Wilma Rudolph, 1940’larda ABD’de prematüre bir bebek olarak doğdu. 22 çocuklu bir ailenin 20'nci çocuğuydu! Yaşadığı hastalıklar sonucunda, 6 yaşında bir bacağı işlevini yitirdi. Doktorlar bir daha asla yürüyemeyeceğini söylediler. Annesi onu her hafta doktora taşıdı. Kardeşleri bacağına her gün masaj yaptılar. Wilma 9 yaşına geldiğinde, bacağındaki ateli atmış ve hareket etmeye başlamıştı.
“Bir daha yürüyemez” dedikleri kız, 1960’larda Roma Olimpiyatları’nda koşu dalında altın madalya kazandı. Böyle mucizevi bir sonuca nasıl ulaştığını soranlara, “Doktorlarım bir daha asla yürüyemeyeceğimi söyledi. Annem ise yürüyebileceğimi söyledi. Ben anneme inandım” diyordu Wilma.
Siz kime inanmayı seçerdiniz?
Gelişimin bir sonu olmadığına inanan, sebatla denemeye devam eden, kendine şans tanıyan, etraftaki birçok ses arasından kendini yukarı çeken sesi dinlemeyi seçen Wilma, “gelişim odaklı zihniyet” abidesi. “Bir daha asla yürüyemez” diyen doktorlar ise sabit zihniyete örnek.
Gelişim odaklı zihniyet ve sabit zihniyet ne demek?
“Gelişim odaklı zihniyet” ve “sabit zihniyet” kavramlarını literatüre kazandıran, Stanford Üniversitesi’nden psikolog Carol Dweck. Bu iki kavramı daha iyi anlamak için bebekler üzerinden bir örnekle devam edelim.
Bir bebek hata yapmaktan ya da kendini küçük düşürmekten korkar mı? Yürümeye çalışır, çabalar, düşer, tekrar kalkar ve sonuca ulaşana kadar defalarca denemeye devam eder. Bebeklerin pes etmeden devam etme hali, gelişim odaklı zihniyete iyi bir örnektir.
Ne var ki biraz büyüyünce işin rengi değişmeye başlar. Çocuk, etrafın tepki ve yargılarına dayalı olarak kendini değerlendirmeye başladığında, gelişim odaklı tutumu da değişmeye yüz tutar. Bazıları hata yapınca zeki görünmeme endişesi duyarak, bazıları cezalandırılma ya da eleştirilme korkusuyla yeni şeyler denemekten kaçınmaya başlar. Yeni şeyler denemek hata yapma riskini, hata yapmak da cezalandırılma riskini beraberinde getirdiğinden, konfor alanı içinde dönüp durur.
Hatta çocuk zekâ ve yeteneğin doğuştan olduğuna inandırılmışsa, ne yaparsa yapsın gelişmeyeceğini düşünür. Çevrenin “vermeyince mabut, neylesin Mahmut” inancı sabit zihniyete örnektir ve zamanla çocukta kendini gerçekleştiren kehanete dönüşür.
Öte yandan bir çocuğa kırk kere “zeki” diyerek de gelişimini köreltebilirsiniz. Çaba yerine zekâya övgü, sabit zihniyetle sonuçlanabilir. Prof. Carol Dweck ve ekibi, yüzlerce çocukla yaptıkları 7 farklı araştırmada bu sonuca varmış. Dweck’in araştırmaları, çocukların zekâsına övgüde bulunmanın, motivasyonlarına ve performanslarına zarar verdiğini ortaya koymuş.
Araştırmada çocuklar sınava alınmış. Elde ettikleri iyi sonuçlar için bir kısmı çabası, bir kısmı zekâsı için övülmüş. Sonraki aşamalarda, zekâsı için övülen çocukların kendilerini güvende hissettikleri kolay sorulara yöneldiği, çabası için övgü alanların ise zor olana iştahla sarıldığı, problemleri çözmek için zevk ve heyecanla çaba sarf ettiği tespit edilmiş. Neden?
Sürekli zekâsına övgüde bulunulan çocuklar, bir şeyler zorlaşmaya başladığında, artık kendilerini zeki ya da yetenekli hissetmemeye başlayıp ilgilerini yitiriyorlar. Diğer bir deyişle, sabit zihniyetli bir yaklaşım sergiliyorlar.
Başarısızlık, “başarısız biriyim” kimliğine dönüşebilir
Düşünecek olursak, “zeki çocuk, kolay anlayan ve çabuk öğrenendir, çaba yeteneksiz olanlar içindir” inancı toplumda çok yaygın. Çocuklara küçüklükten itibaren giden mesaj bu.
