Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789

Bilişim Toplumunda Dinin Geleceği

İnsanlığın geçmişten günümüze, üretim ilişkileri bağlamında üç büyük devrim yaşadığı görülür. İlki, yaklaşık on bin yıl önceye giden, avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik hayata ve tarımsal üretime geçişle eş zamanlı olan tarım devrimi; ikincisi, 18. ve 19. yüzyıllarda bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ürünü olan sanayi devrimi ya da endüstri devrimi, üçüncüsü de yirminci yüzyılın ikinci yarsından sonra bilişim teknolojilerindeki ve yapay zekâdaki atılımlarla ortaya çıkan bilişim devrimidir. 

İlk yerleşik uygarlıkların yetkin örnekleri olan çok-tanrılı Sümer ve Mısır kültürlerine ve mitsel anlayışlarına çok şey borçlu oldukları anlaşılan tek-tanrılı dinlerin (Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam) dinsel/kutsal metinlerine bakıldığında, özde sınıflı toplumdan, tarım toplumundan köklü izler taşıdıkları, bu toplumun ürünü olan varlık, bilgi ve değer anlayışına dayandıkları görülür. Bu yüzden, çok-tanrılı dinlerle mücadele ederek ve onları yok ederek egemen olan tek-tanrılı dinlerin tarım devriminin ürünü olduğunu söylemek olasıdır. 

Sanayi devrimi, tarım toplumundan köklü bir kopuşu içerir. Bu kopuş varlık, bilgi ve değerlere bakışı kökten değiştirmiştir. Buna rağmen, teologlar eliyle tek-tanrılı dinler, sanayi devriminin oluşturduğu tüm toplumsal değişimlere de uyarlanmaya çalışılmıştır. Bu süreç, ilk kez Hıristiyan kültüründe başlamış, Hıristiyanlık teologlar eliyle bu sürece adapte edilirken pek çok işlevini yitirmiştir. Hıristiyanlık laik bir dünya görüşü içerisinde kendisine bireyin vicdanında bir yer bulabilmiştir. Aynı süreç İslam ve Yahudi kültürünü de etkisi altına almıştır ve sanayi devriminin oluşturduğu modern toplumsal yapı ve değerlerle İslam ve Yahudilik arasındaki çatışma henüz sonuçlanmamıştır. Tek-tanrılı dinlerin sanayi toplumuna uyarlanması sürecinde, teologların dinsel metinleri, alegori, simge ve sembole dönüştürerek sürekli yorum faaliyetine tabi tuttukları görülür. Adeta yorum, dini yeni toplumsal koşullara ve değişen değerlere uyarlamanın bir yolu olarak kullanılmıştır. 

İşte tek-tanrılı dinler sanayi devriminin ürünü olan moderniteyle uyumlulaştırılırken ve bu süreç bazı toplumlarda henüz tamamlanmamışken, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilişim teknolojisi ve yapay zekâdaki gelişmelerle birlikte bilişim devrimi gerçekleşmiştir. Bu süreç, sanal ağlarla, sanal ekonomilerle, sanal üretimlerle, sınır tanımayan sanal örgütlenmelerle yeni toplumsal yapılara gebedir. Hatta bu sürecin, tarım toplumunun kulu/tebaasının yerini alan modern özneyi de dönüştürdüğü, onu dijital özne ya da ağdaş özne haline getirdiği ya da özne oluşa ağdaşlık unsurunu eklediği görülmektedir. 

Bu süreç, bilgi ve değerlerin üretimini ve yayılımını da köklü bir biçimde dönüştürmektedir. Yersel düzlemde, ulusal sınırlar hâlâ etkin olsa da sanal dünyada sınırlar neredeyse tümüyle ortadan kalkmıştır. Bilgiler, değerler, kültürler, alışkanlıklar, yaşam tarzları, eskisinden daha radikal bir biçimde birbirinden etkilenmeye başlamıştır. Ortaçağın kapalı toplumlarından sonra sanayi devriminin başlattığı toplumsal etkileşimler, sanal ağlarla daha da hızlanmış, hergünküleşmiş ve anlık hale gelmiştir. Yine bilişim teknolojileri, kitle iletişim araçları, herkesin tepkisini anında gösterebileceği, uluslararası düzeyde örgütlenebileceği, bilgisini ve görüşünü anında paylaşabileceği olanaklar yaratmıştır. Hatta denilebilir ki tüm farklılıklar, tüm anlayışlar, tüm farklı uygulamalar kendini ifade etme olanağına kavuşmuştur. 

