Erdem Bayazıt'ın ölüm yıl dönümü
Erdem Bayazıt'ın ölüm yıl dönümü
Hatay'da 9 ayda tamamlanan duvar resimleri
Hatay'da 9 ayda tamamlanan duvar resimleri
Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’
Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’
Bozkurt neyi temsil ediyor
Bozkurt neyi temsil ediyor
123456789
Erdem Bayazıt'ın ölüm yıl dönümü
Erdem Bayazıt'ın ölüm yıl dönümü
Hatay'da 9 ayda tamamlanan duvar resimleri
Hatay'da 9 ayda tamamlanan duvar resimleri
Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’
Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’
Bozkurt neyi temsil ediyor
Bozkurt neyi temsil ediyor
123456789

Gerçek, Yalan ve Yalan Söyleme Sanatı Olarak Politika

Bu yazımızın konusu yalandır ve bu yazıda yalanı negatif, yani kötü amaçlı olduğu anlamında almaktayız. 

Çocukluğumuzda büyüklerimizin bizi ‘yalan söyleme’, ‘doğru konuş’, ‘dürüst ol’, ‘kimseyi kandırma’ gibi ahlaki emirlerle eğitmek ve büyütmek istediğini bizzat yaşayarak deneyimlemişizdir. Fakat bakışımızdaki naiflik yerini eleştirel gözleme bıraktıkça; en başta da bizi ahlaki bakımdan uyaranların söylemleriyle eylemleri arasındaki çelişkiyi görüp hayrete kapılırız. Söz bir şey söylüyor, eylem başka bir yöne işaret ediyor. Söz doğruyu yapma konusunda uyarıyor. Eylem sözün söylediğinin tersini yapıyor. Böylece doğruyu yapma konusunda uyaran doğru söz yapılan yanlışı gizliyor.

Buna dilimizde yalan söyleme denmiyor, çünkü söz doğruyu söylüyor. Dilimizde bunun için 'kandırma' fiilinin kullanılması daha uygun düşmektedir. Sözde doğru yapıyormuş gibi yapıp yanlış olanı sözel eylemle gizlemeye çalışmak anlamına gelmektedir. Belki de ‘hocanın dediğini yap, yaptığını yapma!’ söylemi tam da bu çelişkili durumdan bir çıkış olarak üretilmiştir.


Anadolu Bilgeliğinde Yalan

Anadolu halk bilgeliği bize bu çelişkili durumdan çıkmak için değil belki, ama bu çelişkili durumu –ki aslında bu bir insanlık durumudur, anlamamıza yardımcı olabilir. Anadolu halk bilgeliğinde iki anlamlı deyiş üretilmiştir. Halk bir taraftan “Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur” diyor. Diğer taraftan halk bilgeliği “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” deyişini üretmiştir.

Birinci deyişi bir anlamda kişisel hırs ve çıkarlarına göre parçalanmış, herkesin herkese yabancılaştığı, herkesin ahlaksızlaştığı bir dünyada kimsenin gerçeği, yani aklın ve vicdanın sesini duymak istemediği anlamında alınabilir. Bu deyiş genellikle bu anlamda alınıyor. Fakat bu deyişin bu durumdan çıkış için gerçeğin söylenme tarzına dair bir uyarı olarak yorumlanması da mümkündür. Kendine yabancılaşmış, herkesin kişisel çıkarını tek gerçek olarak kabul ettiği bir dünyada doğru birden bire ve radikal bir şekilde söylenirse kabul görmesi mümkün değildir. 

İnsanları hiçbir şekilde alışık olmadıkları gerçeğe, yöntemin ve retoriğin araçlarıyla alıştıra alıştıra söylemek gerekir. Bugün, “Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur” deyişini muhtemelen bu iki mümkün yorum açısından aynı zamanda ele almak daha anlamlı olacaktır.

İkinci deyiş de en az birinci deyiş kadar zordur. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” deyişi genellikle yalanın ömrü kısa olur, daha gün bitmeden yalanın yalan olduğu gün gibi ortaya çıkar anlamına yorumlanır. Oysa kullanılan metaforların çok daha güçlü anlamı vardır. Gerçeğin kendisi kendinden aydınlıktır. 

