Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil yargılanacak
Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil yargılanacak
İbrahim Tatlıses, yürüyebilmek için tedaviye başladı
İbrahim Tatlıses, yürüyebilmek için tedaviye başladı
Ali Atay'ın sözleri sosyal medyayı ikiye böldü
Ali Atay'ın sözleri sosyal medyayı ikiye böldü
123456789
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil yargılanacak
Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil yargılanacak
İbrahim Tatlıses, yürüyebilmek için tedaviye başladı
İbrahim Tatlıses, yürüyebilmek için tedaviye başladı
Ali Atay'ın sözleri sosyal medyayı ikiye böldü
Ali Atay'ın sözleri sosyal medyayı ikiye böldü
123456789

MİDYECİ LEON VE GERÇEK İLE FANTAZİ ARASINDA BİR "NATO HİKAYESİ"

Küresel salgın başladığında “Cehennemin kapıları açıldı, bundan sonra hiç bir şey eskisi olmayacak” diyen de vardı, “Dünya, salgınla beraber silkelenip kendine gelecek” diyerek ütopik gelecek hayalleri kuran da...

Ancak, ütopyayı yaşamak şöyle dursun, daha ne olduğunu anlamadan kendimizi bir distopyanın içinde buluverdik!

Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, küresel sistemin zaten kırılgan olan fay hatlarını öyle bir sarstı ki; kısa bir süre öncesine kadar, gelecek on, on beş yıla ilişkin siyasi, sosyal ve ekonomik öngörülerin ve askeri, stratejik projeksiyonların hepsi bir anda sıfırla çarpıldı!

Bugün için “Bizi nasıl bir dünya bekliyor, görünür gelecekte?” sorusunun yanıtını henüz kimse veremiyor.

Cehennemin kapıları mı açıldı?

Şimdilik bilmiyoruz ancak, NATO'nun Madrid'de başlayan zirvesinin sonuçlarının, önümüzdeki dönem açısından kritik önemi haiz olacağını söylemek mümkün.

Bir anlamda, Batı'nın çıkarları çerçevesinde küresel sistemin yeni parametreleri belirlenecek!

Türkiye açısından daha doğrusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için bu zirvenin önemi, kendisiyle yakın ilişki kurmaya yanaşmayan Amerikan Başkanı Joe Biden ile görüşme fırsatı yaratacak olmasıydı.

Biden, “Önce İsveç ve Finlandiya'nın üyeliğine itirazını kaldır, sonra görüşürüz” mealinde mesaj verince Erdoğan'ın rahat bir nefes aldığını söylemek mümkün.

Yapılan dörtlü zirveden Erdoğan'ın içeride elini güçlendirecek uzlaşma çıktı, Türkiye çekincelerini kaldırdı ve mutabakat imzalandı.

Biden'dan kutlama mesajı gecikmedi.

Yaptığı paylaşımda, “Üçlü muhtıra imzaladıkları için Finlandiya, İsveç ve Türkiye'yi tebrik ediyorum. Bu, NATO'nun Finlandiya ve İsveç'e davetinde çok kritik bir adımdır ve ittifakımızı güçlendirip, kolektif güvenliğimizi arttıracaktır. Zirveye başlamak için çok güzel bir yol” ifadelerine yer verdi.

Erdoğan muradına erdi ve Biden ile görüştü!

Zirvenin sonuçlarının ve Türkiye'nin ne kazanıp ne kaybettiğini başka bir yazının konusu yapacağımızı söyleyelim ve bugün, bu köşeye gerçek ile fantezi arasında bir NATO hikayesini taşıyalım.

2003 yılı hepimiz için önemli bir yıldı.

İki yıl öncesinde 11 Eylül saldırıları olmuş, NATO ilk kez, kolektif savunmayı öngören 5. maddesini işletmiş, Amerika önce Afganistan'ı sonra Irak'ı işgal etmişti.

Türkiye'de Batı rüzgarları ile yelkenlerini dolduran siyasal İslam iktidara gelmiş; her ne kadar birbiri ile çelişiyor gibi görünse de küreselciliğin desteklediği yerelleşme ve kimlik siyaseti ulus devletleri sarsmaya başlamıştı.

Yeni bir dönemin eşiğinde duruyorduk.

İşte dünyayı ve Türkiye'yi çalkalayan bu gündem içinde Amerikalıların organize ettiği bir NATO turu için 2003 yılının eylül ayında Brüksel'e gittim.

NATO açısından sıkıntılı bir dönemdi.

Bir yıl sonra toplanacak zirve öncesinde ele alınması planlanan konu başlıkları, Avrupa-Atlantik bölgesinin ötesinde Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrasya coğrafyasını da yakından ilgilendiriyordu.

NATO'daki Amerikan misyonunun hazırladığı program çerçevesinde sabahtan akşama kadar brifinglere katılıyor, ittifakın bundan sonra hem bölgesel hem küresel düzeyde üstleneceği role ilişkin değerlendirmeleri dinliyorduk.

Enerji jeopolitiği de ele alınıyordu. Bu nedenle, Amerikalılar, programa Azerbaycan'dan üniversite hocalarını davet etmişlerdi. İki Ermeni gazeteci de vardı.

Brifingleri, ağırlıklı olarak siyasi analistler, askeri stratejisiler, diplomatlar ve üst düzey askerler veriyordu.

Çoğu Amerikalıydı.

Bize anlatılanlar o kadar ayrıntılıydı ki, sadece savunma örgütü olarak bildiğimiz NATO'nun nasıl olup da böylesine büyük, kapsamlı siyasi, sosyal ve enerji güvenliği bağlamında ekonomik planlamalar yaptığına şaşırıp kalmıştım.