İşte bazı düşünürler, yaşanan bu süreçleri göz önüne alarak tek-tanrılı dinlerin ve hatta genel anlamda dinlerin geleceği sorusunu tartışmaya açmışlardır. Tartışılan soru şudur: Tek-tanrılı dinler bilişim teknolojileriyle başlayan bu sürece ayak uydurabilecekler, bu süreçten varlıklarını koruyarak çıkabilecekler midir? Hatta bazı düşünürler bu süreçte yapay zekâ eksenli yeni dinlerin doğup doğmayacağını bile tartışmakta, feminist, ekolojik, mistik vb. hareketlerden beslenen manevi olanı önceleyen peygambersiz ve kitapsız new age dinlere gönderme yapmaktadırlar. 

Bilişim devrimi sonrası tek-tanrılı dinlerin geleceği sorusu güç bir sorudur; bu yüzden olsa gerek düşünürlerin de farklı perspektife dayanan çeşitli yanıtlar verdikleri görülür. Ben onların düşüncelerinden çok kendi çözümlememi ortaya koymak istiyorum. Öncelikle belirtmem gerekir ki, insana/kültüre dair şeylerde geleceği kestirmek, öngörmek çoğu kez güçtür; bu insanın dünyasının, kültür dünyasının çoklu değişkenliğinden kaynaklanmaktadır. Yani insana/kültüre ait şeyleri doğaya ait şeylerde olduğu gibi öngöremeyiz. Gerçi doğal dünyadaki evrimsel süreç de kolay kestirilebilir değildir. Orada da hesap edilemeyen değişkenler devreye girebilir. Bu yüzden insana ve kültüre dair konuşurken ihtiyatlı olmak gerekmektedir. Ancak bu durum, hiçbir öndeyide bulunulamaz anlamına gelmemektedir. Tarihsel süreç, geleceği öngörmek için elbette kullanılabilir, ondan yola çıkılarak geleceğe yönelik kimi kestirimlerde bulunulabilir. 

Tarih bize, insanlığın ve kültürlerin gelişim sürecinde çok-tanrılı dinlerin yok olduğunu, onların yerini alan tek-tanrılı dinlerin ise koşullar değiştikçe algılanışının, yorumlanışının ve işlevlerinin sürekli değiştiğini göstermektedir. Söz gelimi ortaçağda tek-tanrılı dinler, bilim, sanat, ekonomi, felsefe, eğitim, hukuk vb. tüm toplumsal kurumlarda etkin iken, sanayi devrimi sonrası doğan laiklik-modern toplumsal örgütlenme dinin pek çok işlevini sınırlamıştır. Değişime direnen İslam ve Yahudilik gibi dinlerde bile, sanayi devrimi aslında pek çok şeyi değiştirmiştir. Bu açıdan tarihsel bir perspektifle, aynı şeyi gelecekte de beklemek makuldür. Yani tek-tanrılı dinler yorumlama/te’vil faaliyetiyle ve bazı işlevlerini de yitirerek bilişim devriminin yarattığı yeni koşullarda varlıklarını sürdürebilirler. Bu açıkça beklenebilecek bir durumdur. Tam bu bağlamda sosyolojik bir olguyu anımsatmak gerekir: İnsan dünyasında bir şeyin var olması ve varlığını yeniden ve yeniden üretebilmesi işlevselliğine bağlıdır. İnsan dünyasında bir şey hâlâ belli işlevler yerine getiriyorsa, kültür dünyasında kendisini yeniden ve yeniden üreterek varoluşunu sürdürür. O şeyin işlevleri tümüyle ortadan kalkarsa, varlık koşulunu yitirir ve varlığını yeniden üretemez hale gelir. Tek-tanrılı dinler tarihsel gelişim içerisinde sürekli işlev yitirdiklerine göre, akla işlevlerini tümüyle yitirip yitirmeyecekleri sorusu gelmektedir. Bu soru, kanımca dinin bilişim toplumundaki geleceği bakımından ciddiye alınması gereken bir sorudur. Bu soruya yanıt verebilmek için, tek-tanrılı dinlerin insan dünyasındaki değişen işlevlerine daha derinden bakmak gerekmektedir. Bütünselci bir kavrayışla, tek-tanrılı dinlerin geçmişten günümüze üç büyük işlevinden söz edilebilir. Bunlar, toplumsal, entelektüel ve psikolojik işlevlerdir. 


