Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Mustafa Kemal’in Bilinmeyen Alman Düşünce ve Felsefe Kaynakları

Doğan Göçmen

İki yıl önce Mustafa Kemal’in “Yurtta sulh, cihanda sulh” sloganını filozof Immanuel Kant’ın “ebedi barış” tasarısı ile ilişkilendirerek açıklamaya çalışmıştım. İlgili yazının bazı pasajlarını sosyal medyada da paylaşmıştım. Bunun üzerine böyle bir ilişkilendirmenin bir abartma olduğuna, Atatürk’ün derin felsefi kaynaklarının olduğunun iddia edilemeyeceğine ilişkin yorumlar almıştım. Şaşırmıştım. Fakat sonra düşününce gelen tepkilere hak da vermiştim açıkçası, çünkü Mustafa Kemal hakkında yapılan yorumların çoğu ya çok yüzeysel ya da aşırı politik ve askeriydi. Dağa taşa hemen her konuda, altında Mustafa Kemal’in ismi olan, kendisine ait olmadığı artık bilinen sayısız sözler yazmanın kaçınılmaz sonucu.

Fakat kendi toplumumuzda kendi insanımızı küçük görme gibi genel bir eğilim de vardır. Genel inanca göre, Batılı ilkesel olarak daha üstündür. Kendi insanının bir şeyler başarabileceğine dair şüpheciliğin haklı nedenleri olabilir. Ama toplumumuz da pekâlâ özgün yetenekleri olan ve dünya çapında başarılar sergileyecek insanlar çıkarabilir. Mustafa Kemal, bunu hayatıyla ve eserleriyle kanıtlayan kişidir.

Anıtkabir Derneği’nin “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar”dan işaretlediği pasajları ve aldığı notları ve Kaynak Yayınları’nın “Atatürk’ün Bütün Eserleri”ni yayınlamasından sonra onun düşünceleri, eserleri ve başvurduğu kaynaklar hakkında yaygın araştırmalar yapılabilir. Ona atfedilen sözlerin ve düşüncelerin gerçekten ona ait olup olmadığı da gözden geçirilebilir. Bu arada bu konularda Halil İnalcık, Taner Timur ve Zafer Toprak gibi dünya çapında parmakla gösterilebilecek güvenilir tarihçilerimiz de vardır.

Kuşkusuz Mustafa Kemal her şeyden önce asker ve politikacıdır ve büyük eseri askeri ve politiktir. Fakat Atatürk’ün asker ve sonra politikacı olduğu 20. yüzyılın başlarında kendisi ile benzer durumda olan sayısız başka politikacı gibi o da çok yönlü entelektüel ilgisi olan ve politik kararlarını felsefeye ve bilime dayandırmaya, tarihe ve çağının uygarlık bakımından gereksinimlerine göre almaya özen göstermiştir.

Mustafa Kemal’in yurtta barış, dünyada barış olarak belirlediği politika ilkesinde saklı olan iç barış ve dış barış diyalektiğini, yani dünyada kalıcı barış fikrini Kant’ın dünya barışının, yani insanlığın iç barışının mümkün olması için her ülkede iç barışın sağlanması gerektiğine dair talebi ile ilişkilendirerek ele almıştım. Kant, iç barışın sağlanması için her ülkede cumhuriyetin kurulması gerektiği konusunda ısrar ediyor. Mustafa Kemal cumhuriyetin kurulması gerektiği konusunda kimseye taviz vermiyor.

Bu konuda Mustafa Kemal’in doğrudan Kant’tan esinlenip esinlenmediği belki tartışma konusu yapılabilir, çünkü bugüne kadar yaptığım araştırmalar onun bu konuda doğrudan Kant’tan yaptığı herhangi bir alıntı olmadığını gösteriyor. Fakat ebedi barış fikri konusunda Kant’tan çok önce Jean-Jacques Rousseau yazmıştır ve Rousseau’un, Kant’ın da Mustafa Kemal’in de en önemli kaynaklarından olduğu biliniyor. Sadece bu gerçek bile Atatürk’ü Kant ile kıyaslayarak tartışmayı sadece gerekli kılmıyor, aynı zamanda zorunlu yapıyor.

Fakat “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar”ın 5. cildinde (s. 349) Alfred Feuillet’in Mustafa Rahmi tarafından çevrilen “Avrupa Milletleri Ruhiyatı” adlı kitabında, Kant’ın eğitim konusunda alıntılandığı pasaj işaretlenmiştir. İlgili pasajda Kant şu sözleri ile alıntılanmaktadır: “Kant şöyle der: ‘Eğer küçüklüğünden itibaren düzene alıştırmazsanız, sonra insanın karakterini değiştirmekte çok zahmet çekersiniz. Artık o insan, her hevesini yerine getirmeye uğraşır. Disiplin noksanı, kültür noksanından çok fenadır'. ”

Atatürk’ün bu bağlamda Alman eğitim sistemi ile yakından ilgilendiğini ve ayrıntılı bir incelemeye tabi tuttuğunu görüyoruz. Fransa’da uygulanan askere alma politikası ile Almanya’da uygulanan askere alma politikasını karşılaştırdığı bir yerde şu cümlenin altının çizildiğine tanık oluyoruz: “İnce bir işte ehliyet gösteren işçiyi ve büyük başarı gösteren öğrencileri askere almaz.”

