim reformuna, 21. yüzyılın gerektirdiği standartlarda nitelikli ve işlevsel bir demokratik sisteme, aileden başlayarak tüm kurumsal yapılarda desteklenecek özgürlükçü bir sosyal iklime, rant kollama değil inovatif temelli üretim ekonomisine, farklılıkları ayrışma değil zenginlik kaynağı olarak değerlendirecek kültürel zemine ihtiyaç bulunmaktadır.

Kısacası, Türkiye’de toprak da tohum da iklim de değişime her zamankinden daha fazla açık hale gelmiştir. Temennimiz, siyasetçiler ve partilerin artık geriden gelmekten vazgeçmesi, çağın ve toplumun ihtiyaçlarına özgürlükler, ahlaki standartlar, demokrasi ve hukuk devleti zemininde cevap verebilmesidir.

Son söz: Ya yenileneceğiz ya da yenileceğiz…