Dinin toplumsal işlevi ve geleceği

Tek-tanrılı dinlerin, ortaçağ tarım toplumlarına nazaran, sanayi devrimiyle birlikte toplumsal kurumlardaki işlevleri nispeten azalsa da hâlâ görünür oldukları bir gerçektir. Söz gelimi, modern toplumda siyaset büyük ölçüde laikleşse de -meşruiyet ortaçağlardaki gibi Tanrı’dan değil, halktan alınmaktadır- dinsel duyarlılığı olan, dinsel söylemlerle halkı manipüle etmeye çalışan siyasi partiler hâlâ bulunmaktadır. Modernleşmesini tamamlayamamış toplumlarda bu daha da yaygındır. Bunun altında yatan ana saik, tek-tanrılı dinlerin dünya görüşü oluşturma, toplumsal birlik yaratma, ötekinden ayırma, organizasyon, aidiyet gibi bazı hususlarda hâlâ kısmen işlev görüyor olmasıdır. Tabii bu olguda, bu dinlerin uysallaştırma, itaat ettirme, kabullendirme gibi işlevlerine de atıf yapmak gerekir. Siyasiler tek-tanrılı dinlerin bu işlevlerinden bir türlü vazgeçememektedirler. Siyasilerin bunlardan vazgeçememelerinde, gelir eşitsizliği ve adaletsizliği sorununu bir türlü çözemeyişlerinin de köklü bir etkisi vardır. Sorun çözülmeyince doğal olarak din, sorunu kapamada/örtmede bir araç olarak, bazen de Marks’ın ifade ettiği gibi, halkın acılarını dindiren bir afyon olarak kullanılabilmektedir. 

Yine modern toplumda, toplumsal dayanışma etkinliklerinde (bayramlar, sosyal yardımlaşma organizasyonları), bazı törenlerde (cenaze, nikah, anma törenleri vb.) din hâlâ görünürdür. Bunların yerine, seküler ulusal bayramlar, sivil toplum örgütlerinin dayanışma ve yardımlaşma etkinlikleri, insanları bir araya getiren seküler festivaller, seküler evlilik törenleri, seküler ölü defin gelenekleri vb. oluşturulmaya çalışılsa da onlar dinsel olanın alternatifi olamamış, tam tersine bir ikilik yaratmışlardır. Söz gelimi pek çok ülkede seküler nikah törenlerine dinsel nikah törenlerinin eşlik ettiği görülmektedir. Seküler cenaze törenleri olsa da ölü yakınları arasında inanan kişiler olduğunda aynı zamanda dinsel törenler de icra edilmektedir. Buna rağmen, söz konusu alanlarda seküler faaliyetler yaygınlaşabilir, seküler gelenekler kökleşebilir. Ancak bilişim toplumunda, toplumsallık devam edeceğinden, dinin bu alanlarda etkisini zaman içerisinde yitirse de bir süre daha görünür olmasını beklemek olasıdır. Kanımca bunlardan en dirençli olanı ölü defin törenleri olacaktır; ölüm söz konusu olduğunda insanın ölümsüzlük isteği her daim dinsele gönderme yapacaktır.