Mustafa Kemal’in yaygın olarak bilinen Fransız kaynaklarından farklı olarak Alman düşünce ve felsefe tarihiyle de yakından ilgilendiğini gösteren iki kaynağa dikkat çekmek istiyorum. Bu kaynaklardan ilki Alfred Stern’in hazırladığı, “Avrupa’nın Tarihi 1815-1871” adlı eserdir. “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar”ın 24. cildinde (s. 188) Stern’in kitabından işaretlediği bir yerde şu cümleyi okuyoruz: “Romantik ruhun ilk etkileri: Almanya’dan yayılmıştır.”

Biraz ileride Romantikler ile Alman Aydınlanmacıları arasındaki mücadeleye ilişkinin, Mustafa Kemal tarafından işaretlenen başka bir yerde (s. 195) şu cümleyi okuyoruz: “Gerçekte romantizmin birçok müridi, Goethe ve Schiller için sanatın örneği olarak temsil edilen kanunları yıkmaya çalışıyorlardı.”

Yukarıda (s. 190), çağdaş Alman düşünce tarihinde dil, gramer ve hukuk kuramı hakkında yürütülen tartışmalarla da yakından ilgilendiğini, hatta hukukta, Hegel’in ve Marx’ın da eleştirdiği “Tarihsel Okul” olarak adlandırılan akımın önde gelen Savingy ve Hugo gibi isimlerinden haberdar olduğunu görüyoruz.

Atatürk’ün Alman düşünce ve felsefe tarihiyle ne kadar yakından ilgilendiğini gösteren bir başka pasajda (“Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar” cilt 5, s. 346) Kant ile ilgili şu sözlerin altının çizildiğini görüyoruz:

“Almanlar, Kant felsefesinde kendi yaratılışlarının ülküleştirildiğini, derin ahlakçılık, derin görev ve disiplin duygusunu dünyayı idare eden ahlâkî emirler, çıkarperestliği hafife alma, insanın yaratılış olarak iyi olduğu hayalini terk ve bununla beraber bir dinî tevazu ve insanı âlem vatandaşı yapan yüksek meziyetleri ve nihayet akıl, hürriyet ve gerçeğin, esaret ve hayal ile çarpışmasını görürler.”

Bu pasajdan hemen önce Kant ile ilgili şu uzun pasaja da dikkat çekiyor Mustafa Kemal (s. 345): “Kant, Descartes ve Russo’dan birçok şeyler almış olmakla beraber 18. yüzyıl rasyonalizminden, Cermen fizyonomisi gösteren önemli hatlarla ayrılır. Nur ve akıl asrı olan 18. yüzyıl filozoflarına göre insan, yaratılışı itibarıyla iyidir. Kant ise Alman protestanlığı ile beraber tam aksine insanın yaratılışı itibarıyla kötü olduğuna inanmaktadır. İnsan, ahlâkî kanunlara yaratılışının gereği olarak zıt hareket eder ve çıkarını görevine tercih eder. Fıtratımızın bu kötülüğü için prensipleri tamamen değiştirmek, âdeta yeniden dünyaya gelmek lâzımdır. İnsan isteyerek kendini ikinci defa yaratmak mecburiyetindedir.” İnsanın kendisini yeniden yaratmasının aracı elbette eğitimdir. Bunu Descartes ve Rousseau da talep eder, bunu Hegel de belirtir.

Atatürk'ün, Kant’a ilişkin bu uzun pasajlarından sonra Hegel ile ilgili de şu cümlenin altını çizdiği dikkatlerimizden kaçmıyor: “Hegel dahi mistisizm aleyhinde düşünceler ileri sürmekle beraber, fikret (Pansé) olarak kabul eder.” Hegel’in sisteminin taşıyıcısı olarak “mutlak ide” kavramına Marx da eleştirel olarak gönderme yapar.

Son olarak Mustafa Kemal’in Herder ile ilgili vurguladığı ve tarih felsefesi bakımından önemli olan bir cümleye dikkat çekmek istiyorum (s. 345): “İnsanlık tarihi, doğal tarihin bir bölümüdür. İnsanı evrene bağlayan bağları kırmaya çalışmak, onu hava haricinde teneffüs ettirmek istemeye benzer.”

İnsanlık tarihini doğal tarihin içine yerleştirmek, tarih felsefesini ontolojik temelleriyle düşünmeye denk gelmektedir. Marx, “Das Kapital”de insanlık tarihini bir doğa tarihi olarak ele almak istediğini belirtir. Wittgenstein, ikinci döneminin başyapıtı olarak görülen “Felsefi Soruşturmalar”da ruh ve bilinç halinin dışavurumu olarak kavradığı dili doğal tarihin bir parçası olarak kurgular ve ele alır.

Bu yaklaşım bize miras olarak bilimlerden ve bilimsel yaklaşımdan başka bir miras bırakmış olmak istemeyen Mustafa Kemal’in yaklaşımıyla tamamıyla uyum halindedir. Onun bedenen aramızdan ayrılışının 84. yılında, kurmuş olduğu Cumhuriyet'i kuruluşunun 100. yılında bu bilimsel temellerde ilerletmek, ülkemizde çağımızın asıl görevidir.