Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789

SEÇİLMİŞ "DİKTATÖRLER" DÖNEMİNİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ!

Bahadır Selim Dilek

90'lı yılların ilk yarısında bütün dünyada esmeye başlayan “demokrasi” rüzgârının hiç dinmeyeceği düşünülüyordu.

Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra ünlü rock grubu Scorpions'un “Winds of Change” yani "Değişim Rüzgârları" parçasını dinleyenlere öyle bir özgürlük vadediliyordu ki insanların, âdeta dokunulmaz kılınmış olan özgürlük kavramını sorgulayacak özgürlükleri bile ellerinden alınmıştı!

Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla, liberal düşünceye iman edenler açısından sosyalist pratik çökmüş; dünya, küresel kapitalizme ve onun sağlayacağı refaha doğru yelken açmıştı!

Ama öyle olmadı.

Çeyrek asır sonra dünya, deyim yerindeyse yeni bir Orta Çağ'a demir attı.

Dinsel, mezhepsel ve etnik kimlikler öne çıktı.

Demokrasi, kimlik siyasetine bağlandı.

Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının travmasını atlatamamış olan Avrupa solu da sınıf siyasetini yok sayıp kimlik siyasetine sarılınca, yaşlı kıtada sınıf temelli demokrasi yavaş yavaş erozyona uğramaya başladı.

Bu, küresel sermaye baronları ve onların siyasal temsilcilerinin işine geldi.

Kısa süre içinde bütün dünyada popülizmin beslediği tek adam rejimleri güç kazandı.

Rusya’da Putin, Hindistan’da Modi ve Venezuela’da Chavez, Macaristan'da Orban, Sırbistan'da Vucic...

Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Türkiye de 2018 yılında kararını zaten vermişti!

Bu açıdan baktığımızda, son dönemde Tunus'ta yaşanan gelişmeler son derece dikkat çekici.

Çünkü Tunus, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da Arap Baharı adıyla patlak veren halk hareketlerinin başladığı ülkeydi.


Bu, İhvan'ı Tunus'tan Libya'ya, Mısır'dan Filistin'e, Suriye'den Irak'a kadar geniş bir coğrafyada iktidara taşıma ve Batı sistemine uyumlu siyasal İslam projesini hayata geçirme çabasının ilk adımıydı.

Ancak, Fransa'nın etkisiyle ülkede güçlü bir laik gelenek vardı. Bu geleneğin kırılması, Arap Baharı'nın önünü açacaktı. Tunus kalesi düşerse, İhvan'ın eli daha fazla güçlenecekti.

En azıdan bu işi planlayıp projelendirenlerin hesabı, kitabı bu yöndeydi.

Bekledikleri, istedikleri olmadı.

Siyasal İslam projesi Tunus'ta önce tutar gibi oldu sonra iflas etti.


Ama ülke 2011'den sonra geçen süre içinde demokrasiye de kavuşamadı.

Bu çerçeveden bakıldığında Tunus'ta 25 Temmuz'da referanduma sunulan 142 maddelik Anayasa Taslağı, ülkenin yakın tarihinde ciddi bir kırılmaya işaret ediyor.

Sözü hiç uzatmadan söyleyelim; referandumdan çıkan sonuçlar gösterdi ki Tunus halkı, siyasal İslamcılığın baskıcı zihniyetinden kaçarken, başka bir muhafazakar siyasetçinin “tek adam” rejimine tutuldu.

Yeni Anayasa'nın ne getirdiğini ne götürdüğünü mercek altına almadan önce, yakın tarihe "yakın gözlüğüyle" bir bakalım.

2011 yılında gazeteci olarak halk hareketlerini izlemek üzere Tunus'a birkaç kez gitme şansım olmuştu.

O dönemde ilk dikkatimi çeken; Zeynel Abidin bin Ali'nin baskıcı rejiminden bıkmış olan halkın önemli bir bölümünün -ki bunun içinde bazı solcuların ve liberallerin de olduğunu söylemek mümkün- İhvan'ı demokrasi havarisi bir kurtarıcı olarak görmeleriydi!

Avrupa'nın desteği de arkalarındaydı.

Türkiye'deki Adalet ve Kalkınma Partisi, Tunus'ta İhvan'ı iktidara taşımak için adeta seferber olmuştu.

Daha o dönemde Tunus halkının yağmurdan kaçarken doluya tutulacağı çok belliydi ama bunu kabul etmiyorlardı.

“Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin gitsin, sonra kim gelirse gelsin... Bundan daha kötü olacak değil elbet” yaklaşımı vardı.


Sonuçta, İhvan bir şekilde iktidara geldi. Tunus halkı, siyasal İslam rejiminin öyle pazarlandığı gibi demokrasiyle uyumlu olmadığını gördü.

Ancak, bu süre içinde bir türlü rasyonel bir tercih de yapamadı.

Referandum ve referanduma giden süreç, bunun en güzel göstergesi.

Yeni anayasa cumhurbaşkanının iktidar alanı genişletmesini sağlıyor. Parlamentonun yetkilerini kısıtlıyor. Belki daha önemlisi, yargı bağımsızlığını zora sokuyor.

Yeni Anayasa'da “devletin dini” konusunda bir düzenlemeye gidilmedi. Ama, Kays Said'in muhafazakar kimliğinin etkisi anayasadaki bir başka maddede kendisini gösterdi. Bu madde, Tunus toplumunun İslam ümmetinin bir parçası olduğu ve devletin İslam’ın amaçları doğrultusunda ruhu, onuru, mülkiyeti, dini ve hürriyeti korumak durumunda olduğunu öngörüyor.

Ayrıca Kays Said, başbakan dahil, bakanları da atama ve azletme yetkisini eline aldı. Anayasa'ya göre görev süresi iki dönemle sınırlandı.

Ama bu süreyi uzatabilmesine imkân sağlayacak şekilde “savaş veya yakın tehlike” nedeniyle seçiminin zamanında yapılamaması durumunda, görev süresi yasayla uzatılabilecek.

Yeni Anayasa'nın, yakın tarihi perspektif içinden Tunus'a ne getirip ne götürdüğünü, bir sonraki yazıya bıraktığımızı söyleyelim ve noktamızı koyalım.