Soğuk Savaş döneminden bildiğimiz sadece Batı'nın Doğu Blok'una karşı savunma şemsiyesi olmasının dışında ittifaka üye ülkelerde sol/sosyalist grupları etkisizleştirmek için yasa dışı olarak kontrgerilla grupları kurması, faaliyetlerini planlaması ve yönetmiş olmasıydı.

Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra, bu yasa dışı operasyonların bittiğini düşünüyorduk.

Artık Soğuk Savaş döneminde olmadığımıza göre, neredeyse kuzey yarım kürenin tamamını kapsayan bu siyasi, sosyal, ekonomik analizler, planlamalar, angajmanlar neyin nesiydi ?

Birkaç kez bu görüşümü de aktaracak şekilde soru sormaya yeltendim, tepkiyle karışık aldığım yanıtlar, merakımı daha da arttırdı.

Çünkü, görünenin ötesinde bir şeyler olduğu ortadaydı.

Daha ilk günden dikkatlerini çekmiş olmalıydım. Sonraki günlerde, brifinglere katılan uzmanların benim soru işaretlerimi gidermeye yönelik bir takım çabalarına tanık olmuştum.

Amerikalılarla fazlasıyla yakın olduğunu gözlemlediğim, gazetecilik tabiriyle “maden” olarak nitelendirilebilecek kadar konuşkan bir Polonyalı subay dikkatimi çekmişti. Görevi, programa katılan konuklara sadece mihmandarlık yapmaktı ama bize anlatılan konularla yakın olduğunu saklamıyordu.

Kahve aralarında dikkat çeken yorumlar yapıyordu. Dolayısıyla benim gazetecilik radarıma yakalanmıştı. Laf arasında, Amerika'da birçok kursa ve eğitim programına katıldığını söylemişti.

Ama ayrıntılı konuşacak fırsat yoktu.

Şans eseri benim için o fırsat, programın bittiği günün akşamı Midyeci Leon'da ortaya çıktı.

Bizim Polonyalı subay, bir arkadaşıyla Brüksel usulü midye yemek için gelmişti.

Kısa bir merhabadan sonra direk konuya girdim.

- Üç gün boyunca biz bunları niye dinledik?

Güldü...

- Gel, bir şeyler içelim

Çıktık, Grand Platz'a yakın bir yerde oturduk. Belli ki anlatmak istediği bir şeyler vardı. Uzun uzun Polonya üzerine konuştu. Sosyalist sistemin nasıl yıkıldığını, Batı'nın ve özellikle de NATO'nun rolünü anlattı.

Sonra dedi ki;

- Bunları zaten biliyorsun. Gizli saklı değil. Ama bilmediğin, gelecek yıldan sonra işler eskisi gibi olmayacak.

- Neden?

- Gelecek yıl NATO zirvesi İstanbul'da yapılacak. Neden İstanbul?

- Bilmiyorum ama Türkiye, NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip önemli bir ülke...

- Sadece bu olabilir mi?

- Başka?

Sonra konuşmaya başladı.

İttifakın bundan sonra Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'e odaklanacağını, Türkiye'nin Avrupa ile Asya arasında köprü görevi üstlendiği için İstanbul'un özellikle seçildiğini, NATO'nun Afganistan üzerinden Orta Asya'yı, Doğu Akdeniz üzerinden Kuzey Afrika'yı etkisini altına almak istediğini, bu bölgede artık yeni iktidarlara ihtiyaç olduğunu, kısa süre sonra, Ortadoğu'da halk ayaklanmaları çıkabileceğini, bölgede demokrasilerin din ve mezhep üzerine kurulacağını, güney-kuzey, doğu-batı eksenindeki göç hareketlerinin demografik mühendisliğin konusu olacağını anlattı. Enerji ve gıda güvenliği üzerinde durdu.

Rusya'nın bu konuda önemli olduğunu dile getirdi. Ukrayna'nın da Batı ile Rusya arasında kalacağını söyledi ve dedi ki:

- Rusya, Ukrayna'yı Batı'ya bırakmaz. Gerekirse yok eder ama vermez!

Her cümlesi beni şaşırtıyordu. Aslında terörle mücadele, ortak savunma basit bir gerekçeydi. Batı, NATO üzerinden oldukça büyük bir coğrafyada daha fazla etkinlik sağlamak istiyordu.

Polonyalı subayın anlattıklarından anladığım buydu.

Türkiye'ye döndüğümde açıkçası bu sözler, eski Doğu blokundan bir subayın fantezi dünyası gibi gelmişti ama yine de hassasiyetle tuttuğum kara kaplı defterime not ettim.

Yıllar geçtikçe gördüm ki NATO Afganistan'a yerleşti, teknik yardım gerekçesiyle Irak'a gitti. Doğu Akdeniz'de çok daha fazla bayrak sallamaya başladı. 2010 yılında Arap Baharı ortaya çıktı, NATO uçakları Libya lideri Kaddafi'nin devrilmesinde önemli bir rol üstlendi. Ortadoğu'da ve Kuzey Afrika'daki ülkeler halk hareketleri ile sarsılmaya başladı. Göç hareketleri inanılmaz boyutlara ulaştı.

Son olarak Rusya, Ukrayna'yı işgal etti.

Madrid'de yapılacak zirve öncesinde bir şeyler yazabilir miyim diye kara kaplı defterime baktığımda bütün bu yaşananları, 2003 yılının eylül ayında “gerçekle fantezi arası” diye not etmiş olduğumu gördüm.

İster "üst akıl" deyin, ister zeki bir Polonyalı subayın öngörüsü, ama her hâlükârda NATO'nun sadece bir savunma örgütü değil, bundan çok daha fazlası olduğuna vurgu yaparak yazımıza noktayı koyalım.