Bu yanlış yaklaşım, pek çok yüksek potansiyel sahibi öğrenciyi gözden kaçırmaya da neden olabiliyor. Araştırmacı Benjamin Bloom’un 120 üstün yetenekli yetişkin piyanist, heykeltıraş, yüzücü, tenisçi, matematikçi ve nörologla yaptığı boylamsal bir araştırma var. Bu gruptaki bireylerin çoğu, eğitimleri ciddi anlamda başlayana kadar çocukluk döneminde açık seçik bir yetenek sergilememiş, hatta gelecekte dünya çapında başarıya ulaşacakları ergenlik döneminin başlarında bile çok net değilmiş. Bu bireylerin kendilerini adayarak çalışma, bol hata yapıp öğrenme ve etraflarındaki destek ağı sayesinde tepeye yükseldikleri görülüyor.
Oysa sabit zihniyet, hataları ya da çaba göstermeyi yeteneksizlikle eşdeğer kılıyor.
Dahası, sabit zihniyette olan öğrenciler için başaramamak, bir durum olmaktan çıkıp “ben başarısız biriyim” kimliğine dönüşüyor. Başarısız olunca her şeyi kaybettiği duygusuna kapılıyor. “Sürekli iyi olmalıyım” psikolojisine giriyor. Başarı ve başarısızlığı aşırı kişiselleştiriyor. Sonuç iyi olmadığında, stres, korku, öfke gibi duygular yaşıyor. Bu da özgüvenini ve başarısını daha kırılgan hale getiriyor. Asıl gelişenler, sonuçtan bağımsız olarak yaptıkları şeye değer veren ve hatalarından öğrenerek bunu tutkuyla yapmaya devam eden, yani gelişim odaklı olanlar.
Bazı çocuk da “Ben nasılsa zekiyim” psikolojisiyle çalışmayı tamamen bırakabiliyor. Çalışmayınca da zaman içinde başarılarında gözle görülür bir azalma yaşanıyor. “Zeki ama çalışmıyor” dediğiniz çocuklar, belki de zeki dediğiniz için çalışmıyor!
Gelişim odaklı bir zihniyeti hangi cümlelerle besleyebiliriz?
Çalışmayı, sebatı, pratiği, iyi stratejileri istediğiniz kadar övebilirsiniz. "Ödevin çok uzun ve yoğundu. Konsantre olup tamamlamana hayran kaldım", "Resminde ne kadar güzel renkler var, bana biraz anlatsana", "Piyanoyu çalışın bana keyif veriyor. Sen çalarken neler hissediyorsun?" gibi sonuç yerine süreç odaklı cümle kalıpları, gelişim odaklılığı destekliyor.
Hatalar varsa, “Çaba göstermiş olman çok güzel, gel hangi kısmı anlamadığına birlikte bakalım”, “Herkesin öğrenme süreci farklıdır, senin bu konuyu anlayıp çözümlemen daha uzun sürebilir, ancak bu şekilde çalışmaya devam edersen yapabileceğine hiç kuşkum yok” gibi cümlelerle destek verebilirsiniz.
Çocuk bir soruyu çözdüğünde ya da başarı sağladığında “Ne kadar zekisin” ya da “Çok akıllısın” gibi cümleler yerine, “Belli ki bu matematik problemini çözmek için çok çalışmışsın” demek daha olumlu sonuçlar doğurabiliyor. Bu durum beyin araştırmalarıyla da destekleniyor. Çocuk hemen ödüllendirilmediğinde, beyinde yer alan ödül merkezleri, “Çalışmaya devam et, ufukta ödül (mutluluk hormonu olarak da bilinden dopamin) var!’’ mesajı veriyor.
Elbette sürecin önemli oluşu “sonuç önemli değil” anlamına gelmiyor. Rekabet, sağlıklı bir denge içinde olursa iyidir. Hiç yarışmayan çocuk da ileride kaçınılmaz engellerle karşı karşıya geldiğinde yeterince metanet gösteremeyebilir. Anne baba düzenli olarak çabanın sonuçtan önemli olduğu mesajını vermeli, çocuğun da sürecin önemini içselleştirmesini sağlamalıdır. Öte yandan kazandığında sevinmek ve kutlamak da çok güzel ve doğal bir tepkidir. Önemli olan zafer sarhoşluğunu çok uzun tutmadan çalışmaya devam etmektir.
Özetle yapılacak en iyi şey, çocuğa zorlukları savmayı değil sevmeyi öğretmek, hatalardan heyecan duymalarını sağlamak, çabadan zevk almaya teşvik etmektir. Böylece bir gün kendisine “Bir daha yürüyemezsin”, “Bunu asla başaramazsın” gibi çaresizliğe sürükleyen sözler söylenirse, zekâ, yetenek ya da kapasiteden yoksun olduklarına inanıp pes etmek yerine, bilinçli bir çaba ve farklı stratejilerle yola devam etmeyi seçebilir.
Joeby Ragpa
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyAlexander Samokhin
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyChris Root
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
Reply