Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

DİLİMİZDE FELSEFE

Hasan AYDIN

Felsefe dilimizde, hem esnek hem de yer yer yanlış kullanımları olan bir sözcüktür. “Felsefe yapma” denildiği gibi, “Felsefe yaparsan dinden çıkarsın”, “Benim hayat felsefem şudur”, “Felsefe kafa karıştırır” vb. deyişlerle sık sık karşılaşılır. “Felsefe sorun çözmez, sadece kafa karıştırır” deyişi de bunlardan birisidir. Aslında dilde var olan, kültürde var olanın bir tür dışa vurumudur. Bizim kültürümüzde, kanımca felsefeye ilişkin üç temel yaklaşım vardır:

Birincisi felsefeyi çok yüceltir; “Felsefe çalışıyorum” dediğinizde sizi yere göğe sığdıramaz; büyük, zor ve yüce bir iş yaptığınızı düşünür.

İkincisi, felsefeyi aşağılar, dinsizliğin aracı olarak görür, felsefeyi küfürle iç içe sokar. Sanırım bu tutumun temelinde İslam filozoflarını dinsizlikle suçlayan Gazzâlîci geleneğin büyük rolü vardır.

Üçüncüsü ise, bilim varken felsefeyi boş ve yararsız bir uğraş olarak görür.

Kanımca bu yaklaşımların hiçbirisi felsefeyi doğru yansıtmamaktadır. Felsefe üst düzey bir düşünce biçimidir ve bilim, din, sanat vb. etkinliklerin ele almadığı daha çok "Nedir?"li soruları ele alır, kavramsaldır, temel inançlarımızı sorgular, düşünce berraklığına ulaştırmayı hedefler.

Felsefenin ele aldığı sorular üst düzey sorular olduğu ve yaklaşımı olabildiğince kavramsal ve çözümsel olduğu için, ilk bakışta zor görünebilir. Ancak dıştan bakılınca matematik de zor görünür, içine girince anlaşılır ve pek çok sorun çözülür. Felsefe de böyledir; içine girilince görülür ki ileri sürülen kimi sorunları çözer, kimilerini ise çözemez. Matematik de her matematik problemini çözemeyebilir. Bunda garipsenecek bir şey yoktur ama çözmeye çalışır. Felsefenin sorun çözemediğini söyleyenler ile her şeyin çözümünü felsefeden bekleyenler, felsefe etkinliğinin içine girmeyenler, felsefe yapmaya yönelmeyenlerdir.

Tarihsel veriler gösteriyor ki bir toplumda felsefe kültürü gelişkinse bilim de gelişiyor, gözlemler bunu gösteriyor. Yine felsefe algısı yüksek olan toplumlarda, insan hakları, demokrasi ve özgürlükler vb. gelişiyor. Felsefeyle yoğrulmuş din, geniş ve hoşgörülü bir perspektife yöneliyor. Eğer felsefe sorun çözmeyip salt sorun yaratıyorsa, bu gözlemleri nasıl açıklayabiliriz?

Felsefe, elbette büyülü bir değnek değildir; her sorunun çözümünü ondan beklememek gerekir, öte yandan "Sorun çözmez, sorun yaratır ve kafa karıştırır" deyip onu bir kenara da itmemek gerekir. "Felsefe kafa karıştırır" diyenlerin kafalarını düzenlemek için herkesten daha çok felsefeye, felsefe yapmaya gereksinimleri olduğu açıktır.

Tekrar etmek pahasına söylemek gerekirse, tarihsel veriler, felsefi düşünce ile kültürlerin "sürekli aydınlanması" arasında, köklü bir ilişkinin olduğunu göstermektedir. Bir kültürde, felsefi düşünce bir biçimde kök salabiliyorsa, o kültürde belli bir aydınlanma süreci yaşanmakta, felsefi düşünce krize girdiğinde ya da kötürümleştiğinde, bir bütün olarak kültür dinamizmini yitirmekte, durağanlaşmakta ve bir süre sonra da kendini yeniden üretemez hale gelmektedir. Bağnazlıklar, hoşgörüsüzlükler artmaktadır. Bunun örneklerini, Helenistik dönemde, Hıristiyan Orta Çağı'nda ve Doğu İslam dünyasında 13. yüzyıllardan sonra yaşanan süreçte gözlemlemek olasıdır.

Bu neden böyledir?

Kuşkusuz sorunun yanıtı, üretim ilişkilerine ve toplumsal yapıya değin uzanan karmaşık çözümlemeleri gerektirmekle birlikte, ilk bakışta şunları söylemek olasıdır:

Felsefi düşüncede öne çıkan sorun odaklı eleştirel ve kuşkucu yaklaşım, "hakikati buldum" diyen dogmatik düşünceleri saf dışı etmekte, farklı düşüncelerin, karşıt savların serbestçe tartışılabileceği demokratik bir ortamın oluşumuna katkı sağlamakta, refleksif düşünme biçimiyle ortaya konan karşıt söylemlerin köklü bir analizini yapmayı olanaklı kılmakta, kavramsal çözümlemeler ve mantıksal uslamlamalar yoluyla var olan düşüncelerin kritik edilmesine olanak sağlamakta, daha da önemlisi, bilgi ve değer üretiminin önündeki engelleri kaldırmaktadır.

Aristoteles’in de işaret ettiği gibi felsefe, özde başlangıçta algılanan bir güçlükten (aporia), çatışan argümanlardan dolayı deneyimlenen bir sorundan doğup büyüyen bir merak duygusuyla başlamaktadır. İşte sürekli aydınlanmaya aralanan kapı, philo-aporia (sorun-sevgisi), philo-thauma (merak-sevgisi) olarak da nitelendirebileceğimiz felsefenin, çatışan tezlerin, soğukkanlılık ve büyük bir sabırla, akılsal, eleştirel çözümlenişinden geçmektedir. Bu süreç, doğası gereği eleştirel düşünen, sorgulayan, analiz eden, körü körüne inanmayan, olup bitene olduğu gibi itaat etmeyen, değişim ve dönüşümü talep eden ve sürekli aydınlanma peşinde ilerleyen, bilgisizliğinin farkında olan meraklı bireylerin yaşam bulmasını olanaklı kılmaktadır. Bu anlamda, bir kültürde felsefi düşünce kök saldığında, doğal bir biçimde o kültürde bilim, estetik, etik, siyaset, edebiyat vb. etkinlikler çok boyutlu bir perspektifle yaşam bulmakta ve ciddi diyalektik gelişmeler göstermektedir.

İşte sırf bu yüzden, felsefe yapmak, insanları felsefe yapmaya teşvik etmek ve felsefe yapanları el üstünde tutmak gerekmektedir.