Dışarıdan gelen ışık gerçeğin görünürlüğünü artırır. Oysa yalan gerçeğin deforme olmuş, bozulmuş halidir ve her yanlış gibi yalan da, ne kadar yalan olursa olsun kendinde bir tutam da olsa gerçeği barındırır. 

İşte, yatsıyla birlikte mumlar yanıp da etrafı aydınlatmaya başlayınca yalandaki bir tutam gerçek de daha açık bir şekilde görünür olur. Görünen gerçek kendisiyle birlikte kendisini çevreleyen yalanı da görünür kılar. Bu yorum daha çok epistemolojik içermeleri bakımından yapılan bir çözümlemeye dayanır. Bu deyişe dair ilk yorum, burada epistemolojik içermeleri bakımından yapılan yoruma eş anlama gelebilecek sosyolojik içermelere sahiptir. Buna göre, söylenen yalan, ortaya çıktığı sosyal ilişkiler içinde eleştirel olarak konuşuldukça aydınlanmaya başlar ve bu sürecin sonunda daha gün bitmeden yalanın yalan olduğu açığa çıkar.

Özet olarak belirtecek olursak; yakından bakınca “Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur” özdeyişi aslında eleştirel bir durum tespiti ve yalanın yerine gerçeğin hâkim kılınması için bir talebi içerirken; “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” özdeyişinde gerçeğin er veya geç ortaya çıkma diye bir özelliğinin, yalanın ise ömrünün kısa olduğu ve yalanla iş tutanın da sonunda bir yere varamayacağını belirtmektedir. Anadolu halk bilgeliğinin bu deyişlerine göre ne gemisini yürüten kaptandır ne de atı alan Üsküdar’ı geçmektedir. Gemisini iyi ve doğru yürüten ve ata doğru ulaşan ve atta iyi binen ancak Üsküdar’ı geçebilmektedir. Yalan dönüp, dolaşıp gelir ve sonunda sahibinin boğazına sarılır.


Yalanın Felsefi Anlamına Üzerine

Yalan ve onun tamlayıcı karşıt kavramı gerçek, anlam ve yapı bakımından insanlık tarihinin ürettiği en zor ve karmaşık kavramlardandır. Yanılmak, yalan söylemek anlamına gelmez. Yanılmak, gerçek sanılanın gerçek olmama durumudur. Yalan, gerçek olmayan, asılsız, yani özsel geçerliliği olmayan bir uydurmadır. Yalan, diyor Kant, gerçek ve kesin olmayanı, gerçek ve kesin olmadığını bilerek, gerçek ve kesinmiş gibi sunmak anlamına gelmektedir. 

Yalanın birçok farklı dildeki sözlük anlamı birbirine yakındır ve Kant’ın tanımına çok benzemektedir. Buna göre aldatmak amacıyla bilerek ve isteyerek sözü gerçeğe aykırı bir forma sokup söylemek anlamına gelmektedir yalan.

Yalan söyleyebilmenin koşulu gerçeğin de ne olduğunu bilmektir. Nietzsche’nin ileri sürdüğü gibi gerçeğin ne olduğunu bilebilmek için yalan söylemesini bilmek gerekmiyor. Yalan söylemesini bilmek gerçeğin ne olduğunu bilmenin koşulu değildir. İnsan yalancılıktan doğruluğa değil, doğruluktan yalancılığa evrilebilir. Çocuklarımızın gelişimi bunun en iyi kanıtıdır. Gerçeği bilmek, mevcut çelişkilerle ve çıkar çatışmalarıyla dolu dünyada bu bilgiyi kötüye kullanmanın olanağını da içerir.

Kanaatimce gerçek nedir sorusuna yanıt olarak gerçeğin en kapsamlı tanımını Hegel yapmıştır. Geleneksel olarak gerçek, bilincin nesnesine, hakikate uygunluğu olarak alınır. Fakat Hegel’in kavrayışına göre bu tanım insanı pasif bir varlık olarak kavramaktadır. Hegel’in kavrayışına göre gerçek, insanın kavramının kendisini dışavurumunda insanın kendi hakikati ile özdeşliğidir. Ancak bu özdeşlik koşulu yerine geldiği oranda kavram, insanın kendi hakikatinin de yaratıcısı olabilir. Öyleyse kavram, bize hakikatimizi onun doğasına uygun kavrama olanağı sunmaktadır. Hakikatimizi onun doğasına uygun olarak kavrayabildiğimiz, onun kavramına en doğru bir şekilde ulaşabildiğimiz oranda kavramımız ile gerçekliği de yeniden yaratabiliriz.

