Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Epíkouros’un neşesi Spinoza’nın sevinci

Spinoza’nın sevinci, yaşam sevincidir. Dünyanın apaçık bilgisinden kazanılan apaçık zihin dolayısıyla kazanılır. Bu dünya durumu iyi veya kötü, neşeli veya kederli olabilir. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun; söz konusu bilgi nesnesine dair apaçık bilgi insana her zaman sevinç verir. Zihin, aydınlığı sever. Önünü gören, yönünü bilen insan kendisini mutlu sayar. Diğerinin söylediği sözlerin bizi nereye yönlendirdiğini açıkça bilmezsek ona olan güven duygumuz zayıflar, şüpheyle bakarız. 


Epíkouros’un dostluk bahçesi

Felsefede sevinç kavramı üzerine düşünmek istersek, aklımıza hemen güler yüzlü Dēmókritos gelir. Her durumda gülmeyi beceren ve herkese sevinç aşılamayı bilen bir şahsiyettir. Gülmesinde sevincini ifade ettiği gibi iğneleyici alay edişini de dile getirmekten geri durmaz. Epíkouros, dostlar bahçesinde sevinç felsefesini onun geliştirdiği atomcu materyalist felsefeye dayandırmayı tercih etmiştir. Her büyük filozof gibi, bunu elbette eleştirel olarak yapar ve yaparken de Aristoteles’in "yaşam haz vermelidir" deyişini ve onun haz ve sevince verdiği önemi bilerek yapar.

Fakat Epíkouros bilgiyi, hipotez ve iddialarını daha güvenilir bilimsel temellere oturtmayı tercih eder. Epíkouros bunun daha çok Dēmókritos’un materyalist felsefesi ile mümkün olduğundan hareket etmektedir. Dēmókritos onun açısından tüm antik felsefenin üzerinde ve etrafından yeniden örüleceği çekim merkezidir. Zira materyalist felsefe her şeyi mekân dolayımına ve zaman bağlamına yerleştirir. Anatole Frank, Epikürün Bahçesi adlı denemesinde, güzelliğin mekân ve zaman ile ilişkisiz düşünülemeyeceğini belirtir. Mekân ve zaman bağlamı olmayan bir şey, mümkün olmayan şeydir. 

Epíkouros’un felsefi ve doğa bilimine dayalı bilgisi son derece dikkat çekicidir. Dünyayı açıklarken olgulara ve kanıtlara dayanır. Güçlü gerçekçi, her zaman öz eleştirel olan bir akıl yürütmeye dayalı olarak olayları ve olguları açıklarken, kendi döneminde yaygın olandan farklı olarak “doğaüstü nedenlere” ve mitlere başvurmaz. Bugün onun bu sıkı akıl yürütme ile kazandığı birçok hipotezin modern bilimler tarafından teyit edildiğinden ve kuantum mekanik çerçevesinde yapılan birçok tartışmayı öngördüğünden hareket edilmektedir.

Heinrich Schmidt, Türkçede hâlihazırda 1946 yılında yayınlanan "Epikür’ün 'Yaşam Sevinci' Felsefesi" adlı kitabında Epíkouros’un “en büyük ehemmiyeti tabiat bilimine” verdiğini belirtir. Onun bilgi kuramını doğa bilgisine dayandırması, onun ahlak felsefesini temellendirmek olan temel amacına hiçbir şekilde aykırı değildir. Epíkouros’un çok daha genel amacı, mutlu ve haz dolu bir yaşamı temellendirmektir. Bu ise öncelikle doğa bilgisi ile mümkün olabilmektedir. Doğa bilgisi ve elbette buna dayanan insan bilgisi, insanın acıdan kaçınan ve haz dolu yaşamak isteyen bir varlık olduğunu gösterecektir.