Dinin, değerler alanındaki toplumsal işlevlerinin, yani değerlerin kaynağı olarak dini ve Tanrı’yı gören anlayışın, esnemeler olsa da kısmen devam ettiği görülmektedir. Gerçi dinsel, hukuki değerler (şeriat, kilise hukuku) tümüyle tarihin tozlu sayfalarında kalmıştır; ancak aynı şeyi ahlaki değerler için söylemek zordur. Dinlerin ortaya koyduğu hukuki-ahlaki değerler, dinlerin doğduğu sosyo-kültürel yapıyla doğrudan ilişkili olsalar da, teologlar onlardan kavramsal düzeyde adalet, eşitlik, dayanışma, sevgi, umut, saygı vb. gibi değerler türetmişler ve onları Tanrı ile ilişkilendirilmişlerdir. Bu anlamıyla, tek tanrılı dinlerde söz konusu değerleri Tanrı’yla özdeşleştiren, Tanrı’yı en yüksek iyi ve ideal olarak sunan bir damar bulunmaktadır. Bu yüzden olsa gerek, ütopik değerler anlayışında hâlâ tanrısal iyi, etkin olabilmektedir. Sanki Tanrı, sürekli gelişen toplumsal yapıda ufuk değerlerin yansıması olarak sunulmak istenmektedir. Değerler söz konusu olduğunda, açıkçası dinle Tanrı arasında bir ayrım da yapmak gerekmektedir. Dinler, teologların yorum faaliyetiyle sürekli güncellenseler de Tevrat, İncil ve Kuran gibi metinlerde hâlâ kadın-erkek eşitsizliği, kölelik, cariyelik, ganimet, kısas, sopa atma vb. uygulamalar ve yargılar yer almaktadır. 

Gerçi bunları da teville değiştirmeye çalışan yaklaşımlar yok değildir. Ancak yine de bu türden yargılar, Tanrı’nın ideali, en yüksek iyiyi, adaleti vb. temsil ettiği düşüncesiyle hiç de uyumlu değildir. Kimi kesimlerde Tanrı hâlâ umudu ve en yüksek iyiyi temsil etmeye devam etmesine karşın, kutsal metinlerle yüzleşenler, bundan kuşku duymaktadırlar. Bilişim devrimi bilgiye kolay ulaşımı sağladığı için sorgulamayı ve kuşkuyu da tetiklemiş gibi görünüyor. Kuşkuya rağmen, eğitim aracılığıyla adaletsizlikler, eşitsizlikler vb. karşısında Tanrı hâlâ bir sığınak olarak sunulmaya devam etmektedir. Bu açıdan, gelecekteki insanlar, kutsal metinlerin tarihselliğinden kurtulsalar da en yüksek iyiyi Tanrı’da aramayı sürdürebilirler, onu ideal olarak görebilirler. Tabii bu, açıkçası tek-tanrılı dinlerin insanbiçimci, insanlar arasında ayrımlar yapan eşitsizlikçi Tanrı tasarımlarının da gittikçe değişimini gerektirecektir. Belki de dinini yitirmiş Tanrı modellerinin yayılmasına yol açacaktır. 

Öte yandan, tek-tanrılı dinlerin, toplumları dinler ve mezhepler şeklinde bölmeleri, ortak insanlık idealine ket vurmaktadır. Dinler-üstü seküler, insani/hümanist bağlar güçlendikçe evrensel insanlık idealine yönelik arayışlar beklenebilir. Bu sürece, bilginin kitle iletişim araçları, yapay zekâ aracılığıyla yayılımı, din ve din eleştirisinin artışı gibi konular katkı sağlayabilir. Din eleştirisi konusu dinlerin geleceği bakımından oldukça yaşamsaldır. Zira modern dönem, dinin hakikat iddiasını büyük ölçüde yok etse de din ve vicdan hürriyeti altında dinlerin eleştirisini büyük ölçüde engellemiştir ve engellemeye devam etmektedir. Din propagandası mümkün olduğu halde, dinsizliğin ve dinlerin eleştirisinin yayılması olanaksız kılınmıştır. Din eğitimde yer almasına rağmen, din eleştirileri eğitimde yer bulamamıştır. Ancak bilişim teknolojilerindeki gelişmeler, kitlelere ulaşma olanaklarının artışı vb. artık din eleştirmenlerinin ve ateistlerin düşüncelerinin de görünür olmasına olanak sağlamıştır. Bu açıkçası yeni bir durumdur. 


