Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789

Birey kalmaya cesaret etmek

Ece Avşar

Okuyacağınız metin, şu ana kadar GAZETE DURUM için yazdığım fikirlerimin, ülkemiz ve dünya adına tekrar düşünülmüş ve ortak bir bakış açısında birleştirilmiş halidir.

​Arendt ve "Totalitarizm" hakkında konuşmak istiyorum. 21. yüzyılda bizleri hayli ilgilendiren bir konu. Arendt, totaliter hükümete ve bu hükümetlerin doğurduğu sonuçlara sadece totaliter kavramının ne olduğunu tanımlayarak bir çözüm bulmak yolunda büyük bir başarıya sahip.

Arendt’in totaliterlik ve totaliter hükümet hakkındaki görüşü/anlayışı, bizim hemen aklımıza gelenden oldukça farklı. Bu nedenle, böyle bir sistemi anlamak ve önlemek için, kendisinin "Totalitarizmin Kaynakları" adlı kitabını da anlamak esastır. Kitabı okurken aklıma takılan, totaliter devlet tanımının Yevgeny Zamyatin’in "Biz" distopyasıyla ne kadar benzer olduğuydu. Bu iki bakış açısının ortak incelenmesinden, geleceğimiz adına bir çözüm bulabileceğimize inanıyorum. Öyleyse şu soruların cevaplarını bilmeliyiz:

- Totaliter iktidar gerçekte neyi hedefliyor?

- Totaliter iktidar gerçekte nasıl iktidarda olabilir?

- Totaliter güç iktidarda kalmak için ne yapar?​

​Totalitarizmi anlamak için bu yapının hedefinin ve sebebinin bilinmesi gerekir. Arendt’in belirttiği totaliter güç, diktatörlük veya tiranlık ile aynı değildir. Totalitarizm, bir kişinin kontrolü ile ilgili değil, kitlelerin kontrolü ile ilgilidir. Ona göre, “İnsanların sonsuz çoğulluğunu ve farklılaşmasını sanki tüm insanlık tek bir bireymiş gibi düzenlemeye çalışan topyekûn hakimiyet, ancak şu durumlarda mümkündür; her insan, hiç değişmeyen bir tepki kimliğine indirgenebilir.” Ve bu, totalitarizmin temel amacıdır; tekil insanları (bireyselliği) kitlelere indirgemek/dönüştürmek.

Arendt, "Totalitarizmin Kaynakları" kitabında totaliter rejimin, bireyselliği ve insanlığı ortadan kaldırarak kendi varlığını fethedebileceğini savunuyor. Arendt, Nazi toplama kamplarının “totaliter örgütsel gücün gerçek merkezi kurumu” olduğunu söylüyor. Bu fikirler birleştiğinde, totaliter Nazi Almanya’sında bireyselliğin kitlelere indirgenmesinin/dönüştürülmesinin toplama kamplarının inşasıyla gerçekleştiğini gözlemlemek mümkün hale geliyor. Çünkü devlet sadece siyasetin ya da bu gibi olguların tahakkümünde değil, daha çok bireylerin, yani kitle haline getirdikleri bireylerin tahakkümünde. Aynı amaç için farklı bir yöntemin kullanıldığı 1920 yılında yazılan distopik roman “Biz”de de tam olarak bu gibi olaylar görülmektedir. Roman ile sağlanan indirgeme, bireyleri sayılarla tanımlayarak, devlet otoritesi altında çocuk yetiştirilerek, hiçbir etkileşim ve ailenin anlamı olmadan gerçekleştirilir. Bu hal, insanlığa özgü bir durum değildir. Peki, toplama kamplarında doğan çocukların "Biz" romanındaki çocuklardan farkı ne? Her ikisinde de çocuklar maruz kaldıklarından ayrı bir dünya bilmiyorlar ve aile kavramının özüne sahip değiller. Fark şu ki Nazi kamplarında doğan çocuklar daha acı dolu ve distopyadakinden daha kötü bir kaderleri var denilebilir. Her iki rejim de (gerçek ve kurgusal) Arendt’in görüşüne göre totaliterlik tanımına uyduğundan, inanıyorum ki Arendt de bu benzetmenin gerekliliğine katılacaktı…

​Önemli soru şu; totaliter iktidarların sonuçları veya örnekleri bilinse bile, ilk etapta iktidarda olmayı nasıl başarıyorlar? Hitler seçildi. İsyan etmek yerine onun fikirlerine katılan çok fazla insan vardı. Hitler’in fikirleri ve eylemleri ne kadar bariz/bilinir olsa da birçok insan sadece başını salladı ve kabul etti. İşte, Arendt’in yanıtlamak istediği şey tam da budur:

Büyük Buhran’dan sonra insanlar korku içindeydi ve korunmaya ihtiyaçları vardı. Devlet bu zafiyeti kullandı ve buna dair propagandalar yarattı. İnsanlar bu tür propagandalara inandılar. Sadece başlarını sallayıp kabul ederek güvende olabileceklerini düşündüler (gerçek anlamda düşünmüyorlardı). Sadece onları kurtarma şansı olan "en basit fikri" izliyorlardı. Ve Naziler savaşı iktidarda kalmak için kullandılar.  

