Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789

HAYATIN ANLAMI

Cem Keçe

“Ne kadar aklımıza uygun yaşıyorsak

hayatın anlamını o kadar azanlarız.”

Tolstoy


“Hayatın anlamı nedir?” sorusu her insan için farklı çağrışımlar yapar ve farklı deneyimleri ve beklentileri ifade eder. Yaşarken herkes kendi yanıtını bulmaya çalışır ve ancak ölümle gerçekten bu soru yanıtlanabilir; çoğu zaman daha fazla güç, servet, seks, aşk, entelektüel tartışmalar ya da günü yaşamak ilk akla gelen yanıtlar olur. Hayat bir hikâyeye benzer. Önemli olan hikâyenin uzun olması değil, iyi, etkileyici, erdemli olması, geride iz bırakmasıdır. Değeri “uzun” yaşanmasında değil, “iyi ”yaşanmasında gizli olan hayatın anlamını ve mutluluk, sevgi ve erdem gibi değerleri yorumlayan felsefede; 

“Düşüncelerin neyse hayatın da odur. Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir” diyen Shakespeare’in tiyatral karakterlerinde; 

“Korku, hayat hakkındaki yanlış bir kanaatimizden kaynaklanıyor” diyen Wittgenstein’ın dil oyunlarında;

“Hayatın ne kadar kısa olduğunu anlamak için insan çok yaşamalıdır” diyen Schopenhauer’un istenç kavramında;

“Yalnızlık, birlikte var olmanın bir biçimidir” diyen Heidegger’in hiçlik tartışmalarında;

“Hayat üç bölümdür; dünyayı değiştireceğini sandığın, değişmeyeceğini anladığın ve dünyanın seni değiştirdiğine emin olduğun” diyen Sartre’ın endişe tarifinde;

“Dünya hayatı bir rüya gibidir senin için. Yolculuğu sen yaparsın, nereye gittiğini kader çizer” diyen Goethe’nin canlı doğanın sürekli bir değişim içerisinde olduğu savında;

“Hep denedin, hep yenildin, olsun, gene dene, gene yenil, daha iyi yenil” diyen Samuel Beckett’in belki yaklaşımında;

“Hayatta gerçeklerle yaşa ve her zaman onları savun; takdir eden olmasa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun” diyen Ernesto Che Guevara’nın direnişinde;

“Yaşamın amacı ölümdür. İnsanın sağlığını koruyan iki faktör vardır; işini sevmesi ve hayatı sevmesi” diyen Freud’un bilinçdışı tanımında aramak gerekir.

Yaşamak, haz ve elemin bir karışımı olan hayattan keyif almak, bir sanattır ve hayallerle süslenen bu sanat bir insanın yapabileceği en önemli, en zor ve en çetrefilli sanat türüdür. Bu sanatta kullanılabilecek tek araç insanın kendisi ve potansiyel güçleridir. Bu nedenle, insana nasıl olması gerektiğini öğreten hayat, yaşla değil, yaşamakla anlaşılır.

İNSAN GİBİ YAŞAMAK

İnsanoğlu dünyaya geldikten sonra bir yandan yaşamaya bir yandan da ölmeye başlar, çünkü yaşamak için doğmuştur, yaşamaya hazırlanmak için değil… Yaşamak için yaşamı olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi kabul etmelidir ve ancak kabul edilebilir hale gelmesi için de sahici bir çaba göstermelidir, emek vermelidir. “Sen olmazsan bu evrenin şiirinde, güzelliğinde bir şeyler eksik kalır. Bir şarkı, bir nota eksik kalır. Bir boşluk olur. Hiç kimse sana bunu söylemedi” derken Osho, insanın hayattaki önemine, kendini ve değerini bilmenin sorumluluğuna ve varoluşunun özüne atıfta bulunur. Çünkü çiçekleri, ağaçları, yağmuru, yağmur sonrası toprak kokusunu sevebilmenin ve insan gibi yaşamanın sorumluluğu insanın kendine aittir. Koşulsuz sevgi, hayatın sorumluluğunu alabilmek, severek üretmek ve evrensel bilgiye teslim olmak yaşamın tükenmez kaynaklarıdır; öyleyse, yaşamı onların yönetmesi gerekir.

