Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Filozofları Anlamakta Neden Zorlanıyoruz?

Filozoflar olarak düşüncelerimizin karmaşık, yazılarımızın anlaşılamaz olduğuna dair şikâyetlerle daima karşılaşırız. Şikâyet dile getirilirken, kolay anlaşılır olmamanın, bazen hiç anlaşılmamanın genellikle filozofun ifade tarzından kaynaklandığı da sıklıkla örtük olarak ima veya açıkça ifade edilir. Öyleyse filozoflar dillerini düzeltmelidir, ifade tarzını basitleştirmelidir. Ondan koşulsuz olarak talep edilen budur. 

Filozofun halk tarafından anlaşılmıyor olmasının tek sorumlusu filozof mudur? Yoksa burada ilk bakışta görmediğimiz bazı tarihsel toplumsal problemler mi saklıdır? Bu soruna yakından bakmak, önemli bir soruna açıklık getirmeye ve filozoflara karşı yaygın olan bir önyargının ortadan kaldırılmasına yardımcı olabilir.

Halk, felsefenin ta kuruluşundan beri filozofun dünyaya yabancı, toplumun yaşamından uzak ve anlaşılmaz olduğunu sanır. Bu suçlamalar farklı şekillerde tüm filozoflara yönelik dile getirilir hep.

Hikâyeye göre, felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Thales’in bir gün yolda giderken çukura düşmesi üzerine yanındaki hizmetçi kız, yukarıdaki yıldızlara bakmaktan önündeki çukuru görmedi, diye yorum yapar. Bununla filozofun içinde bulunduğu dünyaya yabancı yaşadığı ima edilir.

Fakat Thales güneş tutulmasını öngörünce ona bilgelik unvanı verilir. Bir yıl sonra zeytin mahsulünün iyi olacağını öngörüp çevrede bulunan tüm zeytin pompalarını kiralaması üzerine; mahsul zamanı gelince herkes gelip Thales’ten zeytin pompası kiralamak zorunda kalır.

Bu olayı yorumlayan Aristoteles, filozoflar isterse zengin olabilir, demiştir. Demek ki, filozoflar isterse günlük bir uğraş peşinde koşuşturabilir ve bunu herkesten çok daha iyi yapabilir. Fakat filozofların derdi dünyanın temelden kuruluşu ile ve bu çok az insanı ilgilendiriyor.

Diğer taraftan felsefenin başka bir kurucu kişiliği olan Herakleitos’a, plastik anlam dolu cümleleri anlaşılmadığı için kendisine “karanlık” unvanı verilir. Her şeyin kendi karşıtı dolayısıyla olduğunu öğretmeye çalışan Herakleitos’u takip eden Hegel bile aynı suçlamayla karşılaşır.

Ama sadece halk filozofları anlaşılır olmamakla suçlamaz. Filozoflar da halkı kendisinin meseleleriyle yeterince ilgilenmemekle suçlar. Seneca, örneğin, bir müzisyen konser verse, insanlar akın akın gider ve onun konser verdiği salonu doldurur, der. Fakat bir filozof bir konuda düşüncelerini açıklamak üzere konferans vermek isterse, onu dinlemeye çok azı gider, diye hayıflanır. Halk ve filozof arasında bu karşılıklı suçlama bugüne kadar farklı biçimlerde sürer gider.

Filozofu anlamakta zorluk çekmenin birçok nedeni olabilir ve bu yalnızca filozoftan kaynaklanmayabilir. Aynı şekilde filozofun meselesine ilgi duymayan halkın birçok nedeni olabilir ve bu halkın öznel isteğinden kaynaklanmayabilir. Yakından bakalım…

Bir yazı yapay olarak, örneğin retoriğe, yani hitabet sanatına başvurularak, yazının anlamı, bazen de basit anlamı gizlenerek, ağdalı cümlelerin içine saklanarak anlaşılması zorlaştırılabilir. Filozoflar ağır sansür koşullarında yazmak zorunda kalırlarsa, düşüncelerini görünürde çok anlamlı ve asıl görüşlerini saklayarak ifade ederler. Kant da, Hegel de örneğin buna başvuranların arasındadır.

Fakat normal koşullarda basit düşünceyi karmaşık veya hitabetin öne çıktığı cümlelerin içine veya arkasına saklamak filozofların işi olamaz.

Bunu yapan, düşüncelerini yapay olarak uzatılmış cümlelerle ifade ederek, yazıyı gereksiz yere alanın teknik terimlerine boğarak, dil oyunlarına başvurarak etki yaratmaya çalışan ne yazık ki çok felsefeci vardır. Bunların, Heidegger gibi dili iyi kullanan bazıları da oldukça etkilidir. Nietzsche’nin tek etkisi çok anlamlı, fakat güçlü ifade tarzından kaynaklanır. Aynı irrasyonel çizgide düşünüyor olmasına karşın amacı düşüncesini daha çok felsefenin klasik yöntemiyle temellendirmek olan Schopenhauer aynı etkiyi gösteremez, aynı sarhoş edici etkiyi gösteremez.