Bu bakımdan gerçek, insana, hakikatte doğru eyleme, hakikati kendi gereksinim ve iradesine göre değiştirme kapasitesi kazandırır. Gerçek, insana, hakikati evi yapma olanağı sunar. Eş deyişle gerçek bu bakımdan insana hakikatte özgür olma ve kendi iradesine uygun olarak özgürce eyleme kapasitesi kazandırır.


Yalan Söylemenin Anlamı ve Nedeni

Bir şeyin bilgisine sahip olmak, sofistlerden beri bildiğimize göre, ilkesel olarak o şeyin kötüye kullanılma olanağını da kendisinde barındırır. Bu nedenle bilgi etik sorumluluk yükleyen bir edinimdir, çünkü bilgi ancak gerçeğin bilgisi olabilir. Yalan söyleyen kendisini söz konusu etik sorumluluk alanının dışında konumlandırmaktadır.

Yalan söylemenin birçok nedeni olabilir. Nezaket icabı, karşınızdakini kırmamak, örneğin bir eksiğini doğrudan yüzüne vurmamak için yalan söylemek mümkündür. İnsan korkudan, kendisini güvende hissetmediği, müşkül bir durumda olduğu ve bunu açıkça ifade edemediği için yalan söyleyebilir. Hangi nedenle söylenirse söylensin, yalan her zaman karşınızdakine karşı bir üstünlük elde etmeyi amaçlar. 

Kant yalan söylemenin ahlaki olan sonuçları ile yasal ve hukuki sonuçları arasında ayrım yapar. Örneğin geçerli ahlaka aykırı olduğu için yalanın sahibi potansiyel eleştirilere maruz kalmamaktan kurtulmak için yalan söyleyerek manipüle eder. Yalancıya inanan da naifliğinden dolayı alay konusu olabilir. Fakat eğer ortada yasalara göre yapılmış bir sözleşme var ise söylenen yalan sözleşme yapılan kişi karşısında hile yolu ile üstünlük elde ederek ona kendisinin olanı vermekten kaçınmayı amaçlar.


Yalan ve Politika Sanatı

Modern toplumun tüm yaşam alanları yalanlarla doludur. Hobbes, savaşta kaybedenin dürüstlük ve adalet olduğunu söyler. Ve Hobbes’a göre bir piyasa toplumu olan modern toplum herkesin herkese karşı savaş yürüttüğü bir toplumdur. Bu bakımdan modern toplumda hiç kimse yalan söylemekten kurtulamaz. Modern toplum yapısal olarak sürekli yalancılar üreten bir toplumudur. 

Engels’e göre, en başta da biz tüketicilere karşı dürüst olmalarını beklediğimiz tüccarlar yalan söyler, çünkü onların gücü yalan söylemekte yatmaktadır. Tüccar satmak istediği malının gerçek değerini ve kalitesini gizleyebildiği oranda, yani değerini yüksek ve kalitesini iyi gösterebildiği oranda başarılı olabilmektedir.

Fakat modern toplumda yaşamımızın her alanında sürekli yalan ile karşılaşsak da; özellikle politika alanı haklı olarak gözümüze herkesin ilkesel olarak yalan söylediği alanmış gibi gelmektedir. Öyle ki politika yapmak sıkça iyi yalan söyleme ve çabuk zengin olma sanatı olarak kavranmaktadır. Genç kuşaklardan insanlar politikayla ilgilenmelerini topluma karşı sorumlulukla, toplumu değiştirmekle, insanlığı daha iyi bir geleceğe yöneltme isteğiyle değil, fakat zengin olma arzusuyla açıklıyorlar. Bu, elbette politikaya dair mümkün en yanlış kavrayıştır ve mevcut politika yapma tarzının ahlaken ne kadar çürüdüğünü göstermektedir.

Felsefe ve bilimler tarihi hem modern politikada ilkesel olarak neden yalan söylendiğine ilişkin açıklama denmeleri ve hem de politikada yalan söylemenin bir zorunluluk olmaktan çıkması için nasıl bir bakışa sahip olunması gerektiği konusunda öneriler üretmiştir.