Dinin entelektüel işlevi ve geleceği

Dinin entelektüel işlevi, ortaçağa nazaran modern dönemde, bilimsel ve felsefi gelişmeler sonucu epeyce zayıflamıştır. Hatta bunu gören bazı pozitivist düşünürler dinin, bilimsel ve felsefi gelişmeler karşısında yok olacağını bile düşünmüşlerdir. Bilimsel ve felsefi teorilerin yaygınlaşması, deizm, agnostisizm, ateizm gibi farklı dini-felsefi tasarımların yayılmasına katkı sağlasa da tek-tanrılı dinleri tümüyle ortadan kaldırmamıştır. Bilimsel ve felsefi teorilerin halk düzeyine inmesi ve yaygınlaşması, ağdalı ve teknik dillerinden dolayı çoğu kez güçtür. Ancak yine de şunu söylemek gerekir: Artık insanların büyük çoğunluğu, dünyaya ve evrene ilişkin sorularımızın yanıtını dinde değil, bilimde aramaktadırlar. Bu yüzden kültürlü teologlar, dinle bilim arasında bağ kurmaya yönelen arayışlara girmişlerdir. Aklı başında teologlar bile, Tanrı’nın evreni altı günde yarattığı, yedinci gün tahtına oturduğuna ya da dinlendiğine, insanı iki eliyle yarattığına inanmamakta, evrene ilişkin dindeki antropomorfist söylemleri mecazi anlatımlar olarak görmektedir. 

Bilimsel gelişmeler sayesinde insana, topluma, doğaya ve evrene ilişkin, sosyal, fiziksel, biyolojik, kimyasal vb. bilimsel teorilerimiz bulunmaktadır ve bu teoriler, geçmişte dinin gördüğü entelektüel işlevi üstlenmişlerdir. Ancak dünya görüşü-ideoloji oluşturmada, varlığın kökeni ve sonu gibi entelektüel sorunlarda dinsel söylemler hala kendine bir şekilde yer bulabilmektedir. Bunda bilimin henüz yanıtlayamadığı soruların güçlü bir rolü vardır. Bu yüzden, bilinmezlikten beslenen Tanrı inancına sık sık rastlanılmaktadır. Her bilgi yeni bir bilinemeze açıldığından, bilinmezlikten beslenen Tanrı sürekli kendine yer bulabilmektedir. Ayrıca bazı bilimsel teorilerde gündeme gelen, şans, rastlantı ve belirsizlik gibi faktörler, yine kör doğadan bilincin nasıl ortaya çıktığına ilişkin sorunlar, antropomorfist düşünmeden vazgeçemeyen kesimleri tasarımcı bir Tanrı arayışına yöneltebilmektedir. 

Öte yandan insan sadece bilmek isteyen bir varlık değil, aynı zamanda anlam arayan bir varlıktır. Bilim, doğanın işleyişi konusunda sınanabilir yanıtlar sunsa da, anlam sorunlarına yanıt vermediği için, bu alandaki boşluk din ve dinsel düşünce tarafından doldurulmak istenmektedir; dinden tatmin olmayanlar ise bu alanda felsefeye ve sanata yönelmektedirler. Bilimdeki boşluklar, insanın antropomorfist kavrayıştan kurtulamaması, nedensellik dilinin ağdalı yapısındaki kavrayış güçlükleri, tekillikleri Tanrı gibi bir tümelde birleştirme isteği, en yüksek iyi arayışı, düzen ve anlam bulma isteği, tek-tanrılı dinlere olduğu kadar felsefe ve sanata da esin olmayı sürdürmektedir; bilişim çağında da bu devam edecek gibi görünmektedir. İnsanın sonu gelmez anlam arayışı, nedensellikle erekselliğin sık sık birbirine karıştırmasına yol açmıştır; hâlâ da yol açmaya devam etmektedir. 


