Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789

Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılına Girerken

Halil Özcan

Geride bıraktığımız yılda yaşanan ekonomik kriz, yıkıcı etkisiyle ülkemizi bunalttı. Bu nedenle de yeni yıldan yeni bir umut beklentisi, insan doğasının gereğidir. Ayrıca 2023 yılı, Türkiye’nin kurucu antlaşması olan Lozan’ın ve kurucusunun "en büyük eserim" dediği Cumhuriyet'in de 100. yılı olma şerefine sahiptir. Ekonomik kriz, siyasî tartışmalar ve seçim süreci, yüzüncü yıl coşkusunu en azından yılın ilk yarısında gölgeleyecek gibi görünmektedir. Diğer taraftan Cumhuriyet'in, yüz yıllık tecrübesiyle ekonomik ve siyasî sorunlarını, akıl, bilim ve hukuk temelinde çözebileceği olgunluğa eriştiğini bilmek de yüzüncü yıl heyecanını diri tutmaya yetmektedir.

Hukuk Bilinci

Millî Mücadele’de işgallerle birlikte öne çıkan Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetleri, bir yandan siyasî mücadele başlatırken diğer yandan da ilk silahlı direniş grupları olan Kuva-yı Milliye’yi oluşturdu. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya geçtiğinde gittiği yerlerde Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetlerini kurarken diğer illerde de cemiyetlerin kurulmasını sağladı. Sivas Kongresi sonrası bir çatı altında topladığı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetleri, zaferden sonra Halk Fırkası'nı oluşturdu. Türk ve dünya tarihinde meşru müdafaa savaşını hukuk temelinde zaferle sonuçlandıran Türk milleti, Cumhuriyet'in gereksinimi olan tüm devrimlerini de Atatürk liderliğinde evrensel hukuk ilkeleri temelinde gerçekleştirmeyi başardı.

Genel Müfettiş Gibi

Atatürk, gerçekleştireceği devrimleri, en yakın çevresinden başlayarak halka anlatıp kamuoyunu aydınlattıktan sonra bunların yasalaşmasını sağladı. Bununla yetinmeyerek yaptığı devrimlerin, halktaki karşılığını görmek üzere bir genel müfettiş gibi yurt gezilerine çıktı. Yeni yılın ilk yazısında Atatürk’ün bu kapsamdaki bir yurt gezisini, (muhtemelen 1934 yılı) Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’ın* tanıklığı ve aktarımıyla ele alarak Cumhuriyetin yüzüncü yılını selamlamak isterim.

Vadiye İnemeyen Rüzgar

Bir yurt gezisi sırasında yapılan aydınlar toplantısında Atatürk, yaptıkları devrimleri sorarak, “Sizden ciddi ve samimi tenkit bekliyorum” dedi. Katılımcılar tereddüt içerisinde susarken, ortaya Asım Kültür isimli bir genç atılarak, “Madem ki emrediyorsunuz, söyleyeceğim” diye konuşmaya başladı. Biraz soluklandıktan sonra “İsyanla itiraf ediyorum, başardığınız inkılâplardan bazıları hâlâ, yüksek dağların tepelerinden esip vadilere inemeyen büyük rüzgârlara benziyor” tespitinde bulundu. Sonra da bu tespitinin nedenini, yaşadığı bir olay üzerinden açıklamayı tercih etti. Kendisinin çok yakın bir zamanda rastladığı bir şoförün, şeyh olduğunu söyleyen birisinin kerametine inanarak onu gitmek istediği yerlere bedava götürdüğünü ifade etti (belli ki, şeyh Cumhuriyet ve devrimler aleyhinde propaganda yapmaya köy ve kasabalara gidiyordu). Sonra da kendi yorumunu katıp, “… Görülüyor ki içimizde hâlâ şeyhin kerametine inanabilen cahiller var; halbuki biz inkılâplarımızın fikir tohumlarını bir bereket rahmeti gibi, yurdun her bucağına yağdırabilseydik, şeyhin kerameti, softanın nefesi, bu memlekette, tesirini ve itibarını, çoktan kaybederdi” ifadelerini kullandı. Açıklamalarına duraksamadan devam ederek, “Bugün şeyh efendi kendisini istediği yere bedava götürecek gafiller bulabiliyorsa bundan ürkmeliyiz. Çünkü o yobaz yarın bu gibileri peşinden sürükleyebilir” dedi. Bu açıklamaları dinleyen katılımcılar, Atatürk’ün bu sözlere kızacağını düşündü. Fakat öyle olmadı. Biraz düşündükten sonra Atatürk, gence dönerek sükûnetle “Çok doğru söylüyorsunuz.” dedi. *