Bundan da anlaşılacağı gibi Epíkouros’un felsefesinin merkezinde mutlu ve haz dolu yaşamın nasıl mümkün olduğu sorusu vardır. Fakat bu onun erdemi reddettiği anlamına gelmemektedir. Aksine, örneğin Romalı Stoacı filozof Seneca’nın vurguladığı gibi, Epíkouros’a göre erdem kendi başına bir amaç değildir. Mutlu yaşam haz dolayısıyla mümkün olabilmektedir ve bu da erdem aracılığı ile mümkün olabilmektedir.

Epíkouros, Türkçede 1962 yılında Hayrullah Örs’ün çevirisi ile yayınlanan "Mektuplar ve Maksimler"inde mutlu yaşamı dürüstlük ve insaf ile de ilişkilendirerek açıklar. Buna göre akıllı, dürüst ve insaflı olmadan mutlu yaşanamaz. Aynı şekilde mutluluk da akıllı ve insaflı olmanın koşuludur. İnsafsız olan hiçbir yerde, hiçbir zaman, hiçbir işte huzur bulamaz. Dostlar bahçesinde haz da neşe de akıllılığın ve insaflılığın mümkün kıldığı erdemli durumdan doğar.


Spinoza’nın özgürlüğe tutkulu zihni

Spinoza, sevinci antropolojik ve epistemolojik olarak temellendirir. Kaynakları bakımından alacak olursak onun sevincini fizyolojik bakımdan tartışmak bile mümkündür. Spinoza’ya göre sevinç duygusu, zihinde ancak apaçıklık dolayısıyla belirebilir. Apaçıklık, birer ruh hali olan neşe ve sevinç duygusunun oluşması için Epíkouros’un da en çok önemsediği koşullardandır. Epíkouros’a göre, koyduğumuz amaç ve görüşlerimizi dayandırdığımız “apaçıklıkları” hep göz önünde bulundurmak zorundayız, çünkü aksi durumda “karışıklık ve şaşkınlık alıp yürür.” Spinoza’nın çıkış noktası bu epistemolojik bakış açısıdır. Zihinde apaçıklık dünya ile ilişkide anlam verebildiğimiz ve anlam kazanabildiğimiz oranda oluşabilmektedir. 

İnsanın anlam arayışı, onun ölümlülüğünün bilincine varmasıyla başlıyor. Canlılığının bilincinde olsa da ölümlülük bilinci geliştiremeyen diğer hayvanlar anlam arayışı içinde değildirler. Jean-Jacques Rousseau, insanın tahayyül gücünü geliştirmesine orantılı olarak ölümlü olduğunu öngörmeye başladığını belirtiyor. Bu öngörü, onda yaşamın biricikliği ve ne kadar kıymetli olduğu konusunda bir kanı oluşturmaktadır. Bu kanı insanın dünyayı bilerek elde etmek istediği anlam arayışının ve yarattığı her şeyle dünyaya anlam kazandırma çabasının kaynağıdır. 

Spinoza Ethica adlı eserinin 3. bölümünde, duygular söz konusu olduğunda doğaya ve insana yabancı filozofların yanında; bu konuda, yani aslında “dürüst bir yaşam sürme konusunda” bilgece öğütlerde bulunmuş filozoflar da vardır. Fakat hiç kimse tam olarak duyguların doğasını açıklamaya girişmemiştir. Spinoza’nın bununla bize tam olarak ne demek istediğini göstermek için, onun sevin duygusunun kaynağını ve niteliğini nasıl açıkladığına bakalım. 

Spinoza insan zihninin etkin (agit) ve edilgin (patitur) durumu arasında ayrım yapar –ki bu doğrudan bedenin tutumuna da yansır. İnsanların zihinlerindeki ideleri, eş deyişle fikirleri, düşünceleri ve kavramları apaçık ise zihin etkindir. Fakat eğer bunlar “bölük pörçük” (mutilatae) ve dolayısıyla “bulanık” (confusae) ise zihnin etkin olması mümkün değildir. Bu durumda zihin zorunlu olarak edilgin olur. Zihnin etkinliği ve edilginliği insanın koşulları ve kendisi üzerinde hâkimiyeti ile ilgilidir. Etkin bir zihne sahip olan insan egemen ve özgürdür. Edilgin insan ise koşullarını aktif bir şekilde belirlemek yerine tek yanlı olarak koşulları tarafından belirlenir.