Benim gözlemime göre, anlaşılmamak, anlamamak, okuduğumuz yazının diline örneğin, bu, anadilimiz dahi olsa, yeterince vakıf olmamamızdan da kaynaklanabilir. Şaşırtıcı bir şekilde söz konusu olan dil özellikle anadilimiz ise. Zira Hegel’in belirttiği gibi anadilimizi bildiğimizi sanırız. Ama bu doğru değildir.

Anadilimizi kendiliğinden öğrendiğimiz ve alışkanlıktan kullandığımız için aslında yeterince bilmeyiz. Ama bildiğimizi sanırız. Bize tanıdık olan şeyler her zaman aynı zamanda bilindik olmayabiliyor. Anadilimizi de iyi bilmek için özel çaba gerekmektedir. Onun da gramerine, yazım kurallarına, sözcüklerin ve kavramların çok anlamlılığına hâkim olmak şarttır. Anadilimizi de, bir yabancı dili öğrenir gibi değil belki, ama bilinçle dünyaya bakmaya başladığımızda sanki yeni bir dil öğreniyormuş gibi öğrenmemiz gerekiyor.

Bir yazıyı anlamak için yazının konusu hakkında minimum bilgiye sahip olmak ve yazının konusunun gerektirdiği bazı temel kavramlara hâkim olmak gerekmektedir. En basit yazı dahi yazılırken bazı şeyler, örneğin konu hakkında minimum bilgi, temel kavramların bilgisi şart koşulur. Başka türlü yazmak mümkün değildir. Gerekli minimum bilgi koşulu sağlanmadan en basit yazı dahi anlaşılmayabilir. Eğer bir yazı buna rağmen anlaşılır gözüküyorsa, o yazının içeriğinden şüphe etmek için yeterli neden var demektir.

Öyleyse, eğer filozof yazı dilini yapay olarak zorlaştırmıyorsa ve okur onun sözlerini veya yazdığı yazısını buna rağmen anlamıyorsa; bu durumda okurun kendisini acilen eğitmesi, konuya ilişkin genel bilgisini zorunlu olarak artırması, yazının konusu bağlamında dilini geliştirmesi muhakkak gerekmektedir.

Alıştığımız günlük bilinç ve düşünme biçimiyle zor ve karmaşık olan dünyayı anlamak ve açıklamak mümkün değildir. Engels’in işaret ettiği gibi, günlük bilinç evimizin dört duvarının dışına çıkınca geçerliliğini ve açıklama gücünü tamamıyla yitirir.

Ama insanların çoğu günlük bilinçten daha fazlasına sahip değildir ve filozof bunu kendisine mesele edinse bile, bu ondan değil, toplumun eğitim durumuna yansıyan sınıfsal yapısından kaynaklanır. Bunu filozof ne tek başına kişisel olarak çözebilir ne de örneğin dilini basitleştirerek ortadan kaldırabilir. Bu daha çok toplumsal yapısal bir meseledir, hatta belirleyici en büyük toplumsal meseledir.

Hegel, günlük bilinç açısından filozof kafası üstünde durur, derken çok haklıdır. Fakat filozofun güzüyle bakınca da günlük bilinç yerde tozun toprağın için bir sürüngen gibi sürünmektedir ve ne yazık ki bunun da farkında değildir.

Diğer taraftan bir çırpıda okuyup anlaşılan bir yazı zaten bize yeni bir şey öğretmiyor demektir. Yeni şeyler okuduğumuz, bizi yeni bilgi ve düşüncelerle karşı karşıya getiren yazılar da kolay anlaşılır olmayabilir.

Mesele aslında, insandan kaynaklanan tüm sorunlar bir tarafa, Marx’ın da dikkat çektiği gibi, dünyanın kuruluşunun zor olmasından, öz ve görünümün aynı olmamasından kaynaklanıyor. Eğer her şey olduğu gibi görünseydi veya göründüğü gibi olsaydı bilime, felsefeye ne gerek kalacaktı! Hepimiz naif ve masum bir şekilde yaşar giderdik. Mesele öyleyse biraz da dünyanın oluş ve oluşum tarzından kaynaklanıyor –ki bu bunca zamandır filozofları bile birbirine düşürüyor.

Her felsefeci filozofça düşünemez. Fakat anlaşılmak için, filozofça düşünceler, üzerine düşünmeyi gerektirir doğası gereği. Düşünmek de, yine ancak filozoftan öğrenebileceğimiz kolay olamayan, uzun yıllar çaba gerektiren, emek harcamayı gerekli kılan, kolayca kendiliğinden sahip olabileceğimiz bir yetenek değildir.

Felsefenin ocağında en az 20 yıl pişmeyen zihin henüz çok ham ve hamurdur. Bu nedenle, hukuki ceza ehliyeti daha önce başlayabilir, ama ahlaki ceza ehliyeti bir insanda felsefenin ocağında yeterince pişmeden bir ömür boyu tam olarak oluşmuyor. Kemale ermek, hele çağımızda, güneşi fethetmeye, mümkün olmayanı başarmaya benziyor.