Sartre’ın dediği gibi “İnsanoğlu özgürlüğe yazgılıdır; çünkü bir kere dünyaya geldikten sonra yaptığı her şeyden sorumludur.” İnsan sorumluluk duygusuna ve var olan bir yeteneğine hayata sarılır gibi sarılmalıdır; çünkü günün birinde bunların hepsi iç içe geçer. İşte o zaman insanın hayatı kendi yetenekleri olur, yetenekleri de hayatı… Ancak sadece nefes alıp vererek, koyun gibi güdülerek yaşaması değil, insan gibi yaşaması, hayatı, kendini ve ailesini sevmesi, yetenekleriyle üretmesi ve geride iz bırakması önemlidir.

Hayat,uzunbirinsanlıkdersidir;Mother Teresa’nınsözlerindekigibi:“Yaşamakservettir,korumayıbil...Yaşamakbilmecedir,çözmeyibil...Yaşamakgüzelliktir,kıymetinibil...Yaşamakmutluluktur,tatmayıbil...Yaşamakaşktır,sevgidir,keyfiniçıkarmayıbil...Yaşamakrüyadır,gerçekleştirmeyibil...Yaşamakoyundur,oynamayıbil...Yaşamakverilmişbirsözdür,tutmayıbil...Yaşamakhüzündür,aşmayıbil...Yaşamakşarkıdır,söylemeyibil...Yaşamakmücadeledir,kabullenmeyibil...Yaşamaktrajedidir,göğüslemeyibil...Yaşamakmaceradır,gözealmayıbil...Yaşamakşanstır,kullanmayıbil...Yaşamakgörevdir,tamamlamayıbil...Yaşamakyaşıyorolmaktır,uğrunasavaşmayıbil...”

BİLGE VE HAYATA BAKIŞIN GİZEMİ

“Bir an bekle, arkana dön ve unuttuklarını anımsa. Kaybettiysen ara, kırdıysan af dile, kırıldıysan affet: Çünkü hayat çok kısa” der Mevlâna… Şimdi ve burada anın tadını çıkarmak yerine, sürekli hayatın anlamını sorgulayanlar ve hayattan yakınanlar, ondan olmayacak şeyler bekleyenler ve hayatın çok kısa olduğunu unutanlardır.

Eski zamanların birinde hayatın anlamının ne olduğuna kafayı takmış bir adam yaşarmış. Kendi kendine okuyarak ve düşünerek bulduğu hiçbir yanıt ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş. Köyleri, kabaları, ülkeleri dolaşmış ama aldığı yanıtlar da  ona yetmemiş. Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona; “Şu karşıki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git, belki o sana aradığın yanıtı verebilir” demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş.

Bilge “Sana bunun yanıtını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor” demiş.

Adam sınavı kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve kaşığı zeytinyağı ile doldurmuş. “Şimdi çık ve bahçede bir tur at, tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et, kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin, eğer bir damla eksilirse sınavı kaybedersin” demiş.

Adam, gözü çay kaşığında, bahçeyi turlayıp gelmiş.

Bilge bakmış ve “Kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı?” diye sormuş.

Adam şaşkın bir şekilde; “Ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki” demiş.

Bunun üzerine bilge; “Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun, kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel”, demiş.

Adam tekrar bahçeye çıkmış, gördüğü güzelliklerle büyülenmiş, muhteşem bir bahçedeymiş çünkü... Geri geldiğinde bilge, adama “Bahçe nasıldı?” diye sormuş.

Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış.

Bilge gülümsemiş ve “Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş; “Hayat senin bakışınla anlam kazanır; ya sadece bir noktayı görürsün, hayatın akıp gider, sen farkına varmazsın ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın, böylece akıp giden zaman anlam kazanır.”