Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Afyonkarahisar’daki 2.600 yıllık anıtın gizemi çözüldü
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Tarihin bilinen en eski alfabesi
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Gevaş İlçe Halk Kütüphanesi hizmete sunuldu
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı
123456789

21. yüzyılı ne kurtaracak?

Ece Avşar

Oğuz Atay okumak.

​Hakan Günday’ın "Az" kitabında okuduğum bir satır, hayatıma öyle tesir etti ki "21. yüzyılı ne kurtaracak?" sorusuna cevap verebilecek cesareti buldum. Günday, kitabındaki sözleriyle içimde delicesine merak uyandıracak bir soru sormuş ve beni onun tavsiyesini takip etmeye sürüklemişti: 

​"Oğuz Atay niye öldü, biliyor musunuz?

​Kahrından!

​Peki, onu kim o hale getirdi? Kim üzdü?

​Onun zamanında onu umursamamış olan herkes.

​Bana inanmıyorsanız, gidin bütün kitaplarını okuyun. Sonra da gidin hayatını okuyun!"


​Ben de aynen öyle yaptım. Öncelikle Atay’ın bütün kitaplarını sonra da hayatını okudum. Çok etkilendim. 1972’de yayımlanan ilk kitabı “Tutunamayanlar” ile başlayıp Yıldız Ecevit’in Atay’ın biyografisini anlattığı “Ben Buradayım” kitabı ile bitirdiğim bu yolculuk bana, 60’lı ve 70’li yılların şu an bulunduğumuz zaman ile ne kadar yakın düşünülebileceğini gösterdi. Fark ettim ki; o dönemde yaşanan problemler nasıl bu dönemde benzerse, bulunmaya çalışılan çözümler de hep aynı ve yetersiz. Öyleyse nedir Türkiye’nin (ve belki de her ülkenin) kurtulamadığı bu problem ve getirilememiş bu çözüm?

​İnsanların birbirine kenetlenerek doğurduğu Türkiye gibi bir ülkede ne zaman büyük bir problem yaşansa, temelde yatan sorun insanları birbirinden ayıranlardır. En basit örneği ile 70’li yıllardaki sağ/sol ayrımı gibi, 2000’li yıllardaki din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gibi. Yıllar geçmesine rağmen, ülke olarak karşılaştığımız problemler çoğu zaman birbirine bu kadar yakınsa, bu noktada artık yapılması gereken şey, farklı bir açıdan bakmaktır. Ama nasıl? Oğuz Atay’ın yazdığı gibi. 

​Oğuz Atay’ın yaşadığı yılların Türkiye’sini kısa bir şekilde özetleyerek bizlere ne anlatmak istediğini ve günümüze nasıl bir ışık tuttuğunu anlayabiliriz. Atay’ın romanlarını kaleme almaya başladığı atmosfer şöyledir: 27 Mayıs 1960 Darbesi ile büyük sorunların baş gösterdiği, ayaklanmaların çoğaldığı, sosyalizm ve kapitalizmin üzerine birçok tartışmanın açıldığı, şehirlerin bombalanıp fakültelerin basıldığı yıllar ve sonrasında meydana gelen 12 Mart 1971 Muhtırası. Bu atmosferde hayatını sürdüren Atay’ın 1977’de ölümünün ardından 1980’deki 12 Eylül Darbesi ise ne kadar ileri görüşlü olduğunu ortaya koymaktadır. 70’li yıllarda toplum üzerinde derin etkiler bırakan bu gibi olaylar, insanları hem sosyal hem de psikolojik olarak etkilemiş ve doğru/temel bir çözüm hep göz ardı edilmiştir.

​Çoğu zaman toplumsal sorunlar aslında bireysel sorunlardan doğar. Bu nedenle de getirilen çözümler, sadece toplumsal olmak yerine bireysel odaklı da olmalıdır. Ne kadar kolay bir algı gibi görülse de, ne 70’li yıllarda ne de bugünün Türkiye’sinde bu ideolojiye ulaşmış değiliz. Çünkü bireye inmek, kişinin kendisini anlaması ve geliştirmesi sanıldığından daha zordur. Tam da bu sebeple Atay, romanlarında bilinç akışı tekniği ile bireyin derinsel incelemesini yapar ve insanın ruhsal ve kişisel hayatına değinir. Kendisine "bireyci-toplumcu" diye hitap edebileceğimiz Atay, bu sayede bizlere "21. yüzyılı ne kurtaracak?" sorusunun cevabını 70’li yıllarda vermiştir.  

​Öyleyse, Türkiye’nin (ve belki de her ülkenin) tanık olduğu bu ortak problemlere nasıl bir çözüm bulmalı, bizleri ayırmaya çalışanlara inat ne yapmalı?

"Bana bugün ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: Kendini çözemeyen kişi, kendi dışında hiçbir sorunu çözemez."

​"Tutunamayanlar"da geçen Atay’ın bu tavsiyesi odak alınarak yaşadığı dönemdeki sorunlar ile şu an yaşananları ortak bir bakış acısına oturtarak, kendimizi farklı bir pencereden bakmaya zorlayabiliriz. Kendimize bakmak, toplumu anlamaya çalışmadan önce bireyselliğimizin/kişiliğimizin farkına varmak yüz yılımızı kurtarmanın öncül ilkesidir. Zaten fark ettiyseniz; insanın kendini tanımasını engellemek, propagandanın ve kötü niyetli politikanın hep kalbinde yer almıştır. Umudum şu ki; jenerasyonlar arası farklılıklarımıza karşın, biz Z kuşağı kendini tanımak yolunda geçmişe göre daha ileridedir. Her gelen yeni nesil gün geçtikçe bu farkındalığa erişip, ‘bireyci-toplumcu’ olma yolunda ilerlemektedir. Bu doğrultuda, Oğuz Atay bizlere çoktan ışık tutmuş ve bir yol haritası belirlemiştir bile; kuralları ise şöyledir:

1- Her birey, bütün toplu çalışmalara aynı oranda katılmalıdır.

​2- Bireyler, birbirinin iyi niyeti ve gücünden kuşku duymamalıdır.

​3- Her birey kendi ilerlemesi kadar karşısındakinin gelişmesinden de sorumlu olmalıdır. ​​ (Yani, zincirleme bir sorumluluk ilkesi benimsenmelidir.)

Bu topluluğun gelişmesinde en önemli etkenlerden biri -belki de en önemlisi- bireyin, toplu eylem dışındaki yaşantısını nasıl düzenleyeceğidir. Bu yaşantıyı da ikiye ayırabiliriz:

​1- Bireyin, temel ülküsü dışındaki yaşantısı.

​2- Toplu çalışmalar için gerekli oluşumu kazanmak amacıyla sürdüreceği yaşantı

(a- Kendini iyi tanımak, b- Kendini eleştirmek c- Dış etkenlerin uyutucu durgunluğuna kapılmamak).