Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Eğitimin Temel Sorusu: Nasıl İnsan İstiyoruz?

Her şeyden önce belirtmem gerekir ki, eğitim-öğretim; veli, öğretmen, öğrenci, ortam (okul, olanakları ve çevresi), müfredat, ders materyalleri gibi pek çok değişken üzerine kurulu karmaşık bir yapıdır. Bu değişkenlerin tümü aslında, ‘nasıl bir insan istiyoruz’ sorusu merkezinde örgütlenirler. Yetiştirilmek istenen insanda bulunulması arzu edilen özellikler, eski deyişle eğitimin hedeflerini, yeni deyişle kazanımlarını ifade ederler. Bu hedeflere ya da kazanımlara kabaca bakıldığında, birtakım ‘bilgi’, ‘beceri’ ve ‘değerler’le örülü olduğu görülür. Bu bilgi, beceri ve değerler, mantıksal bakımdan eğitim-öğretimin içeriğini belirler; içerikler, eğitim-öğretim ortamındaki stratejileri, yöntem ve teknikleri koşullar, bunlar da ölçme ve değerlendirme sürecinin nasıl olması gerektiğine yönelik ipuçları verir. Sözü edilen değişkenler ile öğrenme-öğretme sürecinde bir olumsuzluk ortaya çıkınca, hedeflenen bilgi, beceri ve değerleri kazandırmak güçleşmektedir. Ayrıca tüm değişkenlerin ve sürecin mantıksal bir tutarlılığının da bulunması gerekir; aksi takdirde, çelişkilerden kurtulmak olanaklı olmaz ve hedefe ulaşılamaz.

Tüm bu değişkenler ve süreçler açısından bakıldığında, Türk eğitim sisteminde gözlemlenen en büyük sorun, ‘nasıl insan istiyoruz’ sorusu etrafında dönmektedir; çünkü eğitim-öğretim sürecindeki diğer her şey mantıksal açıdan onu izlemek zorundadır. Açık bir biçimde söylemek gerekirse, Milli Eğitim sistemimiz, Tanzimat’tan beri, ‘nasıl insan istiyoruz’ sorusuna uzlaşımsal bir yanıt verememiş durumdadır. Bu yüzden, Türk eğitim tarihi, ‘nasıl bir insan istiyoruz’ sorusu ile ‘bu insanda bulunması istenen özellikler ve bu özelliklerin hangi öğretim içerikleri ile kazandırılacağı’ konusunda ideolojik tartışmalarla doludur ve bu tartışmalar hala devam etmektedir. Bunların en önemlisi, hiç kuşkusuz, son üç yüz yıldır tartıştığımız ve bir türlü aşamadığımız ‘dinî eğitim-laik eğitim ikilemi’dir. Bu tartışma yaşamsaldır; çünkü her iki eğitim anlayışının varlık, bilgi ve değer alanına bakışı, inşa etmeyi amaçladığı insan tipi ile amaca ulaştırıcı eğitim içerikleri kökten farklılaşmaktadır. İlki, özcü ve durağan bir yaklaşımı temel alırken, ikincisi, değişimi, evrimi temele alan ve tikelleri önceleyen, tikellerle etkileşim içerisinde genellemelerini öğrencilerin kendilerinin oluşturmasını talep eden nominalist bir yaklaşıma dayanır.

Tartışmayı, daha sağlıklı bir zemine dayandırmak için, ‘din öğretimi’ ile ‘dinî/dinsel eğitimi’ birbirinden ayırmak gerekir; dinî ya da dinsel eğitim, eğitimi, tümüyle dinî temellere dayandırmaya, varlık, bilgi ve değere dinsel/tanrısal paradigmadan, deyiş yerindeyse, teo-epistemolojik (tanrısal bilgibilim), teo-ontolojik (tanrısal varlıkbilim) ve teo-aksiyolojik (tanrısal eylembilim) temelde bakan insanlar yetiştirmeye çalışırken; din öğretimi, din ve dinler hakkında insanları yansız bir biçimde bilgilendirmeyi, dinler hakkında nesnel bilgiler vermeyi temel alır. Bu haliyle, varlık, bilgi ve değerlere antropo-epistemolojik (insani bilgibilim), antropo-ontolojik (insani varlıkbilim) ve antropo-aksiyolojik (insansal eylembilim) temellerle yaklaşan laik eğitim, dinler ve mezhepler hakkında nesnel bilgiler veren din öğretiminin değil, eğitimi dinsel temellere dayandıran dinî eğitim anlayışının almaşığıdır.

Burada, Türk eğitim yazınında ve kültüründe, dinî eğitim-laik eğitim ikileminde yürütülen tartışmaların alt tartışmalar da barındırdığını anımsatmak gerekir; çünkü dinî eğitim-laik eğitim ikileminde öbeklenenlerin bu eğitimlerden beklentileri arasında da güçlü ayrışmalarla karşılaşılır. Çünkü dinî eğitimi savunsa da, birisi sünnî, diğeri alevî ya da şiî bir başkası modernist dinsel yaklaşımı; laik olmasına karşın birisi toplumcu-sosyalist, diğeri bireyci-liberal eğitimi, bir başkası Kemalist bir eğitimi vb. savunabilir. Bu açıkçası, Türkiye’de eğitim sorunlarını tartışmaya çalışan herkesi içine çeken derin bir girdabı anımsatır. Bu girdap nedeniyle, her iktidar değişimi, eğitimi onarıyorum diyerek daha da bozmakta, deyiş yerindeyse, eğitim aracılığıyla öğrenciler sürekli eğilip bükülmektedir.