Modern muhafazakâr politikacılık yalan söylemekten başka bir şey yapamaz, çünkü modern toplumda muhafazakâr politikanın temsil ettiği kesimlerin çıkarları toplumsal değil özel çıkarlardır. Fakat söz konusu özel çıkarlar toplumun tümünün, hatta tüm insanlığın çıkarlarıymış gibi gösterilmek zorundadır. Marx bu durumu Das Kapital adlı başeserine yazdığı önsözlerde burjuvazinin iktidarı ele geçirmekle artık gerçeğe olan ilgisinin kalmamasıyla açıklamıştır. Marx’a göre burjuvazi kendi çıkarlarını herkesin çıkarıymış gibi göstermeye çalışmakla açıkça yalan söylemektedir, tüm toplumu bu konuda aldatmaktadır. 

Nazilerin siyaset ve hukuk felsefecisi Carl Schmitt bu durumu kaçınılmaz bir durum olarak kavrar. Schmitt’e göre, modern politik ilişkilerde dost-düşman ilişkileri sürekli yinelenerek değişmektedir. Bu durumda yalan söylemek politikanın en doğal aracı olarak görülmektedir. İnsan düşmanına gerçeği söyler mi! Yalan politikada hem karşıtları manipüle eder hem de toplumu. Karşıtları manipüle ederek onlara karşı hareket önceliği sağlamak isterken toplumu manipüle ederek toplumun üzerinde hâkimiyetini sürekli kılamaya çalışır. Schmitt, muhafazakâr politikanın en radikal ve dolayısıyla en kapsamlı pozisyonunu temsil eder. 

Buna karşılık özgürlükçü politikada Machiavelli ve Lenin olmak üzere iki farklı duruş ortaya çıkmıştır. Machiavelli özgürlükçü politika açısından pekâlâ yalan söylenebileceğini, hatta manipüle olmuş toplumu kazanabilmek için kaçınılmaz olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşın Lenin özgürlükçü politikanın tüm sorunlarıyla ve taktiksel çelişkileriyle tüm topluma açık bir şekilde yapılması gerektiğinden hareket etmektedir. Lenin’e göre ancak bu politika yapma tarzı tüm toplumu eğitecek ve olgunlaştırabilir.

Peki, politikada yalan olgusundan kurtulmanın koşulu nedir? Bu konuda tavsiye için Aristoteles’e dönmemiz gerekmektedir. Aristoteles’e göre toplumun mükemmel yurttaşlardan oluşan bir toplum olabilmesi için, yöneticinin kararlarında yönetilenden hareket etmesi ve yönetilenin de sanki bir yöneticiymiş gibi davranması gerekmektedir. 

Fakat Aristoteles’e göre bunun mümkün olabilmesi için tüm toplumun çıkarlarının temsil edilebildiği politik bir durumun oluşması gerekmektedir. Bunun nasıl mümkün olabileceğini Cumhuriyetimizin kuruluşunda da büyük etkisi olan Rousseau, siyasetin hem genel iradeyi hem de teker teker herkesin iradesini temsil edebileceği yeni bir toplum düzenine geçilmek zorunda olunduğuna işaret ederek göstermiştir. Bütünü gören ve kapsayan politikanın yalan söylemeye ihtiyacı bulunmamaktadır, çünkü çıkar bakımından çizilen çerçeveden kimse dışlanmamaktadır.

Fakat muhafazakâr politikacının söylediği yalan, ne kadar yalan ve asılsız olursa olsun; kendisinde bir tutam da olsa gerçeği barındırdığı için, söylediği yalan aynı zamanda gerçeğe işaret eder. Yalan söyleyen, yalan söylenenden kendisine inanmasını bekler, çünkü yalanın, inandırıcı gibi gelse dahi, tutarlı bir açıklaması mümkün değildir. Toplum politikada kendisine söylenen yalanın içindeki gerçeği görebilirse, yalan söylemeyi meslek haline getirmiş politikacıya olan inancını da giderek yitirir. Böylece yalancının mumu yatsıya kadar yanar özdeyişi gerçek olur ve gerçeği söyleyen de her tarafta baş tacı edilir.