Zihin, John Locke’un da belirttiği gibi her zaman kendisinin tüm hareketlerini ve hallerini bilir, Hegelci bir deyişle zihin her zaman özbilinçlidir. İnsanın zihni ilkesel olarak hem apaçık fikirlerden hem de bulanık olan fikirlerden oluşur. Fakat her durumda varlığını sürdürmeye çabalar. Zihin maruz kaldığı etkileşimleri bir etkinlik ve dolayısıyla yetkinlik durumuna dönüştürebildiği oranda ruhta sevinç hali oluşur. Yetkinlik durumunun azalması ve yok olma tehlikesi keder duygusunun oluşmasına neden olur. Fakat kederli ruh hali zihni harekete geçirir ve bu durumdan kurtulup yeniden etkin ve yetkin olmanın çabası içine girer. Zira Spinoza’nın Thomas Hobbes’tan devraldığı fikre göre, insan bir nevi özgürlüğe mahkûmdur.


Auschwitz’te ölüm ve kalım arasında neşe ve sevinç

Auschwitz denilen cehennemden canlı kurtulan ünlü yazar Primo Levi, kurtuluş gününü betimlerken, insanlığın içinde bulunduğu durumun insanı ne hale getirebileceğini anlatır. Levi, kurtarıldıklarına dair haberi yorumlarken, önce içimde hiçbir hareket hissetmediğini belirtir. Auschwitz’te hüküm süren koşullar insanı her bakımdan duygusuzlaştırmıştır. Aylardan beri, diyor yazar, ne acı ne sevinç ne de korku hisseder olmuştum. Ve eğer eski hissetme kapasitesine sahip olsaydım insanlık düşmanı faşizmden bu kurtuluş anında “çok heyecanlanırdım”. Zihin özgürleştiğinin bilincinde, fakat beden buna uygun duyguyu geliştirme gücü tamamıyla bastırılmış durumdadır. Bu durum, insanın haz duygusunu yitirdiği, dünyaya anlam veremediği gibi dünyadan anlam kazanamadığı durumdur da. İşte, Spinoza bu durumda zihnin geliştirdiği sevinme isteğine “irade” (voluntas) diyor. 

Auschwitz anılarını anlatan başka bir yazar Salmen Lewenthal, adı Auschwitz olan ölüm kampında ayaklanmayı örgütleyenlerdendir. Ayaklanırlarsa hepsi öldürüleceklerini biliyorlar. Fakat hep beraber, Levi’nin anlattığı duruma bir son vermek için karar vermiş olmanın sevinci içindedirler. İnsanlar ayaklanırlarsa kesinlikle öleceklerini bilmelerine rağmen “tüm bunlara bilinçli ve zorlanmadan bir son verebilme anını yaşama beklentisinden dolayı sevinçten birbirlerini öpüyorlardı.” 

Bu durumda özgürleşme çabası aynı zamanda hem zihinden hem de bedenden kaynaklanıyor ve Spinoza bunu “iştah” (appetitus) olarak tanımlıyor. Dolayısıyla “iştah insanın özünden başka bir şey değildir”. Bu bakımdan Spinoza’ya göre insanın var olması özgürce var olması ile eş anlama gelmektedir.

Bugün özgürce var olmayı, insanın kendisini sevinç ve neşeden pamuk gibi yumuşacık ve hafif hissettiği dostluk bahçesini dünya dediğimiz insanlık çapında düşünüp gerçekleştirmek gerekmektedir. Epíkouros’un, Atina’ya yerleşmezden önce Anadolu’da Teos, Kolophon ve Lempsakos gibi antik kentlerde de yaşayarak geliştirdiği öğretinin, Spinoza’dan sonra bugün aldığı anlam artık budur.