Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

MİLYONLARA “SÜRTÜKLER” DİYEREK “BABA” OLMADI-1

O, milyonlara “Sürtükler” diyerek BABA olmadı.

Ülkesinin ormanları cayır cayır yanarken, “Alın keyif çayı için” diyerek halka çay paketleri de fırlatmadı.

Güniz Sokak’taki iki katlı evinde oturdu.

Cumhurbaşkanıyken Atatürk’ün Çankaya Köşkünde yaşadı…

Görevi bitince de, demokrasi mücadelesinin simgesi olan Güniz Sokağa geri döndü.

Peki, 60 yıllık siyasi hayatında hiç hata yapmadı mı? derseniz...

Tabii ki yaptı!!!

Bence en büyük hatası intikam duygusu oldu.

Tarihe kara leke olarak geçen, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamlardan 10 yıl sonra, “Üçe üç” dedi ve “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamına onay verdi…

Böylece, Cumhuriyet tarihine ikinci kara leke sürülmüş oldu.

Demirel, askeri darbelerle birkaç kez Başbakanlık koltuğunu kaybetti.

Ancak ne olursa olsun, demokrasi mücadelesinden vazgeçmedi.

TSK’nın siyasete karışmasına karşıydı.

Yine de Atatürk’ün kurduğu orduya düşman olmadı.

Onu sevmeyenler her zaman hatalarını anlatırlar.

Ancak adını tarihe nasıl “Baba” diye yazdırdığını anlamak gerekir.

Kimden mi söz ediyorum?

Tabii ki Türkiye Cumhuriyeti’nin 60 yıllık siyasi hayatına damga vuran Süleyman Demirel’den!

Ben onu, 1980’den sonra tanıdım…

Rakiplerine karşı acımasız olsa da Atatürk Cumhuriyeti’ne yürekten inanırdı.

Devlet anlayışını, her zaman iç siyasi mücadelenin üstünde tutardı.

1965’ten sonra izlediği dış politikayı da inceledim.

Atatürk Cumhuriyeti ilkelerini korumaya çalıştığı kanısındayım.

Aslında, Demirel’in hayatı Türkiye’nin acılı siyasi hayatının da aynası gibidir.

Demirel’le yıllar içinde birçok söyleşi yaptım.

Yazılmamak kaydıyla yaptığım uzun sohbetlerde, devletin perde arkasını anlattı bana...

"Demirel, geçmişteki hatalarından ders almış mıydı?" diye sorarsanız;

Bence almıştı.

Cumhurbaşkanlığı ve sonrasındaki açıklamaları hatalarından ders aldığını gösteriyordu.

Cumhuriyetin 100. yılına girerken, Demirel’in hayatının, genç kuşaklara ders niteliği taşıdığı kanısındayım.

Birkaç yazıyla demokrasi kavgasını, Türkiye’nin hayati sorunlarına bakışını anlatmaya çalışacağım.

TÜRKİYE’NİN ACILI DEMOKRASİSİ…

3 Kasım 2003’teki Ankara’ya dönelim.

Demirel’in sekseninci yaş günüydü.

Dostlarından, sevenlerinden çiçek sepetleri yağmıştı Güniz Sokağa.

Üç katlı villanın giriş katındaki geniş salona girdim.

“Halktan 20 metre uzaktayım” dediği, yüzbinlerce seveniyle buluştuğu çalışma odasıydı burası.

Girişteki duvarda, İlkokul diplomasının yanında, İslamköy fotoğrafı asılıydı…

Hiç unutmadığı köyünün fotoğrafı!

Camekanlı büfenin içinde Adnan Menderes’in siyah beyaz fotoğrafı vardı.

Bir başka köşede, demokrasi mücadelesinin simgesi olan “Kır at” heykeli duruyordu.

Demirel her sabahki gibi 9’da çalışma odasına inmişti. Beni bekliyordu.

Yine çok şıktı.

Oturduğu kanepenin yanındaki sehpada siyasi yasaklı olduğu yıllarda, “Ben Süleyman Demirel” diye cevap verdiği telefonu vardı.

Ve masasında da o sırada okuduğu birkaç kitap duruyordu.

Demirel dünyayı da yakından izlerdi.

Atatürk’ün çağdaş dünyayla bütünleşme ve Avrupa’nın da parçası olma hedefine önem verirdi.

Son günlerde, Ege’ye yeniden savaş bulutları çöktüğü için Demirel’in öncelikle Yunanistan politikasını aktarmak istiyorum.

EYY EYYY DİYE BAĞIRMADAN!

Hürriyet’in temsilcisi olarak Atina’ya gitmek üzereydim.

31 Mayıs 1995’te Yunanistan, Ege’de karasularını 6 milden 12 mile çıkartacağını açıkladı.

Ege’nin üstüne savaş bulutları çökmüştü… Türk ordusu teyakkuzdaydı.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ne mi yaptı?

Öncelikle, halkının arkasında olduğunu dünyaya ilan etmesi gerekiyordu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi acil toplantıya çağrıldı.

8 Haziran 1995’te, TBMM’de oybirliğiyle karar alındı.

Yunanistan karasularını 12 mile çıkartmaya kalkarsa, Türkiye’nin bunu savaş nedeni (casus belli) sayacağı dünyaya ilan edildi.

Böylece, Türkiye’nin Ege’deki haklarını koruma görevi TSK’ya verildi.

Yine de Cumhurbaşkanı Demirel, “Eyy Yunanistan” diye hiç bağırmadı.

Önce Yunanistan’a “dostluk ve barış” elini uzattı.

Hem de Atina’ya gitmek üzere olduğum için, aracılığımla gönderdiği mesajla!

Ne mi dedi Demirel?

“Yunanistan karasularını, 'hakkımdır' diye, 12 mile çıkartırsa ne mi olur? Çanakkale Boğazı’ndan Rodos’a çıkana kadar Ege Denizi’nin önemli bir parçası Yunan karasuları olur. Buradan Türkiye geçemez.

Türkiye, Ege Denizi’nin Yunan karasuları haline gelmesine rıza göstermez.

Milletleri ve devletleri köşeye sıkıştırmak fevkalade olumsuz şeydir.

Yunanistan’la barış içinde yaşamak istiyoruz.”

Ve ben, 9 Temmuz 1995’te Hürriyet’te manşetten yayınladığımız mesajla Atina’ya ayak bastım.

Aradan 27 yıl geçti… Köprülerin altında çok sular aktı…

Erdoğan’ın hataları yüzünden, Yunanistan, ABD ve AB’yi arkasına aldı. Türkiye’yi Akdeniz ve Ege’de köşeye sıkıştırmayı da başardı.

Ancak yine de, Yunan derin devleti çok iyi bilir ki; Demirel’in 27 yıl önce Ege’de uyguladığı politika, bugün de geçerlidir.

Demirel’in tarihe adını “Baba” diye yazdırmasının nedenlerinden biri budur.

Diğer nedenleri anlatmaya devam edeceğim.