Arendt’in belirttiği gibi propagandalar, totaliter rejimi güçlendirdi ve iktidarda kalmayı başardılar. Bu gerçek yaşamdı! Şu ise kurgusal yaşam: "Biz"deki distopik dünyada gerçek bir savaş ya da başka bir tehdit edici devlet yoktu. Ancak totaliter güç, propagandalarla savaşların olduğunu ve insanların tehdit altında olduğunu söyledi. Sonuç belliydi; insanlar iktidarın fikirlerine koştular, devleti asla sorgulamadılar ve kontrol altında, güvende olduklarını düşündüler.

Tekrar sormalıyım: Bir fark var mı? Tek fark, savaşlardan birinin gerçek, diğerinin ise sahte olmasıdır. Peki ya sonuç? Tamamen aynı. Propaganda; birçok yolla başarılı olabilir ve insanları gerçek anlamda düşünmekten kısıtlar. Bu, gücü korumak için oldukça başarılı bir yöntemdir ve Arendt’in can alıcı ifadesinde olduğu gibi, totaliterizimin varlığının asla sona ermeyecek oluşudur. Dolayısı ile geçmişte örnekleri görüldüğü gibi, şimdiden (yaşandığı an) gerçekliğinin de henüz görülemeyen/fark edilemeyen aslında bir distopya olabileceği söylenebilir.

Totaliter gücü anlama yolundaki bir sonraki soru, bu yapının gücünü nasıl elde ettiği ve ne yaptığıdır. Arendt, toplama kamplarının totaliter iktidarın gerçeğinin örnekleri olduğuna inanıyor, şöyle diyor:

“Eğer toplama kamplarının totaliter yönetimin en önemli kurumu olduğu doğruysa, ‘korku/dehşet üzerinde durmak’ totalitarizmi anlamak için vazgeçilmez gibi görünüyor.” 

Bu nedenle doğrudan akla gelen şey: Korku! Nazi Almanya'sı, kitleleri kontrol etmek için korkuyu kullandı. Peki ya bireylerin bu dönemdeki işkenceleri korkunç değil de gerekli bir şey olarak görme olasılığı olabilir mi? Zamyatin için cevap "Evet". Eğer, totaliter devlet bu kadar dahi ve beyni yıkanmışlarla bir şeyi başarmayı hedefliyorsa başarabilir. Distopik romanda ise devlet, özgürlüğü önemli ölçüde kısıtlayan belirli kurallar kullanır. Mutluluk ve arzu eksikliğinin aslında insanı mutlu eden şey olduğuna inandırır toplumu. “Mutluluğu her zaman artı işaretiyle işaretlemek ne büyük bir hata, ne gülünç bir önyargıydı. Mutlak mutluluk elbette bir eksi işareti taşımalıdır, ilahi eksi.” "Biz"deki sayılar (bireyler) buna inanır. Böyle bir kurgusallığın gerçek olması o kadar imkânsız mı? 1930’lardaki insanlar bu dehşetin gerekli olduğunu düşünemezler miydi? Açıkçası Arendt’in dediğine göre böyle insanlar vardı. Vardı, çünkü toplama kampları tek bir kişi tarafından yapılmadı ya da oraya giden insanlar tek bir kişi tarafından toplanmadı, hatta binlerce insanı öldüren gaz bile tek bir kişi tarafından verilmedi. Yardım edenler, otoriteye itaat ettiler. Totaliter rejim, otoritesinden emin oldu ve birçok insan bunu sorgulamadı. Otoritenin söylediğine uymayı öğrendiler ve öğrendiklerini yaptılar.

Şimdi bunun üstüne düşününce; bir otorite bundan daha kötü ne isteyebilir ki? Bu isteğe dahi uyanlar olduysa, bugün de başka bir şeye (belki tarihtekine benzer bir şeye) itaat etmek için bekleyen daha birçok insan olamaz mı? Hatta, belki de öyle bir nokta gelir ki o insanlar yaptıklarının veya düşündüklerinin yanlış olduğuna bile inanmazlar. Bu süreç distopyaya çok benziyor diyebilirim. Arendt de bu nedenle (engel olma yolunda), totalitarizmin ne yaptığını sorgulamış ve bireyi kör ettiğini keşfetmiştir.  

​​"Totalitarizmin Kaynakları", Nazi Almanya’sında yaşananların, kontrol, ayrımcılık ve dehşetin bugünle ne kadar ilişkili olabileceğine önemli ölçüde işaret ediyor. Totaliter gücü anlama yolundaki sorular yanıtladığında, insan, bu yapının distopik bir sistemle, mesela "Biz" romanındaki sistemle nasıl derinden ilişkili olduğunu fark ediyor. Öyleyse, distopyalar dünyanın gördüğünden ve muhtemelen göreceğinden o kadar da farklı olmayabilir, değil mi?

​O zaman bugünün ve geleceğin çözümü şudur: Kimsenin kendi bireyselliğini, insanlığını ve düşünme kabiliyetini hiçbir koşulda kaybetmemesi.

​Asıl soru da şu: Buna cesaret edebilir miyiz?