Söylenenler doğruydu. Ancak Atatürk, üzerine düşeni fazlasıyla yapıyordu. Devrimi kafasında tasarlayan, halkı bu konuda aydınlatan ve yasaların çıkmasını sağladıktan sonra uygulamayı yerinde gören de bu olayda olduğu gibi Atatürk’tü. Devrimleri yurdun her köşesine götürme görevi, devletin, partinin, öğretmenlerin, halkevlerinin, aydınların ve eleştiriyi yapanın içerisinde bulunduğu devrimci gençlerin en önemli görevi olmalıydı.

Atatürk Farkındaydı

Atatürk, bütün sorunların çözümünün, “yetişmiş, bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam, zaman ve imkân meselesi” olduğunu biliyor; işin ehli, idealist ve enerjik insanların yetiştirilmesinin gerekli olduğuna inanıyordu. Halkın ve yöneticilerin her şeyi kendisinden “tevekkül ve rehavet içinde” beklemelerinden rahatsızlığını dile getiren Atatürk, ümit ve şevk içerisinde amacına ulaşabilmek için, “beşer takatinin üstünde, gayret sarf ediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?” açıklamasını, H. R. Soyak’a, gözleri dolarak ve elleri hafifçe titreyerek yapıyordu.** Atatürk, Avrupa aydınlanmasının yüzlerce yıllık yenilik programını çok kısa bir sürede, Türk milletinin özüne ve cevherine güvenerek gerçekleştirdi. Atatürk'ün bedeni aramızdan ayrıldıktan ve çok partili sisteme geçildikten sonra, Cumhuriyet kazanımları olan devrimler, yetişmiş insan gücüne rağmen siyasetin ve çıkarların pazarlık konusu yapıldı.

Çıkarcı Gericilik

Niyazi Berkes, yenileşmeye ve toplumsal gelişime karşı savaşanları “gerici” olarak adlandırdıktan sonra, bunların memlekette “ilerici” kuvvetlerden daha köklü olduğunu tespit eder. Bu tespitten sonra, başarılı devrimleri asıl yıpratan, hatta yıkanın medresenin dışında, din geleneğinden gelmeyen “çıkarcı gericilik” olduğunu ifade eder. Çıkarcı gericilerin birçoğunun da Avrupa’da yaşayıp tahsil görse bile devrimleri kendi çıkarlarına uydurduklarını vurgular.***

Şeyhin Tahsisatı mı Vardı?

Biz tekrar Atatürk’ün yurt gezisine dönelim. Asım Kültür ile olan sohbetinden birkaç gün sonra, Balıkesir halkevinde (Balıkesir Halkevi 24 Şubat 1933’te açıldıktan sonra bu ile Atatürk’ün ziyareti; 15-16 Nisan 1934 ve 24-25 Haziran 1934’tür) Atatürk etrafını saran gençlere, “Köylere gidiyor, köylülerle temas ediyor musunuz? Onlara inkılâpların manasını anlatmaya çalışıyor musunuz?” diye sordu. Bir genç tedirgin bir biçimde kekeleyerek, “Gitmek, temas etmek istiyoruz ama gidemiyoruz, çünkü tahsisatımız yok” cevabını verdi. Arkadaşlarıyla birlikte devrimleri yurtta kökleştirmekle görevli bulunun Türk gencinin bu cevabı, Atatürk’e kendisini bedava taşıtan şeyhi hatırlattığı için Atatürk, “Ne demek? Şeyh efendinin tahsisatı mı vardı?” sorusunu sormaktan kendisini alamadı.*

Yüzyıllık Borç

Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarını, Türk milletine yeteri kadar anlatamamanın yüz yıllık borç ve yükümlülüğü ile karşı karşıyayız. Akıl ve bilim kılavuzluğunda, kurucu bilince sahip çıkarak Cumhuriyeti, çağdaş medeniyet hedefine ulaştırmak umut ve dileğiyle yeni yılınızı kutluyorum.

Kaynakça

*Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2004, s.50-51.

** Soyak, age., s.389-390.

***Niyazi Berkes, İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz, İstanbul Matbaası, 1965, s.17-20.