Peki, bu girdaptan kurtulmak imkânsız mıdır?

Elbette mümkündür; bunun için eğitim-öğretimi sürecini 'bilimsel', 'çağdaş' ve 'hümanist' bir felsefi zemine dayandırmak gerekmektedir. Ancak böylesi bir eğitim, eğip-bükmeden eğitebilir. Kanımca eğitim-öğretim sürecindeki bilgiler bakımından zemin bilim; beceriler açısından işlevsel ve çağdaş; değerler alanında ise, hümanist-evrensel değerler esas olmalıdır. Bu konuda toplumsal bir uzlaşıya ulaşmak çok zor olmasa gerekir.

Bilime yönelik, farklı ideolojik yaklaşımların nispeten değişik algıları olsa da, hemen hiç kimsenin çağcıl bilimin eğitim müfredatının ana bileşeni olmasına karşı çıkmayacağı ortadadır. Fakat eğitim-öğretim sadece, üretilmiş bilimsel bilgiyi kazandırmayı değil, aynı zamanda bilgi üreten bireyler de yetiştirmeyi hedeflemek zorundadır. Çünkü bilgi üretilen bir şeydir. Bu ise öğrencilere bilimsel süreç becerilerini kazandırmakla olasıdır. Eğitimin bilimsel yanı, bu bakımdan, doğayı, insanı ve toplumu keşfetme, teknik alanda icatlar yapma ve yeni bilgiler üretme becerilerini öncelemelidir. Bu bakımdan eğitim-öğretim, var olan bilimsel bilgileri özümsetmenin yanında, bilgi üretim yöntemlerini de önceler; bununla da kalmaz, bilginin uygulama alanına taşınmasına ön ayak olur. Ancak böylesi bir eğitimle bilgi tüketiciliğinden, bilgi üreticiliğine geçilebilir.

Beceriler söz konusu olduğunda, öğrencilere öncelikle içinde yaşadıkları toplumun, ardından küresel toplumsal yapının geçmişi, şimdisi ve geleceği düşünülerek hareket etme becerisi kazandırılmalıdır. Bir eğitim sisteminin temelinde, ulusal ve küresel yurttaşlık, çoklu dil becerisi, inovasyon ve yaratıcılık, sorun ve işbirliğine dayalı öğrenme, yaşam boyu ve öğrenen odaklı öğrenme, içinde bulunulan teknolojik ortama uyum, yüksek teknoloji kullanma ve geliştirme olanağı, bireysel ve toplumsal gereksinimler ve öncelikler olmazsa olmazdır. Bu beceriler konusunda da, yaşamın dayattığı zorluklar farklı ideolojilere mensup insanların belli ölçüde uzlaşımına olanak verebilir.
En sorunlu alan, hiç kuşkusuz değerler alanıdır. Biliyoruz ki, değerler kişiliğin en temel yapı taşıdır ve ideolojik farklılıkların en çok belirdiği alandır. Burada dinsel, mezhepsel, cinsel, ailesel, yöresel, ulusal, evrensel vb. değerler arasında farklar olduğu gibi, farklı ideolojik yaklaşımlar da söz konusudur. Bu alan bilgi ve beceri alanı gibi nesnel değildir. Ancak burada da, hümanist-evrensel değerler öncelenebilir. Çünkü hümanist-evrensel değerler, insan, doğa ve toplumsal yaşam alanında, hak ve özgürlükler bakımından, insanlığın ortak kültürel mirasını, ortak birikimini temsil ederler. Sevgi, adalet, hoşgörü, merhamet, çalışkanlık, doğruluk, hakkaniyet, duyarlılık, insanı ve doğayı sevme ve koruma vb. değerler herkesin kazanımıdır, bir ölçüde toplumlar üstüdür. Bu değerleri, belli bir kültüre, belli bir dinsel inanca, belli bir ideolojiye dayandırmadığımız sürece, bu konuda da bir uzlaşı kültürü yaratılabilir. Burada önemli olan, değerlerin içeriksel açıdan sosyo-kültürel yapıya bağlı olarak dinamik olduğunu kavramak, değerlerin uzlaşımsal olarak üretilen bir şey olduğunu öne çıkartmaktır.

Böylece, bilimsel düşünen, çağın gerektirdiği üst düzey becerileri kazanmış, hümanist-evrensel değerler dizgesi olan ve bunlara refleksif ve eleştirel bakan bir insan modeli karşımıza çıkmaktadır. Bu insan modeli, dili ve tarihiyle belli bir kültüre ait olsa da, bilimsel bilgisi, becerileri, insana, topluma ve doğaya bakışıyla evrensel niteliklere sahip olacaktır. Ancak böylesi bir insan modeliyle evrensel uygarlığa kalıcı katkılar sunabilir ve geleceğimize daha umutla bakabiliriz.