Dinin psikolojik işlevi ve geleceği

Dinin belki de geçmişten günümüze en az değişime uğrayan işlevi, psikolojik kökenli olanlardır. Din; umut, korku, yalnızlık, yetersizlik, sığınak arama, suçluluk, pişmanlık, arınma isteği, evrenin uçsuz bucaksızlığı karşında duyulan şaşkınlık ve hayret vb. dinsel ve mistik inançlara kökenlik etmiştir ve hâlâ da etmektedir. İnsanın hayret duygusunu bilim ve felsefe bir parça giderse, yetersizliklerinin bir kısmını telafi etse de bilginin korkuları tümüyle sağaltmadığı, hastalık ve ölüm korkusu ve kaygısını tümüyle yenemediği ortadadır. İnsanın ölüm karşısındaki çaresizliği, ölümü, ölümsüzlük isteği ve arzuyla aşma çabası, köklü bir çabadır ve dinlerin ve tanrı inancının en temel tutamağıdır. 

Modern psikoterapiler, korkularımızla yüzleşmemiz konusunda olanaklar sunmaktadırlar, gelişen tıp ortalama ömrü artırmaktadır, ancak insanın ölüme yazgılılığını değiştirmemektedir. Bu açıdan bilim, teknoloji, felsefi öğretiler vb. ne denli gelişirse gelişsin, kimi insanlar, yetersizlik, hayret, ölümlülük, çaresizlik, yalnızlık vb. karşısında, bir sığınak ve teselli arayışını sürdürebilirler. Tabii bu bağlamda insanların yalın gerçekliği kabul edip etmeme durumlarındaki değişimlerin de belirleyiciliğine atıf yapmak gerekebilir. 

Tüm bu çözümlemelerden yola çıkarak sonuç olarak şunları söylemek olasıdır: Tek-tanrılı dinler, tarihsel süremde, toplumsal değişime koşut olarak toplumsal, entelektüel ve psikolojik işlevlerinden kimilerini yitirseler de teologların sürekli yorumu aracılığıyla değişerek, dönüşerek varlıklarını korumayı başarmışlardır. Bilişim teknolojilerindeki ve yapay zekâdaki hızlı gelişmeler, bilginin yaygınlaşması, bilimsel ve felsefi teorilerdeki atılımlar vb. tek-tanrılı dinlerin etkisini elbette sınırlamaya devam edecektir, hatta onları değiştirip dönüştürecektir. Belki gelişmeler, felsefi-bilimsel aydınlanma süreci; dinsel dogmalardaki yanılsamaları görenlerin, ateist, agnostik, deist vb. insanların sayısını artıracaktır. Bunda bilişim teknolojilerinin yarattığı hızlı bilgi yayılmasının ve farklı kültürlerle ve düşüncelerle etkileşimin de etkileri olabilir. Buna ek olarak dinin tesellisini sürekli tetikleyen üretim ilişkilerinden kaynaklı eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin gelecekte nasıl bir hal alacağının da tek-tanrılı dinlerin kaderinde büyük rolleri olacaktır. Deyiş yerindeyse, bataklığı kurutmadan sivrisineklerden kurtulmayı beklemek mümkün değildir. Eşitlikçi ve adil bir toplumsal dünya yaratılabilirse, dinin toplumsal-siyasal etkisinin daha da azalacağı beklenebilir. Ancak toplumsal ve entelektüel işlevleri tümüyle ortadan kalksa, dinsizlerin sayısı artsa bile, tüm insanların dinin ve Tanrı inancının sunduğu psikolojik teselliden vazgeçebileceğini ummak, dinin kendisi kadar büyük bir yanılsama olsa gerekir. Kısacası dinin, tüm işlevlerini gerçekleştirmeden, bir başka deyişle tüketmeden tümüyle ortadan kalkmasını beklemek boşunadır.