Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Nefret Varsa Sevgi, Sevgi Varsa Nefret de Var

Küçüklüğümden beri travmanın içinde büyüdüm demek istemiyorum. Geriye baktığımda çocukluk yıllarımı hep iyi hatırlarım. Tanımasam da babamla büyüdüm derim. Hep de yazdım, röportajlarda dillendirdim. Babam benim için hayatıma girenlerin bana anlattıklarıyla bir resimdi, hep rengarenkti.

Acının el birliğiyle azalabileceğini gördüm. Herkes bana hep babamı duyunca bir başka bakar, sevgiyle yaklaşırdı. Geçen gün arkadaşım Emre aradığında "Baban fiziken olmasa da gölgesi yeter, ‘babam yok’ diyemezsin asla dedi". Evet ne doğru, babamın gölgesi yetti hep, hep de benimle yürüyecek.

Babamın yokluğunun acısı, bende bir kayıp acısı değildi. Daha 29 günlükken yaşadığım bir acı olduğundan “kayıp” değil “yokluk” acısıydı. O hiç olmamıştı: Anılar hiç yaşanamadı, sohbetler edilemedi, baba-kız ilişkisi bilindiği haliyle bu dünyada kurulamadı.

Ama ben her yıl babamın anılmasıyla, insanların onu tekrar yaşatmasıyla babamı Türkiye’yle beraber taşıdım 23 yaşıma kadar. Biz onu dilimizden hiç düşürmedik, o hiç eskimedi.

Ben bu anıları dinleyerek, babama karşı duyulan sevgi ve saygıyı hissederek meğer Türkiye’nin hepsiyle bağ kurmuşum. Çoğunuz için anlamsız gelir belki ama acıyı bizimle yaşadıklarını hissederek, bana yaklaşım biçimlerinden belki, “benim acımı” “bizim acımız” yapmışım. Karşıma çıkıp babamı her anan, babamı her dinlediğim insanla düşündüğümden de kuvvetli bağlar kurmuşum.

Geçen pazar günü ise bu hayatta kurma şansı edindiğim en büyük bağlarımdan birini kaybettim, Hıncal amcamı… Benim hayatımda rolü büyüktür. Babamı ondan da çok dinledim, bu hayatta “aile” ne demekmiş ondan gördüm. Hıncal amcada sözlerin içi boş kalmazdı, içinin nasıl doldurulduğunu onda gördüm. Asla laf olsun diye bir şey söylemezdi. Annem “Seni seviyorum demek çok kolay, önemli olan onun içini doldurmak” der. “Yoksa kır karşındakinin kalbini, sonra seni seviyorum de. Oldu mu?” diye sorar bana gülümseyerek…

Hıncal amcanın ölümü canımı çok yaktı. Canım hâlâ yanıyor, zaman nasıl iyileştirir bilmeksizin hayata devam etmeye çalışıyorum. Her kayıp da hepimizin yaptığı gibi.

Bu acının arasında o yıllarca bize “aile” olmuş, babamı çok seven, acımızı “bizimle daima paylaşan” birkaç insanın sözlerine, söylemlerine denk gelince, canım bir o kadar daha yandı. Babamla beraber ailemizin (ve tüm Türkiye’nin) acısını paylaştığını iddia edenler, yine o ailenin canını yakmaktan hiç geri durmazmış meğer. Hıncal amca ile babam Ahmet Taner Kışlalı’nın, kuzen olduğunu söylemeye gerek yok... Herkes bilir Hıncal amca da sık sık yazardı.

Babam hâlâ yok, aile aynı aile, bu sefer Hıncal amcanın birileri tarafından arkasından söylenenler ise ortada. Kelimelerin içi ne kadar çabuk boşalıyormuş hayat göstermiş oldu bana. Bir yandan da çok şey fark ettim tabii, öncelikle benim tüm bu insanlarla kurduğum gönül bağını… “İnsan en çok sevdiğine kızar” derler.

Ailemde hemen hemen herkes kulaklarını tıkadı, iyi yazılanları okudular, acılarını yaşıyorlar. Ben yapamadım. Babamı kaybetmiş olarak dünyaya gelen benim için babamın yerini meğer kafamdaki “Ahmet’’ tablosunu renklendiren herkes doldurmuş. Öğrencisinden, arkadaşına, akrabasından çalışma arkadaşına… “Acını paylaşıyoruz, biz bir aileyiz”i benimsemişim meğer.

Zamanında babamı anlatmak için birkaç kez çağrıldığım ve çıktığım kanalda, örneğin Hıncal amcanın arkasından söylenenleri duyunca canım çok acıdı. İlk hissettiğim öfkeydi. Hayata kızdım, içimde söndüremediğim bir ateş yanmaya başladı… Şimdi zaman geçtikçe o alev yerini yılların bana kurduğu ilişkilerin “içini” görmenin hüznüyle dolduruyor.

O bizi çok sahiplenen insanlar, bizim canımızı yeri geldiğinde yakmayı bir saniye bile düşünmezlermiş meğer.

Dahası, “eleştirdiklerini yaptıklarını” dahi fark etmezlermiş meğer.

Senin mirasın bizde yaşıyor Hıncal amca, dahası kendim adıma konuşayım “bende” yaşıyor ve hayatta attığım her adımda verdiğim her kararda benimle olacak. O bana yeter.

Kalanını senin yaptığını yapamayanlar, "içini dolduramayanlar" düşünsün.